Tapınak Şövalyeleri Tarikatı Fransız kralı tarafından yenilgiye uğratıldı. Tapınak Şövalyeleri bir günde nasıl ve neden yok edildi?

Birinci bölüm. Tapınakçı Tarikatının Doğuşu

Bir efsane genellikle nasıl başlar?

Kudüs Süleyman Tapınağı'ndaki şövalyeler örneğinde efsanenin başlangıcı karanlığa gömülmüştür. Tek bir tarihçi onlar hakkında yazmıyor. Sadece 1125 yılında Tapınakçıların zaten var olduğunu biliyoruz, çünkü o yıl tarihli ve imzayla onaylanmış bir tüzük korunmuştur. Hugo de Paynas ikincisine "Tapınağın Efendisi" denir.

Sonraki nesiller, ilk Tapınakçıların hikayesini her seferinde biraz farklı bir şekilde anlatmaya başlayacak:

“II. Baldwin'in saltanatının başlarında, bir Fransız dua etmek için Roma'dan Kudüs'e geldi. Anavatanına dönmemeye, üç yıl boyunca savaşta krala yardım etmeye yemin etti ve ardından keşiş oldu. O ve onunla birlikte gelen diğer otuz şövalye, günlerini Kudüs'te sonlandırmaya karar verdi. Kral ve baronları bu şövalyelerin ne kadar başarılı bir şekilde savaştıklarını gördüklerinde ona burada kalması tavsiyesinde bulundular. askerlik hizmeti Kendi ruhunun kurtuluşunu bulma umuduyla keşiş olmak yerine otuz şövalyesiyle birlikte şehri soygunculardan savunun.

Antakya Patriği Suriye Mikail'in Tapınakçılar Tarikatı'nın 1190 civarında ortaya çıkışı hakkında söylediği şey budur. Aynı sıralarda İngiliz Walter Man biraz farklı bir versiyon veriyor:

“Aslen Burgundy'de aynı adı taşıyan bir yerden olan Payne adında bir şövalye, Kudüs'e hacı olarak geldi. Atlarını Kudüs kapılarından pek de uzak olmayan bir kuyuda sulayan Hıristiyanların pusuya yatmış paganlar tarafından sık sık saldırıya uğradığını ve iman kardeşlerinin çoğunun öldüğünü duyunca acımayla doldu ve... onları en iyi şekilde korumaya çalıştı. Yapabilirdi. Çoğu zaman ustalıkla seçilmiş bir saklanma yerinden yardımlarına koştu ve birçok düşmanı öldürdü.”

Walter, tarikatın kurucusunu, zamanla benzer düşüncelere sahip diğer şövalyeleri etrafında toplayan yalnız bir korucu olarak tanımlıyor. Bu versiyon Batı senaryosuna oldukça uygundur, ancak böyle bir savaşçının şövalyelik tarikatını kuracak kadar uzun yaşaması pek olası değildir.

Daha sonraki bir yazar, Corby'den Bernard adında bir keşiş, ilk Tapınakçıların hikayesini farklı bir şekilde anlattı. Eseri 1232'de, yani tarikatın ortaya çıkışından yüz yılı aşkın bir süre sonra yazılmıştı; ancak Bernard, önceki yazarlarla hemen hemen aynı zamanlarda Kudüs'te yaşayan asil doğumlu bir adam olan Yernul adlı birinin artık kayıp olan metnine güveniyordu. . İşte Bernard'ın yazdığı:

“Hıristiyanlar Kudüs'ü fethettiklerinde Kutsal Kabir Kilisesi'nde kamp kurdular ve her yerden pek çok kişi onlara geldi. Ve tapınağın başrahibine itaat ettiler. İyi şövalyeler kendi aralarında istişarede bulundular ve şöyle dediler: “Topraklarımızı ve dostlarımızı bırakıp buraya Rabbin gücünü yüceltmek ve yüceltmek için geldik. Eğer burada kalıp yersek, içersek, boş vakit geçirirsek kılıçlarımızı taşımış oluruz. Bu arada, bu toprakların silahlarımıza ihtiyacı var... O halde güçlerimizi birleştirelim ve içimizden birini lider olarak seçelim... ki, gerçekleştiğinde bizi savaşa yönlendirsin."

Bu nedenle Bernard, bu savaşçıların aslında Kutsal Kabir Kilisesi'nde kamp kuran ve din adamlarına itaat eden hacılar olduğuna ve yalnızca aylaklık nedeniyle bir savaş müfrezesinde birleştiklerine inanıyor.

Son olarak elimizde Tire Başpiskoposu William'ın bakış açısını ortaya koyan bir belge var. Diğerlerinden daha sık alıntı yapılıyor - bu sürüm genel olarak kabul ediliyor. Wilhelm Kudüs'te doğduğundan ve Avrupa'da eğitim gördüğünden, bir yandan yerel kaynaklara erişimi vardı. yazılı kaynaklar bir yandan da öyküsünü doğru bir şekilde sunabilmek için zarif bir üslubu vardı.

“Aynı yıl (1119), Rab'bi tüm ruhlarıyla seven, dindar ve Tanrı'dan korkan birkaç soylu şövalye, sonuna kadar yaşama arzusunu ifade ederek kendilerini İsa Mesih'in hizmeti için patriğin ellerine teslim etti. iffetli davranırlar, tevazu ve itaat gösterirler ve her türlü mal mülkten feragat ederler. Bunların en öne çıkanları saygıdeğer Payne'li Hugh ve Saint-Omer'li Godefroy'du. Ne bir kiliseleri, ne de kalıcı bir evleri olduğundan, kral onlara, Rab'bin Tapınağı'nın güney tarafında bulunan sarayında geçici barınak verdi... Bu şövalyelerin hizmeti, patrik tarafından onlara atfedilir ve Günahların affedilmesi için diğer piskoposlar şunlardan oluşuyordu: en iyi koruma Haydutların ve soyguncuların saldırılarından hacıların yürüdüğü yollar ve patikalar.

Bu versiyonların ortak bir yanı var. Hepsi bunu varsayıyor Hugo de Payns ilk Tapınakçıydı ve Kudüs'ün kralıydı Baldwin II Tapınakçıları ya hacıları korumayı görev sayan şövalyeler olarak ya da askeri deneyimlerini Hıristiyan yerleşimlerini korumak için kullanmak isteyen bir grup dindar olarak tanıdı. Versiyonlar oybirliğiyle Tapınakçıların ilk kez haçlılara göre Kutsal Kabir Kilisesi'nin bulunduğu yerde, yani İsa Mesih'in gömüldüğü yerde yaşadıklarını iddia ediyor. Bu insanlar ancak bir düzen içinde birleştikten sonra, Süleyman Tapınağı'nın bulunması gereken kraliyet sarayının bir kısmını işgal ettiler. İlk başta bu odayı başkalarıyla paylaşmış olmaları mümkündür. hastane görevlileri, Kutsal Topraklarda 1070'den beri var olan bir düzen vardı.

Tarihler, üyelerinin keşiş gibi yaşaması ve savaşçı gibi savaşması gereken bir tarikat yaratma fikrinin kimin aklına geldiği konusunda net bir fikir vermiyor. Savaşçı rahipler mi? Kulağa saçma geliyordu. Savaşçılar kan dökmek zorundaydı ve kan dökmek günahtı. Rahipler, zorla zulmünden şikayet ederek savaşçıların ruhlarının kurtuluşu için dua etti. Savaşçılar, toplumu kanunları ihlal edenlerden korumaya izin verilen gerekli bir kötülük olarak görülüyordu. Bazıları dine geldi, şiddet dolu önceki hayatlarını terk edip keşiş oldular ama amacı savaşlara katılmak olan bir manastır tarikatını kimse duymamıştı.

Bu fikir umutsuzluktan doğdu. İlk Haçlıların başarıları, Kudüs'ü ve İncil'deki türbeleri Hıristiyan hacıların erişimine yeniden açık hale getirdi. Ve her yerden insan kalabalığı gelmeye başladı Hıristiyanlık.

Ancak Kudüs, Trablus, Antakya, Akka gibi şehirler Haçlılar tarafından ele geçirilse de onları birbirine bağlayan yolların çoğu Müslümanların elinde kaldı. Ayrıca bazı küçük kasabaları da ele geçirmeyi başaramadılar. Hacılar kolay av haline geldi. Paskalya 1119'da Kudüs'ten Ürdün Nehri'ne giden yaklaşık yedi yüz hacı saldırıya uğradı. Üç yüz kişi öldürüldü, altmış kişi daha yakalanıp köle olarak satıldı.

Walter Map'in Hugh de Payns'in kuyuyu tek başına nasıl koruduğuna dair hikayesinin kaynağının Tapınakçılar değil, manastırın başrahibi Daniel adında bir Rus olması oldukça muhtemeldir. 1107 civarında Yafa ile Kudüs arasında hacıların su alabileceği bir yer tarif etti. Yakınlarda Müslüman şehri Ascalon olduğundan, geceyi orada "büyük bir korku içinde" geçirdiler; "Sarazenler oradan baskınlar düzenledi ve hacıları öldürdü."

Ancak tehlikeye rağmen Hıristiyanlar Kutsal Topraklara seyahat etme arzularında kararlıydılar. Sonuçta Haçlıların asıl hedefi Kudüs'ü yeniden hacılar için erişilebilir kılmaktı. Halkı korumak için önlemler alınmalıydı, ancak Kral Baldwin ve haçlı ordusunun diğer liderlerinin İncil'deki türbelere giden tüm yolları koruyacak ne halkı ne de araçları vardı. Tapınakçı Düzeni'ni yaratma fikrini kimin ortaya attığı önemli değil, her halükarda yerel soylular tarafından coşkuyla karşılandı. Sonunda Hugo ve arkadaşlarının, hacıların güvenliğini sağlayarak Tanrı'ya en iyi şekilde hizmet edebileceklerine karar verildi.

Başlangıçta Tapınakçılar, papalık tahtıyla hiçbir bağlantısı olmayan izole bir gruptu. Kudüs Patriği Garmund'un onayını aldılar ve 23 Ocak 1120'de Nablus'taki kilise konseyinin katılımcıları arasında yer alabilirlerdi.

Konsey, Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'nın kurulmasını onaylamak için değil, Latin krallıklarının kuruluşundan bu yana geçen yirmi yılda biriken sorunları tartışmak için toplandı. En büyük endişe, son dört yıldır mahsulleri yok eden çekirgelerdi. Bu musibetin, Kudüs'ün fethinden bu yana ahlakın bozulmasından dolayı Allah'ın cezası olduğu yönünde görüş birliği sağlandı. Bu nedenle konsil tarafından kabul edilen yirmi beş bildirinin çoğu bedenin günahlarıyla ilgiliydi.

Bu kilise konseyinde laik soyluların kilise hiyerarşilerinden daha az temsilcisinin yer almadığını belirtmek ilginçtir. Bu durum, mevcut duruma ilişkin kaygıların tüm topluma yayıldığını ve iktidardaki herkesin ortaya çıkan sorunların çözümü için çağrıldığını gösteriyor.

Nablus'taki katedral ilgimi çekti çünkü Tapınakçıların tarihini inceleyen birçok bilim adamı, bu tarikatın yaratılması için bunun gerekli olduğuna inanıyor. Ancak birincil kaynaklara döndüğümde, katedralin belgelerinde Tapınakçılardan hiç bahsedilmediğine ikna oldum. Nablus'ta kabul edilen kanunlar esas olarak din adamlarının ve laik soyluların hangi günahların en ciddi sayılması gerektiği konusundaki bakış açısını ifade ediyor. Yedi kanon zinayı veya büyük eşliliği yasaklıyor ve dördü oğlancılıkla ilgili. Diğer beş kanon ise Hıristiyanlar ve Sarazenler arasındaki cinsel ve diğer ilişkilerle ilgilidir; temaslara ancak ikincisi vaftiz edildikten sonra izin veriliyordu. Görünüşe göre konsey katılımcıları, eğer insanlar tüm bu zulümleri yapmayı bırakırlarsa bir sonraki hasadın daha zengin olacağına inanıyorlardı.

Konseyin kararlarının uygulanıp uygulanmadığına ve bir sonraki yılın hasadının korunup korunmadığına dair elimizde resmi bir kanıt yok. Ama nereden çeşitli kaynaklar bedenin günahlarının da aynı ölçekte işlendiği anlaşılıyor.

Yeni ortaya çıkan bir topluluk olan Tapınakçılarla ilişkilendirilebilecek tek kanon yirmi numaralı kanondu: "Bir din adamı savunma için silah alırsa günah işlemez." Kanun, askeri din adamı haline gelen şövalyeler hakkında hiçbir şey söylemiyor.

Bununla birlikte, bu söz aynı zamanda genel kabul görmüş bakış açısından önemli bir sapma anlamına da geliyordu. Rab için savaşanlara yönelik katı kurallarda bir miktar gevşeme olmasına rağmen, rahiplerin ve keşişlerin savaşlara katılmaları her zaman yasaklanmıştır.

Ancak Nablus'taki katedralden bir yıl önce Antakya surlarının yakınında, hâlâ Kanlı Tarla olarak bilinen yerde Kont Roger ve askerlerinin çoğunun düştüğü bir savaş yaşandı. Patrik Bernard, şehri kurtarmak için keşişler ve rahipler de dahil olmak üzere savaşabilecek herkese silah dağıtılmasını emretti. Şans eseri kavga etmek zorunda kalmadılar ama bir emsal oluşturulmuştu.

Tapınakçı Tarikatı'nın doğduğu atmosfer böyleydi.

Tarikatın kökeni hakkında bizzat tapınakçılar tarafından yayılan efsanelerden biri, tarikatın varlığının ilk dokuz yılında içinde yalnızca dokuz şövalyenin bulunduğunu söylüyor. Bu sayıdan ilk olarak William of Tire tarafından bahsedilmiş, daha sonra tarihçiler tarafından birkaç kez tekrarlanmıştır.

Gerçekten sadece dokuz kişi mi vardı? Zorlu. Tarikat, varlığının ilk yıllarında gözle görülür bir büyüme yaşamasa da, saflarında bu kadar az üye olsaydı yine de ayakta kalamazdı. Belki de dokuz rakamı efsanenin yaratıcıları tarafından seçilmiştir çünkü tarikatın ortaya çıkışından bu yana tam dokuz yıl geçmiştir. Troyes'deki Katedral burada resmi olarak tanındı.

Bazı tarihçiler Tapınakçıların ortaçağ sayısal sembolizminden etkilendiklerine inanıyor. Dokuz bir "dairesel sayıdır": herhangi bir sayıyla çarpıldığında, onu oluşturan rakamların toplamı dokuza eşit olan veya dokuza bölünebilen bir sonuç verir, "ve bu nedenle bozulmaz kabul edilebilir." Tarikatın kuruluşundan yıllar sonra Dante, dokuz sayısının seçildiğini öne sürdü çünkü "dokuz, melek tarikatının kutsal sayısıdır, Teslis'in kutsal sayısının üç katıdır."

İlk Tapınakçıların bu tür ezoterik bilgileri kullanacak kadar eğitimli olduklarını düşünmüyorum. Ancak William of Tire'nin böyle bir bilgisi vardı ve bu fikri ilk kez onun metninde bulduk. Dokuz sayısının William'ın icadı olması ve daha sonra Tapınakçıların onu ödünç alması, efsanenin kendi versiyonuna eklemesi ve zamanla tarikatla ayrılmaz bir şekilde ilişkilendirilmesi oldukça muhtemeldir. Öyle ya da böyle, dokuz sayısı Tapınakçıların sembolizmine girmiştir ve tarikatın bazı şapellerindeki süslemelerde mevcuttur.

Tapınak Şövalyeleri'nin ilk yıllarına dair elimizde çok az bilgi var. Kudüs ve Antakya'da yazılan ve ilk Tapınakçıların imzasını taşıyan birçok mektup günümüze ulaşmıştır. Ancak, bunlar tarikat üyelerine herhangi bir ödül yansıtmıyor; elimizde sadece bu insanların gerçekten var olduğuna ve Kutsal Topraklarda olduğuna dair kanıt var. Ayrıca 1124'ten önce yapılan bağışlara ilişkin bir bilgi de bulunmuyor.

İnsanlar, ister haritadaki boş noktalar, ister bir hikayeyi veya efsaneyi eksik bırakan boşluklar olsun, boşlukları doldurmak isteme eğilimindedir. Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'nın ortaya çıkış tarihinde de tam olarak böyle oldu. Tarihçiler bu olayı bahsetmeye değer bulmadılar, ancak altmış yıldan biraz daha uzun bir süre sonra, tarikatın toplumda zaten önemli bir rol oynadığı dönemde, insanlar her şeyin nasıl başladığını bilmek istemeye başladı.

Efsaneler böyle doğup çoğalmaya başladı. Ve bu süreç günümüzde de devam etmektedir.

(Kısa bilgi tarihsel makale)
Bu askeri-manastır örgütü ülkemizde çeşitli isimlerle bilinmektedir:
-Süleyman Tapınağı'ndan İsa'nın Zavallı Şövalyelerinin Nişanı;
-Kudüs Tapınağındaki Zavallı Kardeşlerin Nişanı;
-Tapınakçıların Düzeni;
- Tapınakçıların Düzeni.

Bu örgütün Fransızca'da da çeşitli isimleri vardır:
-de Templiers;
-Chevaliers du Temple;
-L'Ordre des Templiers;
-L'Ordre du Temple.

İngilizce: Şövalyeler Tapınakları.

İtalyanca: Les Gardines du Temple.

Almanca: Der Templer;
Des Templeherrenordens;
Des Ordens der Tempelherren.

Kuruluşundan sonra Papa tarafından kendisine verilen bu tarikatın Latince resmi adı:
Pauperurum Commilitonum Christi Templiqne Solamoniaci.

Tarikatın Liderleri (Büyük Üstatlar) farklı zamanlarşunlardı (toplamda 22 tane vardı):
1. 1119'dan 24 Mayıs 1136'ya kadar Hugo de Payens;
2. Haziran 1136'dan Şubat 1149'a kadar Robert de Craon;
3. Mart 1149'dan Mayıs 1150'ye kadar Evrard de Bar;
4. Bernard de Tramelay, Haziran 1151'den 16 Ağustos 1153'e kadar;
5. André de Montbard 1153-1156;
6. 22 Ekim 1156'dan 1169'a kadar Bertrand de Blancfort;
7. 1169'dan 1170'e kadar Philip de Milly;
8. 16 Nisan 1170'den 1180'e kadar Odon de Saint-Amand (Eude de Saint-Amand);
9. 3 Ocak 1180'den 30 Eylül 1184'e kadar Arnaud de La Tour;
10. Ekim 1184'ten 4 Ekim 1189'a kadar Gerard de Ridefort;
11. 1189'dan 1193'e kadar Robert de Sablé;
12. 1193'ten 1201'e kadar Gilbert Eral;
13. 1201'den 9 Kasım 1209'a kadar Philippe de Plessier;
14. Guillaume of Charts 1209'dan 26 Ağustos 1219'a kadar;
15. 1219'dan 1232'ye kadar Pere de Montegaudo;
16 1232'den 17 Ekim 1244'e kadar Périgord'lu Armand;
17. 1244'ten 1250'ye kadar Guillaume de Sonnac;
18. 1250'den 1256'ya kadar Renaud de Vichiers;
19. 1256'dan 25 Mart 1273'e kadar Thomas Bero;
20. Guichard de Beaujeu 13 Mayıs 1273 - 1291;
21.Thobaut Gaudini, 1291'den 1298'e;
22. Jacques de Molay, 1298'den 6 Mayıs 1312'ye kadar.

1118'de (1119?), Birinci ve İkinci Haçlı Seferleri arasındaki dönemde, Fransız şövalyeleri Hugo de Payens ve Geoffrey de Saint-Home ile diğer yedi Fransız şövalyesi (André de Montbard, Gundomar, Roland, Geoffrey Bizot, Payne de Mondesir, Archambault de Saint-Eynan), Akdeniz kıyısından Kudüs'e giden yolu haydutlardan ve soygunculardan koruma sorumluluğunu üstlendi. Her şeyden önce, Kudüs'teki Hıristiyan türbelerine ibadet etmek için Kutsal Topraklara gelen Hıristiyan hacıların korunması amaçlanmıştı. Kudüs Kralı Baldwin onlara, ikamet etmeleri için köyün Yahudi Tapınağı olan Süleyman Tapınağı'nın bulunduğu yere inşa edilen kalesi Tapınağın bir bölümünü verdi. Bu şövalye grubu, "Süleyman Tapınağı'ndaki İsa'nın Zavallı Şövalyeleri" (diğer kaynaklara göre "Kudüs Tapınağı'nın Zavallı Kardeşleri") adı verilen askeri-manastır Tarikatı altında birleşti, ancak her gün çağrılmaya başladılar. Tapınakçıları veya Tapınak Şövalyelerini veya Tapınakçıları ikamet ettikleri yerden sonra yaşayın.

Tarikata katılarak şövalyeler aynı anda keşiş oldular; manastıra itaat (itaat), yoksulluk ve bekarlık yemini etti. Tapınakçı Kuralının bizzat St. Bernard tarafından geliştirildiği ve 1128 yılında Papa III. Eugene tarafından Fransa'nın Troyes kentindeki Kilise Konseyinde onaylandığı söylenmektedir. Tapınakçılar Tüzüğü'nün temeli, en katı ve katı tüzük olan Manastır Tarikatı'nın (askeri-manastır değil, sadece Katolik manastır) tüzüğü idi.

Tapınakçılar Tarikatı'na giren şövalye, yalnızca tüm dünyevi yaşamdan değil aynı zamanda akrabalarından da vazgeçti. Yemeği sadece ekmek ve sudan ibaretti. Et, süt, sebze, meyve ve şarap yasaktı. Giysiler sadece en basit olanıdır. Bir şövalye keşişin ölümünden sonra eşyalarında altın veya gümüş eşya veya para bulunursa, kutsal yere (mezarlığa) gömülme hakkını kaybetmişse ve cenazeden sonra keşfedilirse cesedi mezardan çıkarılıp köpeklere atılmak zorunda kaldı.

Aslında bu gereksinimlerin halk için olduğu ortaya çıktı. Tapınakçılar, askeri ganimet, şehvetli eğlence ve şarap içme konusunda en açgözlü olmaları, iman kardeşleri de dahil olmak üzere kimseyi öldürmekten ve soymaktan çekinmemeleri ile ünlendiler. Bu, W. Scott'ın "Ivanhoe" adlı romanında çok iyi anlatılmıştır. Bu bir kurgu eseri olmasına rağmen, tarihi kayıtlar İngiltere'deki tapınakçıların bu davranış tarzını doğrulamaktadır.

Tapınakçı Tarikatı'nın üyeleri üç sınıfa ayrılmıştı:
-şövalyeler;
-rahipler;
- çavuşlar (hizmetçiler, sayfalar, yaverler, hizmetçiler, askerler, muhafızlar vb.).

Diyelim ki Cermen Tarikatı'nın aksine, Tapınakçıların manastır yeminleri tüm sınıflar tarafından kabul ediliyordu ve Kuralın tüm kısıtlamaları Tarikatın tüm üyelerine uygulanıyordu.

Tapınakçı Tarikatı'nın ayırt edici amblemi, şövalyeler için beyaz bir pelerin ve çavuşlar için kahverengi bir pelerin ve kırmızı sekiz köşeli bir haç ("Malta haçı" olarak da bilinir), savaş çığlığı: "Beaucean", bir bayraktı ( "Nonbis Domine" sloganıyla siyah beyaz kumaştan standart) " (Bu ilk kelimeler Mezmur 113'ün 9. Ayet'i “Non nobis Domine, non nobis, sed nomini tuo da gloriam... - bize değil, Tanrım, bize değil, ama adını yücelt...); Tarikatın arması, bir ata binen iki şövalyenin görüntüsüydü (Tapınakçıların yoksulluğunun sembolü).
Bazı kaynaklara göre çavuşların haç resmi eksikti ve “T” harfine benziyordu.

Yazardan. Kırmızı haçlı beyaz pelerinlerin Tapınakçı üniforması gibi bir şey olduğunu ve hepsinin modern subaylar veya askerler gibi aynı şekilde giyindiğini varsaymamalısınız. Haçın kesimi, stili, boyutu ve yeri - bunların hepsi şövalyenin kendisi tarafından belirlendi. Giysilerin üzerinde beyaz bir pelerin ve kırmızı sekiz köşeli bir haç olması yeterliydi. Genel olarak, haçlıların (sadece Tapınakçıların değil) haçlı seferine giderken göğüslerine ve seferden dönerken sırtlarına haç takmaları alışılmış bir şeydi.

Yalnızca asil kökenli Fransızlar (daha sonra İngilizler) Tarikatın Şövalyeleri olabilirdi. Yalnızca onlar en yüksek liderlik pozisyonlarını (büyük üstad, etki alanlarının ustaları, kapitülierler, kale muhafızları, perdeciler vb.) işgal edebilirlerdi. Ancak vatandaşlık konusunda buna tam olarak uyulmadı. Şövalyeler arasında İtalyanlar, İspanyollar ve Flamanlar da var.

Tarikatın çavuşları hem zengin vatandaşlar (toprak sahipleri, muhasebeciler, yöneticiler, mağaza sahipleri, sayfalar vb. pozisyonlarında bulunuyorlardı) hem de sıradan insanlar (gardiyanlar, askerler, hizmetçiler) olabilir.

Katolik Kilisesi rahipleri Tarikatın rahipleri olabilirlerdi, ancak Tarikata katıldıktan sonra böyle bir rahip Tarikatın bir üyesi oldu ve yalnızca Tarikatın Efendisine ve onun en yüksek ileri gelenlerine bağlıydı. Katolik Kilisesi piskoposları ve hatta Papa bile onlar üzerindeki gücünü kaybediyordu. Tarikatın şövalyeleri itirafçı haklarına sahip olmasına rağmen, rahipler Tarikat'ta manevi görevler yerine getiriyorlardı. Tarikatın herhangi bir üyesi dini görevlerini yalnızca tarikatın rahipleri önünde (günah çıkarma, cemaat vb.) yerine getirebilirdi.

Tapınakçı Tarikatı'nın neden hızlı bir şekilde büyük bir popülerlik kazandığını anlamak artık zor, ancak kelimenin tam anlamıyla birkaç yıl içinde saflarında zaten aralarında birçok prens ve dükün de bulunduğu 300'den fazla şövalye vardı.

Belki de Tarikat'a ait olmak, üyelerine kişisel güvenlik ve kendilerinin, akrabalarının ve mülklerinin komşu prenslerin, kralların ve diğer büyük feodal beylerin keyfiliğinden, özellikle de mülkünden bir şövalyenin yokluğunda (haçlı seferine katılım) fiziksel olarak korunmasını sağlamıştır. Haçlı seferi ganimetlerinden mali işlerini iyileştirmelerine izin verdi. Sonuçta, o günlerde Kanunun çok az şey ifade ettiğini unutmamalıyız. Güçlü olan haklıydı. Ve Tarikatın bir üyesini gücendirmek, tüm Tarikatı gücendirmek anlamına geliyordu.

Tarikatın dilenci ilan edilmesine rağmen zenginliği hızla arttı. Feodal beyler farklı ülkeler Tarikat'ın hazinesine akan mülkleri, köyleri, şehirleri, kaleleri, kiliseleri, manastırları, vergileri ve vergileri Tarikat'a verdiler. Zaten 1133 yılında, Navarre ve Kastilya'nın da sahibi olan İspanyol Aragon eyaletinin çocuksuz kralı I. Alonso, ölürken tüm mal varlığını Tapınakçıların ve Hastanecilerin emirlerine miras bıraktı. Bu vasiyet yerine getirilmese de Aragno tahtına çıkan Ramiro el Monje, emirleri çok büyük sadakalarla ödedi. 1222'de Fransız kralı Philip I Augustus, Tarikat'a o dönemde 52 bin altın gibi devasa bir miktar verdi.

Ancak birçok tarihçinin kanıtladığı gibi, Tarikatın zenginliğinin gerçek temeli askeri ganimet ve bağışlar değil, aktif tefecilikti, aslında Avrupa'nın bankacılık sisteminin yaratılmasıydı. Bugün modern bankacılık sisteminin kurucuları olarak kabul edilen Yahudiler henüz sokak sarraflarının üstüne çıkmamışken, Tapınakçılar zaten geliştirilen sistem borç verme, senet, parasal işlemler sadece altın yardımıyla değil, menkul kıymetlerle de yapılıyordu.

1147'de İkinci Haçlı Seferi başlıyor. İki ordu oluşturuldu - Alman ve Fransız. İkincisi Smyrna, Efes ve Laodikya'dan geçti. Ordunun yanında bulunan, iyi eğitimli ve disiplinli, arazi konusunda bilgili küçük bir Tapınakçı müfrezesi, Fransız Kralı VII. Louis'in ordusunun liderini defalarca kurtardı, güvenliği organize etti, sütunun doğru oluşumunu sağladı ve dinlenme ve durma yerlerinin ana hatlarını çizdi. . Bu, Fransızların Atalia limanına güvenli bir şekilde ulaşmasını sağladı. Filistin'e gidecek gemilerin olmaması, deniz yoluyla Oraya yalnızca şövalyeler gidebildi ve karadan giden haçlıların yaverleri ve piyadelerinin hepsi öldü. 1148'e gelindiğinde Filistin'de yalnızca iki haçlı ordusunun kalıntıları toplanmıştı - Almanya Kralı Conrad liderliğindeki Alman ordusu ve VII. Louis liderliğindeki Fransız ordusu.

Tapınakçılar her iki kralı da Şam'a gidip fethetmeye ikna etti. Şam'ı almak mümkün olmadı. Atabek komutasındaki büyük bir Müslüman ordusunun şehre doğru ilerlediği ve haçlıların Avrupa'ya dönmek zorunda kaldığı kısa sürede anlaşıldı.

İkinci Haçlı Seferi tamamen başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Tapınakçıların değeri, Haçlıların Şam'a ulaşmayı başarmaları ve yarı yolda tamamen ölmemeleridir.

İkinci Haçlı Seferi'nin sonu (1148) ile Üçüncü Haçlı Seferi'nin başlangıcı (1189) arasındaki oldukça uzun yarım yüzyıllık dönemde tarih, kuzey Afrika Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki mücadele olayları açısından zengin. Burada her şey vardı - her ikisinin de şiddetli zulmü, ittifakların sonucu, her iki taraftaki şehirlere ihanet ve başarılı saldırılar. Tüm bu olaylarda Tapınakçılar aktif rol alarak hem Hıristiyanlığı Kutsal Topraklara yerleştirmek hem de kendi Hıristiyanlıklarını güçlendirmek için çabalıyorlar. 1177'de Tapınakçılar Ascalon Savaşı'na katıldılar ve katkıda bulundular. önemli katkı Hıristiyanların zaferine; 1179'da Ürdün Nehri kıyısında Selahaddin'e yenildiler ve onunla ateşkes yaptılar.

1187'de Selahaddin Kudüs Krallığını işgal eder ve Tiberya'yı kuşatır. Şehri ele geçirir ve Büyük Üstat Gerard de Ridfort liderliğindeki birçok Tapınakçı yakalanır. Bazı tarihi kaynaklar, Büyük Üstadın İslam'ı kabul ederek ve kendisiyle birlikte ele geçirilen tüm Tapınakçıların idam edilmesini kabul ederek hayatını satın aldığını iddia ediyor. Her ne idiyse, Tiberya'da esir alınan tüm Tapınakçılar arasında sadece o hayatta kalmıştı.

Birkaç hafta içinde krallığın tüm kaleleri düştü. Sonra sıra Yeruşalim ve Sur'a geldi. Tapınak - Tapınakçıların karargahı da Selahaddin'in eline geçiyor.

1189'da Üçüncü Haçlı Seferi başlıyor. Haçlılar, iki yıllık bir kuşatmanın ardından 1191'de Saint-Jean d'Acre (Acres) kalesini ele geçirmeyi başardılar. Kalenin kuşatılmasında aktif rol alan Tapınakçılar, Tapınaklarını şehre (Tarikatın genel merkezinin geleneksel olarak adlandırıldığı şekilde) yerleştirir.

15 Temmuz 1199, yani. Dördüncü Haçlı Seferi'nin en başında haçlılar Kudüs'ü yeniden ele geçirmeyi başarır. Tapınakçılar, eski Tapınaklarının duvarlarında Müslümanlara yönelik acımasız bir katliam gerçekleştiriyor. Tapınakçı Tarikatı'nın ustalarından birinin Papa'ya yazdığı bir mektupta belirttiği gibi, "...bilin ki, Süleyman Tapınağı'nın revakında ve Tapınağın kendisinde, halkımız Sarazenlerin kirli kanına at sırtında biniyordu, atların dizlerine kadar ulaşıyordu.” O dönemin tarihçileri, Kudüs'teki katliam sırasında haçlıların 30 binden fazla Müslüman ve Yahudiyi öldürdüğünü yazıyor.

Ekim 1240'ta, İngiliz kralı III.Henry'nin kardeşi Richard Cornwall, Mısır ve Şam Müslümanlarını kavga etmeyi ve birbirlerine düşürmeyi başardı, ardından Mayıs 1241'de Mısırlılarla bir barış anlaşması imzalamaya çalıştı. Haçlılar Kudüs dahil Filistin'in çoğunu aldılar. O zamanın en büyük zaferini kansız bir şekilde kazanmayı başardı. Bu sırada Haçlıların ortak davasına ihanet eden Tapınakçılar, Şamlılarla komploya girdiler ve onlarla birlikte Mısır Sultanı Ayub'un birliklerine saldırdılar. Dahası, Hastaneciler Tarikatı'nın güçlerine saldırırlar, Akka'daki Töton şövalyelerini nakavt ederler ve kendilerini Akka'da bulan Hastanecilerden bazılarını esir alırlar. Tapınakçılar kardeşlerine karşı son derece zalimce davranırlar ve onların ölenleri gömmelerine bile izin vermezler.

Çok geçmeden, Tatar-Moğollar tarafından Hazar Denizi'nin doğusundaki topraklarından (Sogdiana(?)) kovulan Harezmlilerle ittifak yapan Mısır Sultanı Ayuba, Müslümanları yeniden ayağa kaldırır. kutsal savaş tüm Hıristiyanlarla. Temmuz ortasında Kudüs'ü kuşattı ve altı hafta sonra şehri ele geçirerek, orada Tapınakçıların 1199'da gerçekleştirdiği katliamdan daha aşağı olmayan bir katliam gerçekleştirdi. 1243'te Gazze Muharebesi'nde Mısırlılar Harezmlilerle ittifak halinde saldırıya geçtiler. acımasız yenilgi Haçlıların birleşik kuvvetleri. 33 Tapınakçı, 26 Hastaneci ve üç Cermen savaş alanından canlı çıkmayı başardı.

Böylece Tapınakçıların 1241 yılındaki ihaneti, Hıristiyanların ve Müslümanların Kutsal Topraklar için uzun süredir devam eden mücadelesinde Müslümanlar lehine köklü bir değişime yol açtı. Sonraki Haçlı Seferleri, haçlıların bazen bireysel zaferler elde etmelerine rağmen, gözle görülür herhangi bir olumlu sonuç vermedi. Yedinci Haçlı Seferi (1248-1254) ezici bir yenilgiyle sonuçlandı ve Tapınakçılar burada da iyi performans göstermediler. Kampanyaya katılımları, yakalanan Fransız kralı Louis IX'un fidyesi için para sağlamakla sınırlıydı. Ancak Tapınakçılar, Müslümanların zulmünden kaçan Avrupalı ​​​​sömürgecilerin mülklerine el koymaları ve Hospitaller Şövalyeleri ile olan iç çatışmalarda kendilerini ayırdılar.

1270 yılında Fransız kralı Louis IX, tamamen başarısızlıkla sonuçlanan Sekizinci (son) Haçlı Seferi'ni başlattı. Sonraki yirmi yıl boyunca Mısır padişahları şehirleri Hıristiyanların elinden aldı - Arsuf 1265, Yafa ve Antakya (1268), Hospitaller kalesi Markab (1285), Trablus (1289). Sonra sıra Kudüs'e geldi.

1290'ın sonunda Müslümanlar, o zamanlar Tapınakçılar Tapınağı'nın bulunduğu Akka'ya yaklaştı. Acre'nin savunması Tarikatın Büyük Üstadı Guichard de Bojo tarafından yönetiliyordu. Garnizonda 900 Tapınak Şövalyesi ve Hastaneci olmak üzere 15 bin kişi bulunuyordu. Altı ay süren kuşatmanın ardından Müslümanlar, bir darbe makinesi kullanarak kalenin kulelerinden birini yıkmayı başardılar. Çoğunlukla Hastaneciler olmak üzere garnizonun yaklaşık dörtte birinin kaçınılmaz yenilgisini görünce bir atılım yaptılar ve gemilere başarıyla binerek Kıbrıs adasına kaçtılar. 18 Mayıs 1291'de Müslümanlar kaleye girdi. Savaş sırasında Büyük Üstat de Bojo'nun liderliğindeki yaklaşık 300 Tapınak Şövalyesi kalenin içine düştü. Geri kalanlar (birkaç yüz kişi) Tapınağa sığınmayı başardılar. Tapınakçıların yaklaşık 300 Müslümanı kandırıp Tapınağa soktuğu ve ardından hepsini öldürdüğü birkaç gün süren görüşmelerin ardından, 19 Kasım 1290'da seferin başında ölen adamın oğlu Sultan Amelik Azashraf ortaya çıktı. Sultan Kalawun, Tapınağın altına mayın yerleştirilmesini emretti. Tarihçi D. Legman'ın yazdığı gibi:

“Sabah... Tapınağı fırtınayla ele geçirmek isteyen Sultan, yıkılması emrini verdi. Temelin altına bir tünel kazılmış ve kule ahşap direklerle desteklenmiştir. Bu hazırlıkların ardından mesnetler ateşe verildi. Alevler destekleri zayıflatınca kule korkunç bir çarpışmayla çöktü ve tüm Tapınakçılar ya enkaz altında kaldı ya da yangında yandı.”

Yazardan: Bu kadar muazzam miktardaki çalışmanın 1-2 gün içinde yapıldığı çok şüphelidir. Sonuçta Tapınak büyük bina Birkaç yüz kişinin sığındığı yer. En azından 2-4 ay sürdü. Büyük ihtimalle bu maden kuşatma boyunca Müslümanlar tarafından yerleştirilmişti.

Ancak bazı kaynaklar, Tapınağın ölümünden önceki gece 11 tapınakçının gizli bir geçitten Tapınaktan ayrıldığını, kendilerini bekleyen bir gemiye binerek Tapınakçı Tarikatı'nın tüm hazinelerini yanlarına alarak Kıbrıs'a doğru yola çıktıklarını iddia ediyor. Thibaut Godini dışında isimleri tarih tarafından silindi. Aynı yıl Kıbrıs'ta Tarikatın Büyük Üstadı seçildi.

1298'de, Büyük Üstat unvanı, daha önce İngiltere'nin Büyük Rahibi (Tarikatın İngiltere'deki genel valisi) olan Tapınakçı Tarikatı'nın son lideri Jacques de Molay tarafından giyildi. O zamana kadar Tarikatın etrafındaki durum elverişsizdi. Haçlı Seferleri fikrinin terk edilmesiyle askeri manastır tarikatlarının varlığının anlamı da iğdiş edilmiştir. Cermenler, Tarikatları için bir faaliyet alanı bulmayı başardılar ve kendilerine bir buçuk ila iki yüzyıl daha askeri-politik yaşamda aktif bir yer sağlamayı başardılar. Avrupa'ya taşınarak Baltık Denizi'nin güneydoğu kıyısında yaşayan Prusya ve Litvanyalı kabileleri haç ve kılıç yardımıyla Avrupa medeniyetiyle tanıştırmaya başladılar. Tapınakçıların şansı yaver gitti. Akka'nın düşmesinden sonra artık Kutsal Topraklarda yerleri kalmadı ve Tapınaklarını, Filistin'den kaçan ve Avrupa'da pek hoş karşılanmayan tüm Hıristiyanların sığınağı olan Kıbrıs'a yerleştirdiler.

Jacques de Molay, yalnızca askeri zaferlerin ve Kutsal Topraklara dönüşün Tarikatı kurtarabileceğini ve varlığını uzatabileceğini fark ederek umutsuz bir adım atar - ancak Tapınakçıların yardımıyla bir haçlı seferine girişir ve 1299'da Kudüs'ü fırtınaya sokar. Ancak Tapınakçılar şehri tutamadılar ve 1300'de Filistin'i sonsuza kadar tekrar terk etmek zorunda kaldılar.

Teşkilat hızla paralı askerler ve soyguncular seviyesine iner. 1306 yılında, Fransız kralı IV. Philip'in (Yakışıklı) kardeşi Charles de Valois, karısına Konstantinopolis İmparatoriçesi unvanını vermek isteyen, kendisini zaten Roma'nın gücünden kurtarmış olan Yunan Kilisesi'ne karşı bir haçlı seferi düzenledi. . Papa V. Clement, Tapınakçılarla birleşen Napoli kralı II. Charles'ı, Yunan kralı II. Andronikos'a karşı askeri operasyonlar başlatmaya teşvik ediyor. Bir filoya komuta eden Tapınakçı Roger, Selanik'e çıkar ve fırtınayla ele geçirir, ancak daha sonra Andronikos'un güçlerine saldırmak yerine kıyı boyunca döner ve Katolik olduğunu iddia eden Yunan prenslerinin yönetimi altındaki Trakya ve Mora'yı harap eder.

Bu seferin ardından tarikat zengin ganimetler elde eder, ancak Avrupalı ​​hükümdarların kendisine karşı düşmanlığını uyandırır. Kimse yakınlarda güçlü, organize bir askeri güce sahip olmak istemiyordu (tarihçilere göre, o zamanlar Tarikat'ta 15 bine kadar şövalye, çavuş ve rahip vardı) ve dahası, kontrol edilemeyen, yetkisiz ve saldırgan bir güç. Tarikatın görünüşte sayısız zenginliği ve Avrupa'ya dağılmış ve aynı zamanda hatırı sayılır bir gelir getiren geniş mülkleri, laik yöneticilerin açgözlülüğünü uyandırdı.

Haçlı Seferleri döneminin başlangıcında şövalye tarikatları Papalar tarafından aktif olarak destekleniyordu, çünkü ikincisi onların, papalık tahtını sağlayabilecek, manevi güce ek olarak, aynı zamanda Avrupalı ​​​​hükümdarlar üzerinde geçici güç sağlayabilecek kendi askeri güçlerine sahip olduklarına inanıyordu. Şövalye tarikatlarının büyük özerkliği ve yalnızca laik monarşilerden değil, din adamlarından bile tamamen bağımsız olmaları bundan kaynaklanmaktadır (bazı ülkelerde Katolik piskoposlar ve başrahipler, o zamanlar Roma'dan çok yerel feodal beylere bağımlıydı). Ancak şövalye tarikatlarının özerkleştirilmesi papalık tahtına da acımasız bir şaka yaptı. Büyük Üstatlar kendilerini Roma'dan bağımsız hissetmeye başladılar. Bu nedenle laik hükümdarlar Tapınakçı Tarikatı'nı yok etmeye karar verdiklerinde Papa V. Clement tamamen Fransız kralı Güzel Philip'in yanındaydı. Ancak o zamanlar tamamen krala bağımlıydı. Papalık tahtı bile 1309'da Roma'dan Avignon'a taşındı.

Fransız tüccarlar, soylular ve hatta sıradan insanlarla (Haziran 1306'da Courtille Barbet liderliğindeki Paris isyanı) sürekli mali çatışmalar nedeniyle paraya çok ihtiyaç duyan ve tahtta kalmakta zorluk çeken Fransız kralı IV. Philip, Grand'ın Usta Jacques de Male, yeni bir haçlı seferi organize edildiği iddiasını öne sürerek Tarikatın Kıbrıs'tan Paris'e yerleşmesini erteledi ve Hastane Tarikatı'nı Tapınakçılar ile Tapınakçıların himayesinde birleştirmeyi planlıyor.

De Molay'ın bu niyetlere inanıp inanmadığını veya Philip'in Tarikatı, krala karşı durmadan isyan eden Fransızlara karşı kullanmak istediğine inanıp inanmadığını öğrenmek artık imkansız. Bununla birlikte, Kıbrıs'ta daha fazla kalmak boşunaydı ve Fransa, özellikle güney Fransa'nın büyük bir kısmının Tapınakçı Tarikatı'nın tamamen mülkiyeti altında olması nedeniyle, Tarikatın sahibi olma fırsatını vaat ediyordu.

De Molay, Kıbrıs'taki ana ikametgahı olan Tapınağı korurken, Paris'te yeni bir Tapınak inşa ederek onu güçlü bir sur biçiminde yarattı.

1306 sonbaharında de Molay, 60 şövalyenin eşliğinde, 12 ata altın yükledi (tarikatın altın rezervinin neredeyse tamamı) Paris'e doğru yola çıktı. 1307 kışında de Molay zaten Paris'teydi. Ancak 1305'ten beri Tarikat'a karşı bir komplonun hazırlanmakta olduğunu bilmiyor. Zaten bir iddianame hazırlanıp Papa'ya gönderildi. Fransa, İngiltere, İtalya, Kıbrıs ve diğer ülkelerdeki Engizisyon tarafından tüm Tapınakçıların aynı anda tutuklanmasına ilişkin planlar üzerinde halihazırda anlaşmaya varıldı.

Ekim 1307'nin başında, kralın mühürlü emirleri Fransa'nın tüm şehirlerine "12 Ekim'de açık" notuyla gönderildi. 13 Ekim 1307'de Fransa'nın her yerinde yaklaşık 5 bin Tapınakçı aynı anda tutuklanarak hapsedildi. Aynı şey, hemen ve o kadar kesin olmasa da, diğer ülkelerde de yaşandı. Fransa'da Büyük Üstad'dan son hizmetçiye kadar kesinlikle tüm Tapınakçılar tutuklandı. Bir veya iki yüzden fazla Tapınakçının kaçmayı başaramadığına inanılıyor. Zekice tasarlanmış polis operasyonu, o günlerde polis olmamasına rağmen tam bir başarıydı.

İngiltere'de Kral Edward II, Tapınakçıların tutuklanmasına uzun süre direndi. Aralık ayında Papa Clement V'e, İngiltere'de Tarikatın itibarının kusursuz olduğunu ve bu kadar ciddi suçlamaların nedeninin büyük olasılıkla Fransa Kralı'nın açgözlülüğü olduğunu yazıyor. Ancak Papa'nın İngiltere'deki etkisi çok büyüktü ve Edward, 10 Ocak 1308'de Tapınakçıların tutuklanmasını emretti. Ancak emrin yerine getirilmesi yavaş ve dikkatsizdi. Ocak 1311'de York Şerifi'nin, şehirlerde hâlâ düzinelerce Tapınakçının yaşadığı için kral tarafından azarlandığı biliniyor.

Almanya'da Kral Henry, Tarikat'ın feshedildiğini ilan etmekle sınırlıydı, ancak 1318'de bile Hastaneciler, Tarikat dağılmış olmasına rağmen Tapınakçıların mülklerine sahip olmaya ve kalelerde yaşamaya devam ettikleri konusunda Papa'ya şikayette bulundular.

İtalya'da Papa'nın Tapınakçıları tutuklama emri hızlı ve sıkı bir şekilde yerine getirildi.

Ancak Tarikat'a ezici bir darbe indirildi ve aslında 13 Ekim 1307'de Tapınakçı Tarikatı'nın varlığı sona erdi. Her durumda organize bir güç olarak, yetenekli bir organizasyon olarak. Tarikatın mareşali, kumaşçısı ve saymanı Kıbrıs'ta ancak 27 Mayıs 1308'de tutuklanmış olsa da, Tapınakçılara karşı dava tüm hızıyla devam ediyordu ve Tarikatın bu son yüksek ileri gelenleri sadece kaderlerini bekliyorlardı.

Tarikatın yenilgisinin gerçek nedenleri yukarıda açıkça görülüyor. Bununla birlikte, her zaman olduğu gibi, Engizisyon, Tarikat'a karşı, diyelim ki, resmi suçlamalarda bulundu, ancak açıkça suçlamaların çoğu asılsız değildi.

Her şeyden önce Tarikatın en yüksek liderleri sapkınlık ve saygısızlıkla suçlandı. En önemli suçlama, Tarikatın Hıristiyan dininin değil, İslam ve putperestliğin bir karışımının hakimiyetinde olmasıydı. Pek çok Tapınakçı işkence altında çarmıha tükürdüklerini ve idrarlarını yaptıklarını itiraf etti. Bir takım gelenekler, normlar, davranış kuralları ve kıyafetler Tapınakçılar tarafından açıkça Müslüman dünyasından ödünç alınmıştı. Modern standartlara göre bu oldukça anlaşılabilir bir durumdur - uzun yıllar farklı bir ortamda geçirmiş insanlar, öyle ya da böyle bir şeyi benimserler. Ancak 1187 yılında Hittin Muharebesi'nde mağlup olan Büyük Üstat Gerard de Ridfort'un tüm şövalyeleriyle birlikte yakalandığı ve İslam'ı kabul ettikten sonra Selahaddin Eyyubi tarafından serbest bırakıldığı yönünde deliller mevcuttur. Tapınakçılar üzerinde gerçekten de İslam'ın belirli bir etkisinin olması mümkündür. Sonuçta o zamanın Müslüman dünyası birçok bakımdan Hıristiyan dünyasından daha uygardı. Ve o zamanın şövalyeleri-keşişleri bilim ve okuryazarlık konusunda pek bilgili değillerdi. Müslümanların matematik, astronomi, coğrafya ve diğer birçok bilim ve zanaat alanındaki yüksek bilgisi, Tapınakçılar üzerinde büyük bir etki bırakabiliyordu ve Tarikat içinde Hıristiyanlık ve İslam unsurlarının karışması oldukça mümkündü. Tarikatın rahiplerinin onlarla bağlantılı olmadığını unutmamalıyız. Katolik Kilisesi ve onun doğrudan gözetimi ve etkisi altında değildi çünkü yalnızca doğrudan Papa'ya onarıldılar, yani. aslında kendi suyunda kaynatılır.

Pek çok suçlamanın arasında (toplamda 172 suçlama vardı) birçok Tapınakçının eşcinsellik suçlaması da vardı.

Yazardan. Herhangi bir kişiyi (siyasi şahsiyet, askeri lider), örgütü, kurumu güvenilir bir şekilde karalama, küçük düşürme, karalama yönteminin geldiği yer burasıdır. Bununla birlikte, İncil'i okurken, sizi eski zamanlarda bu kirli ahlaksızlığın çok yaygın olduğuna ikna eden pasajlarla defalarca karşılaşırsınız. O kadar yaygın ki, Hıristiyan dünyasında en ciddi günahlardan biri olarak görülmesi için Kutsal Kitap'ta defalarca kınanması gerekti. Tapınakçıların bu şekilde günah işlemiş olması muhtemeldir, ancak bu, onları suçlayanlardan daha fazla değildir. Evet ve modernite, eşcinsellik suçlamalarının çoğu zaman temelsiz olduğunu ve bu ahlaksızlığın en çok, suçlamaların çoğunlukla diğer insanlara ve kuruluşlara atıldığı topluluklarda (kilise, sanat, edebiyat, şiir ve gazetecilik toplulukları) yaygın olduğunu gösteriyor.

İtirafların çoğu işkence altında alındı. 18 Ekim ile 24 Kasım 1307 tarihleri ​​arasında Paris'te tutuklanan 140 Tapınakçıdan 36'sının işkence altında öldüğünü söylemek yeterli olacaktır.

Yasal olarak Tapınakçı Tarikatı, Papa V. Clement'in 22 Mart 1312 (Vox clamsntis), 2 Mayıs 1312 (Ad providam) ve 6 Mayıs 1312 (Considerantes dudum) boğalarına dayanarak sona erdi. Modern hukuk açısından bunlar hukuki emirlerdir, çünkü ve Tarikat da Papa'nın bir boğası tarafından yaratıldı.

Tapınak Şövalyeleri'nin son Büyük Üstadı Jacques de Molay, kendisine yöneltilen suçlamalardan suçlu bulundu, ölüm cezasına çarptırıldı ve 1314 yılında Paris'te kazığa bağlanarak yakıldı.

Böylece, Orta Çağ tarihinde gözle görülür bir iz bırakan, Haçlı Seferleri döneminin en ünlü üç askeri-manastır örgütünden birinin iki yüz yıllık tarihi sona eriyor. Haçlı Seferleri'nin başlamasıyla birlikte bu tarikatlar doğmuş, gelişmiş, dönemin buluşu olmuş ve sonuyla birlikte siyasi arenadan kaybolmuştur. Tapınakçılar arenayı büyük bir gürültüyle terk ederek arkalarında pek çok efsane bıraktılar; Hastaneciler uzun bir süre sonraki yüzyılların siyasi mozaiğinde yerlerini bulmaya çalıştılar (hatta Rus İmparatoru Paul I, sözde bu Tarikatın Büyük Üstadı seçildi) ve Malta Tarikatı adı altındaki soluk gölgeleri bugün hala varlığını sürdürüyor. Cermenler yüzeyde diğerlerinden daha uzun süre kaldılar. Sadece 16. yüzyılın ortaları yüzyılda Cermen Tarikatı'nın çöküşü başlar. Bugün hala kendi adıyla varlığını sürdürüyor ancak yalnızca bir kamu hastanesi yardım kuruluşudur.

19. yüzyıla gelindiğinde Tapınakçıların adı etrafında mistik nitelikte birçok mit ve efsane birikmeye başladı. Greyhound yazarları bunda özellikle başarılı oldular ve o zamanlar yeni ortaya çıkan Frank-Masonlar hareketi etrafında sansasyon yarattılar. Masonların kendisi de mistisizme eğilimliydi ve Tapınakçı Tarikatı'nın 1312'de sona ermediğini, (modern anlamda) yer altına indiğini ve Frank Masonlarının Tapınakçı davasının doğrudan varisleri ve mirasçıları olduğunu (hangi iş için) ima etmekten hoşlanıyorlardı? ve özü nedir?). 20. yüzyılın ortalarında bir dizi edebiyat şarlatanı, mistik veya yarı mistik tadı olan romanlar yazmak için "Tapınakçıların sırlarını" temel olarak kullandı. Ancak her şey çok daha sıradan ve daha basittir. Tapınakçı Tarikatı vardı ve yenildi, var oldu ve öldü. İşte bu. Diğer her şey kötü olandan, tıpkı partinin altını hakkındaki yeni Rus efsanesi gibi.

İnsanlık tarihinde antik çağ tutkunlarının ve maceraperestlerin yüreklerini heyecanlandıran pek çok gizem vardır. Yüzyılların tozuyla kaplı bu tür gizemler arasında, cevabını muhtemelen kimsenin bulamayacağı bir tane var. Hiç kimse Tapınakçıların tam olarak kim olduğunu bilmiyor; fotoğrafları daha doğrusu görüntüleri makalemizde bulunabilir. Resmi olarak geçmişleri biliniyor okul makalesi. Ancak fanteziye yiyecek sağlayan çok fazla beyaz nokta var.

Başlangıç ​​başladı

“Tapınakçılar kimlerdir?” sorusuna değinmeden önce geçmişe dalmak ve o yılların küresel durumunu incelemek gerekiyor. Batı dünyasının düzenlediği ilk haçlı seferi yeni sona erdi. Papa II. Urban'ın çağrısına yanıt veren dindar gençler, kendi düzenlerini kurmaya karar verir. İlk katılımcıları, kendilerine asil bir hedef koyan dokuz asil şövalyeydi: Kutsal Topraklara giden hacıları korumak. Hugh de Payns başkan seçildi.

Yani Tapınakçılar dini eğilimleri olan bir topluluğun üyeleridir. Kuruluş tarihi 1119 olarak kabul edilir ve ilk tüzükleri yalnızca dokuz yıl sonra 1128'de ortaya çıktı. Ancak gizemli düzenin çok daha önce, 1099'da ortaya çıkması muhtemeldir. Daha sonra Boulogne'lu Godefroy, özel talimatlar verilen dokuz seçilmiş kişiyi zengin Kudüs'e gönderdi. Tapınak Tarikatı olarak bildiğimiz topluluğu kurdular. Ve sonra herkesin istekli ama aynı zamanda değerli insanların toplu olarak işe alınması başladı.

İlk gizem

Ve burada Tapınakçıların bıraktığı ilk gizem yatıyor. Kim bu yiğit şövalyeler? Fanatikler mi, savaşçılar mı yoksa sahtekarlar mı? Bu tarihin haçlı seferine denk gelmesi nedeniyle düzenlerinin tam olarak 1099'da ortaya çıktığı iddia edilebilir. Peki dokuz kişi hacılara nasıl güvenilir koruma sağlayabilir? Tabii ki hayır, özellikle de Kudüs'te kaldıkları ve orada bazı işler yaptıkları için. Ancak hiç kimse, tüzüğün resmi olarak ortaya çıkmasından bu yirmi yıl önce tapınakçıların ne yaptığını bilmiyor. Peki neden varlıklarını sessiz tuttular?

Merovenj hanedanının evladı

Tarikatın organizatörü olan adamın adı Boulogne'lu Godefroy'du. Kendisi eski bir kraliyet ailesi olan Merovenj hanedanına mensuptur. Atalarının geldiği yer olan Kudüs'e duyduğu ilginin yanı sıra tarihte kaybolan bazı sırları da olabilir. Davud ailesinin bir temsilcisi olarak taht üzerinde kendi iddiaları olması muhtemeldir. Dolayısıyla Tapınakçılar, Godefroy'un güvendiği ve gizli amacına ulaşmasına yardımcı olan kişilerdir. Kutsal Toprakların ana şehrinin ele geçirilmesinden bir yıl sonra öldü. İlginçtir ki seçilmiş ama taç giymemişti ve prensip olarak bunu istemiyordu. Kardeşi şehrin ilk hükümdarı olarak kabul edilir. Kendi deyimiyle Kutsal Kabir'in Savunucusu Godefroy'u, topluluk üyelerinin oturmayı sevdiği tapınağa gömdüler.

Diğer kurucular

Boulogne'lu Godefroy'un yanı sıra Hugh de Payns veya Saint-Omer de topluluğu kurabilirdi. İkincisi hakkında isim dışında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor. İlki haçlı seferine katıldı ve Godefroy'u şahsen tanıyordu. Ve o dönemde yakın iletişim halindeydiler, silah arkadaşıydılar. Hugo, Kutsal Topraklara Pogany (Pagan) takma adıyla geldi. Ancak Godefroy ailesi onu sevdi ve Kudüs'ün sonraki kralları (Birinci ve İkinci Baldwin) ona yardım etti. Payne Lordu Şampanya Kontu'nun da Tarikat'a katılması Hugo'nun olağanüstü bir insan olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde asil bir asilzade, tebaasına itaat edebilir mi?

İsim ve amblem

Tapınakçılar en başından beri özeldi. Kim bu zavallı şövalyeler? Kutsal Kabir'in sıradan savunucuları mı yoksa kendi gizli hedefleri olan bir örgüt mü? Muhtemelen gerçek ortada bir yerdedir. Adını Mescid-i Aksa'da toplantı yapma geleneğinden aldılar. Tapınak Tarikatı bu şekilde ortaya çıktı. Ve amblem, tüzüğün kabul edilmesinden çok sonra, 1147-1148'de bir yerde ortaya çıktı. Kardeşleri diğer şövalyelerden ayıran markalı beyaz kıyafetlerin üzerine kırmızı haç dikildi.

Tarikatın muhteşem zenginliği

Yani Tapınakçıların amaçları doğrultusunda Kudüs'te kalan Haçlılar olduğu oldukça açıktır. Başlangıçta yalnızca dokuz üyeden oluşan tarikat, Batı'da büyük saygı görmeye başladı. Her kraliyet mahkemesinin kardeşlerin kendi temsilcisi vardı, toprakları, kaleleri vardı ve mali işlemlerde başarılıydılar. Krallar bile ihtiyaçları için onlardan borç aldı! Tapınakçıların zenginliği hızla arttı ve bu da birçok insanı cezbetti. Kardeşlerin daha önce işledikleri tüm suçları ve günahları affedildi. Şövalyelerin gücü gelirleriyle birlikte arttı. Kendi ikametgahlarını yaratacakları Kıbrıs adasını satın alıyorlar. Bu nedenle şunu sormak mantıklıdır: Tapınakçılar kimdir, zavallı şövalyeler mi, yoksa gerçek Rothschildler mi?

Bu, çoğu zaman yarı boş hazinelere sahip olan Avrupalı ​​\u200b\u200bhükümdarları memnun etmekten başka bir şey yapamazdı. Fransız, papayla birlikte Tarikatı tüm ölümcül günahlarla suçladı, kardeşlerin tutuklanmasını emretti ve onların lehine mallarına el koydu. Son usta Jacques de Molay, hem hükümdarı hem de katliamı kutsayan mürted papayı on üçüncü nesile lanetledi. Tapınakçıların yok edilmesine katılanların tümü, bu olaydan sonraki bir yıl içinde utanç verici bir ölümle unutulmaya yüz tuttu. Tapınakçı Laneti, Tarikatın bir başka gizemidir. Gerçi kalan şövalyeler ustanın ve diğer kardeşlerin yakılmasının intikamını alabilirler.

Düzenin yok edilmesinin nedenleri

Tapınakçılar neden yok edildi? Kim olduklarını zaten kısmen çözdük ama Tarikat'ın neden yargılandığına dair nedenleri aşağıda vereceğiz. Birincisi, pek çok kişinin - ne hükümdarların ne de din adamlarının - hayal bile edemeyeceği sayısız zenginlik. Elbette pek çok kişi bu hazinelerin kendileriyle paylaşılmasını ister. Doğru, zamanın gösterdiği gibi, topluluk tasfiye edildiğinde şövalyeler zaten tüm mallarını kaybetmişti: hazineleri boştu. Belki her şeyi saklamayı başardılar? Ve bu ana gizem musallat olan şövalyeler ışık sevenler için kâr.

İkinci neden ise herhangi bir Hıristiyan ülkenin gücüne ciddi bir tehdit oluşturan kardeşlerin etkisi ve gücüdür. Üçüncüsü ise tapınakçıların vergiden muaf olması, yani Papa'ya vergi ödememeleriydi. Ve bu da papazın hoşuna gitmeyebilirdi.

Mason locası

Tapınakçıların Mason olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Büyük Üstat, ölümünden önce, en katı gizlilik içinde de olsa faaliyetlerini sürdürmeye devam eden bir halefi atamayı başardı. Ayrıca Paris, Edinburgh, Stockholm ve Napoli'de, yani doğu, kuzey, batı ve güneyde dört Mason locası düzenlemeyi başardı. Geriye kalan şövalyelerin, Tapınakçılar Tarikatı'nın kurulmasından çok önce aktif olan Masonlara sığınmış olmaları da muhtemeldir. Bu kapalı örgütler günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

1291'de Akka'nın düşüşünden sonra şövalyelerin Kıbrıs'a, ardından da Paris'e taşınarak Fransız başkentini karargah olarak seçmeleri dikkat çekicidir. Burada Kudüs tapınağını andıran devasa kale duvarlarına benzeyen konutlarını ve tapınaklarını inşa ettiler. Ancak binaların çoğu hayatta kalamadı: ya yıkıldı ya da başka kiliselerin parçası oldular. Ancak Tarikatın Mason locaları şeklindeki buluşu bugün hala aktiftir. Kardeşler Paris'te sakin Cadet Caddesi, 16'da bulunuyorlar. Burada bir genel merkez, bir müze ve diğer birçok kurum var. İç mekanlar uygun semboller ve kıyafetlerle dekore edilmiştir. Salonların zeminleri bile kırmızı beyaz karelerle kaplı. Ve Tapınakçıların ve Masonların gerçekte kim olduğu hala çözülmeyi bekliyor.

Suikastçılar ve Tapınakçılar

Bu iki efsanevi topluluk arasındaki bağlantıdan bahsedebilmek için Tapınakçıları iyi tanımanız gerekiyor. Tapınakçılar, yalnızca kendilerini adamak isteyen Hıristiyanları kabul eden şövalye bir tarikattır. iyi sebep- Hacıları ve Kudüs'teki Kutsal Kabir'i koruyun. Suikastçılar, İslam'ı savunan "Dağın Yaşlı Adamı" Hasan el-Sabah'ın buluşudur. Topluluğun üyeleri ölmeye hazırdı çünkü onları bir ödül bekliyordu: Bakirelerin olduğu Cennet Bahçesi. Ayrıca kafanın sarhoş edici otlar, özellikle esrar ve hipnoz kullandığı da söylendi.

Bu iki örgütün ortak özellikleri vardır: demir disiplin, fanatizm noktasına kadar Tanrı'ya derin inanç, efendinin iradesinin sorgusuz sualsiz yerine getirilmesi, dünya üzerindeki güç ve nüfuz, zenginlik. Üyelerinin resimleri bile oldukça benzer. Ancak gezegende hakimiyet için savaşan farklı dinlere inanıyorlardı. Dolayısıyla "Suikastçılar ve Tapınakçılar kimdir" sorusunu yanıtlayarak onların müttefik değil rakip olduklarını söyleyebiliriz.

Diğer Haçlı emirleri

Okuyucu Tapınakçıların kim olduğunu zaten biliyor. Hastaneciler, Cermenler ise Haçlı Seferleri sırasında ortaya çıkan diğer örgütlerdir. Pek çok ortak noktaları vardı ama farklılıkları da vardı. Farklı mezheplere mensup kardeşler sıklıkla birbirleriyle savaşırdı. Sonuçta Hıristiyan şövalyelerin kafirlerle savaşlara katılmalarına ve İsa adına kan dökmelerine izin veriliyordu. Birbirlerini sapkınlıkla suçlayarak nüfuz için savaştılar. Ancak Tapınakçılar tasfiye edilir ve yasaklanırsa, Cermenler ve Hastaneciler sakin bir şekilde var olabilir ve çalışmalarına devam edebilir. Doğru, Tapınakçılar gibi başarıları asla hayal bile etmediler.

Hastaneye Gelenlerin Düzeni

Tarikatın tarihi, belli bir tüccarın - Amalfi'den Mauro - gezginler ve hacılar için hastane adı verilen bir ev kurduğu 1070 yılına kadar uzanıyor. Yaralı ve hastalara bakım veren, manastırda düzeni sağlayan kişileri bir araya topladı. Toplum o kadar büyüdü ve güçlendi ki, papa ona ruhani şövalyelik tarikatı unvanını verdi.

Hastaneciler itaat, iffet ve yoksulluk yemini ettiler. Sembolleri, sol taraftaki siyah giysilere uygulanan sekiz uçlu beyaz bir haçtı. Cüppenin dar kolları kardeşlerin özgürlükten yoksun olduğunu gösteriyordu. Daha sonra şövalyeler kırmızı kıyafetler giyerek göğüslerine haç diktiler. Üyeler üç kategoriye ayrıldı: papazlar, şövalyeler ve hizmetçiler. Büyük Üstad ve Genel Bölüm tarafından önemli kararlar alındı.

En başından beri Hastane Tarikatı, hastalara ve yaralılara, yoksul hacılara ve terk edilmiş çocuklara yardım etme hedefini belirledi. Ancak daha sonra şövalyeler savaşlarda ve haçlı seferlerinde aktif olarak yer almaya başladı. On dördüncü yüzyılın başlarında Rodos adasına yerleşmişler ve on altıncı yüzyılın ortalarına kadar orada yaşamışlar. Daha sonra Malta'ya yerleştiler ve burada kâfirlerle savaşmaya devam ettiler. Daha sonra Napolyon Malta'yı ele geçirdi ve kardeşleri kovdu. Hastaneciler Rusya'ya bu şekilde geldi.

Soylular ve özgür insanlar, hükümdarlar ve hatta kadınlar bu tarikata katılabiliyordu (Tapınakçılar yalnızca erkekleri kabul ediyordu). Ancak yalnızca aristokratlar Büyük Üstat oldular. Kardeşliğin nitelikleri taç, kılıç ve mühürdü. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından bu yana, Hastaneciler Tarikatı (Ioanlılar, Malta Şövalyeleri), merkezi Roma'da bulunan ruhani ve hayırsever bir kuruluş olarak kabul ediliyor.

Cermen Düzeni

On ikinci yüzyılda Kudüs'te Almanca konuşan hacılar bakımevlerini organize ettiler. Bu, ilk başta Hospitalierlerin resmi bir parçası olan Cermen Tarikatı'nın gelişiminin başlangıcı olarak düşünülebilir. 1199'da tüzük onaylandı ve Büyük Üstat seçildi. Ancak Cermenler şövalye emri nedeniyle ayrıcalıkları ancak 1221'de aldılar. Kardeşler üç yemin etti: itaat, iffet ve yoksulluk. Ve yalnızca Almanca konuşan nüfusun temsilcileri Tarikat'a katıldı. Topluluğun sembolleri beyaz bir pelerin üzerine çizilmiş sıradan siyah bir haçtı.

Çok geçmeden şövalyeler, hastanecilerin görevlerini yerine getirmeyi bıraktılar ve tamamen kâfirlerle savaşa geçtiler. Ancak anavatanlarında Tapınakçıların İngiltere veya Fransa'da sahip olduğu nüfuzun aynısına sahip değillerdi. Almanya zor günler geçiriyordu, parçalanmış ve fakirdi. Cermenler Kutsal Kabir'i diğer şövalyelere bırakarak, çabalarını kendilerine ait olan doğu topraklarını ele geçirmeye yönlendirdiler. Daha sonra dikkatlerini Riga'yı kurdukları kuzey bölgelerine (Baltık devletleri) ve fetihten sonra Prusyalıların mülklerine çevirdiler. 1237'de Cermenler, Rusya'ya gittikleri ancak kaybettikleri başka bir Alman düzeni olan Livonya düzeni ile birleştiler.

Teşkilat, Polonya-Litvanya devletiyle aktif olarak savaştı. Ve 1511'de Hohenzollern'li Usta Albert kendisini Prusya ve Brandenburg'un hükümdarı ilan etti ve organizasyonu tüm ayrıcalıklardan mahrum etti. Cermenler, sefil bir yaşam sürdürerek son darbeden asla kurtulamadılar. Ve ancak yirminci yüzyılda faşistler şövalyelerin geçmişteki erdemlerini övdüler ve haçlarını en yüksek ödül olarak kullandılar. Bu düzen bugün de varlığını sürdürüyor.

Son söz yerine

Peki Tapınakçılar kimdir? Tarih bu soruya henüz kesin bir cevap veremiyor; pek çok şey unutuldu ya da örtbas edildi. Böylece beyaz noktalar doldurulur çeşitli türler Dan Brown ve meslektaşlarının teorisi gibi fanteziler ve orijinal yorumlar. Ancak bu, Tapınakçı Tarikatı'nı antik çağ severler için daha çekici hale getiriyor.

15 Şubat 2014

Tapınak Şövalyeleri'nin veya "Tapınak Şövalyeleri"nin doğuşu, yükselişi ve düşüşünün hikayesi belki de yaşadığımız dünyanın en romantik efsanelerinden biridir.

Ne kadar zaman geçerse geçsin, tarikat şehitlerinin mezarlarındaki kabartmalar kaç asır gri tozla kaplanırsa kaplansın, ne kadar kitap okunursa okunsun, tarih meraklıları onun adını ne kadar anarsa söylesin. büyük Jacques de Molay - yine de, daha önce olduğu gibi, romantikler ve hayalperestler, Farklı ülkelerdeki bilim adamları ve sahtekarlar, "Tapınakçı altını" için bir kampanyaya katılmak üzere hala sırt çantalarını topluyorlar. Bazı insanlar maden ve maden haritalarını ciddi bir şekilde inceliyor, kale kalıntılarını araştırıyor ve Tapınakçıların Avrupa'daki yollarının ana hatlarını çiziyor, diğerleri ise "hazinelerini" en çok satan kitapların sayfalarında arıyor ve onu edebi şöhret aracılığıyla bulmaya çalışıyor.

Ve hiçbirimiz - ne hayalperestler ne de bilim adamları - gerçekte "nasıl olduğunu" öğrenemeyiz. Elimizde yalnızca çağdaşların tarihi kayıtları ve anıları, Engizisyon belgeleri ve bugüne kadar bazen Avrupa'nın soylu ailelerinin kişisel arşivlerinden aniden ortaya çıkan mektuplar ve eski parşömenler kaldı.

Bazı insanlar Tapınakçıların tarihine dini bir çağrışım verirken, diğerleri laik bir çağrışım veriyor. Yüzyıllar boyunca mümkün olduğu kadar gerçeği kendi başımıza keşfetmeye çalışacağız.

François Marius Granier. "Papa II. Honorius, Tapınak Şövalyeleri'nin resmi olarak tanınmasını sağlıyor."

"Tapınak Şövalyeleri"

Birinci Haçlı Seferi'nin başarıyla sonuçlanmasından ve Filistin topraklarında Hıristiyan Kudüs Krallığı'nın (çoğunlukla Avrupalı ​​şövalyelerin yaşadığı ilk askeri devlet) kurulmasından kısa bir süre sonra, ütopik fikirden etkilenen bir hacı akını Kutsal Topraklara akın etti. ​​Hıristiyan tapınakları arasında güvenli bir yaşam. "İsa'nın diyarında" dolaşan insan sürüleri, doğal olarak sadece orijinal bölgelerinin ve şehirlerinin ele geçirilmesine kızan Müslümanların değil, aynı zamanda korkunç ve uzlaşmaz intikamlarının da dikkatini çekti. Hacıların rotalarının geçtiği bölge soyguncular ve katillerle doluydu. Kutsal Şehir'e giden yol hacılar için ölümcül hale geldi.

Avrupalı ​​​​hükümdarlar Haçlı Seferi'nin sonucundan memnundu - görev tamamlandı, Kutsal Topraklar fiilen temizlendi. Kalan Müslüman yerleşim yerlerini parlak Hıristiyan dünyasının yolunda can sıkıcı bir engel olarak görüyorlardı ve cömert araziler vaat edilen şövalyelerin bu engeli yavaş yavaş ortadan kaldıracaklarını umuyorlardı. Bu arada Kudüs Krallığı yavaş yavaş boşalmaya başladı; şövalyeler evlerine, ailelerine ve atalarının yuvalarına doğru koşuyorlardı ve hiçbir ödül onların çoğunu durduramazdı. Her gün şiddete, yağma ve cinayete maruz kalan hacılar için bu durumda ne yapmalı?.. Korunmaya ihtiyaçları vardı.

Tapınakçı Tarikatı tarihinin ilk Büyük Üstadı Hugo de Payen, 1119'da bir süre Kudüs Devleti Kilisesi'ne başkanlık eden Tire Piskoposu William hakkında şöyle yazıyor: “Bazıları asil insanlar Tanrı'ya bağlı, dindar ve Tanrı'dan korkan şövalye kökenleri, tüm hayatlarını iffet, itaat ve mülksüz geçirme arzularını beyan ederek, sıradan kanonların örneğini izleyerek kendilerini hizmet için Lord Patrik'e adadılar. Kral ve Kilise'nin onayını isteyen birçok soylu şövalye, hacıların ve Kutsal Topraklar'da çok sayıda hareket eden tüm Hıristiyanların korunmasının sorumluluğunu üstlenmeye gönüllü oldu. Bunun için laik temeli kilise temelleriyle eşitlenmiş ve uyumlu hale getirilmiş “Dilenci Şövalyeleri” manevi-şövalye tarikatını kurdular. Yani tapınakçı kardeşler tarikata katılırken manastır rütbesini üstlenmediler, ancak ruhsal ve fiziksel olarak aslında onlar oldular.

Tarikat, kurucularından biri olan ve Tarikat tarihindeki ilk Büyük Üstat olan asil şampanya şövalyesi Hugues de Payens tarafından yönetiliyordu. Ve böylece, Kudüs Kralı ve Patriği'nin huzurunda, Hugh ve onun sekiz sadık komutanı - Godfrey de Saint-Omer, André de Montbard, Gundomar, Godfront, Roral, Geoffroy Bitol, Nivart de Mondesir ve Archambault de Saint-Aignan - bir toplantı düzenlediler. Gezici veya yardıma muhtaç Hıristiyanları kanlarının son damlasına kadar koruyacağına yemin etti ve ayrıca üç manastır yemini etti.

Mutlak tarihsel adalet adına, makalenin yazarı, aslında böyle bir düzenin kuruluşunun, zamanının yüzyıllar öncesinde kesinlikle benzeri görülmemiş bir fenomen haline geldiğini belirtmek ister. Bu durumda, bu şövalyeler derneği başka bir manastır tarikatı değildi, bir tür manevi organizasyon değildi - aslında bugün tanıdığımız "kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşlarının" ilkini örgütlediler. Bir fikri teşvik etmek ve fon toplamak. Fikrin propagandası - böyle bir düzenin varlığına duyulan ihtiyaç - hacıların halihazırda devam eden başarılı bir şekilde korunmasından ve fonların toplanmasından oluşuyordu - bu olmadan ne yapabilirdik?.. Sonuçta Tapınakçıların kendileri alışılmadık derecede fakirdi. - öyle ki her iki şövalyeye bir at düşüyordu. Daha sonra, Tapınakçıların etkisi çok geniş bir alana yayıldığında, Tarikatın eski günlerinin anısına bir mühür yarattılar - bu mühür, bir at üzerindeki iki biniciyi tasvir ediyor.

On uzun yıl boyunca Tapınakçılar, kendilerinin yokluğunda Kutsal Aziz Augustine Tarikatı'nın tüzüğünü gözlemleyerek tamamen sefil bir yaşam sürdüler. Kendi sorumluluğu altındaki tarikatın bu kadar feci durumundan kişisel olarak rahatsız olan Kudüs Kralı II. Baldwin "Cüzzamlı", Hugh de Payen'i Papa II. Honorius'a bir girişimde bulunma talebiyle göndermemiş olsaydı, bu durum devam edecekti. İkinci Haçlı Seferi, yeni kurulan devletin topraklarına akın yapmaya devam eden Müslüman savaşçıların küstahlık ihtiyacını öne sürerek.

Baldwin genel olarak "fakir şövalyeler" tarikatına karşı çok olumlu davrandı; hatta kendilerine ait hiçbir mülkü olmayan onlara, Süleyman Tapınağı kalıntılarının güneyindeki sarayında bir kilise bile sağladı, böylece orada toplanabileceklerdi. namaz. Bugünün tanımlarından aşina olduğumuz tarikatın oluşumunun başlangıç ​​​​noktası olan bu gerçekti: insanlara şövalyelere "Tapınaktakiler" adını vermeleri için bir neden veren "Tapınak" (Fransız tapınağı), “tapınakçılar”. Hiç kimse resmi adını hatırlamadı - “Dilenci Şövalyeleri”.

De Payens, az sayıda yoldaşıyla birlikte neredeyse tüm Avrupa'yı dolaştı; yalnızca hükümdarları Haçlı Seferi için asker toplamaya ikna etmekle kalmadı, aynı zamanda yol boyunca küçük ve gönülsüz bağışlar da topladı. Bu gezinin doruk noktası, Hugh de Payens ve Tapınak Şövalyelerinin Fransa'nın Troyes kentindeki Büyük Kilise Konseyi'ndeki varlığıydı ve bu varlık, Papa'nın kişisel isteğinden kaynaklanıyordu.

Bu faydalı oldu ve Tarikatın başı olarak De Payen, Konseyde konuşmanın önemini anladı; iyi bir konuşma Kiliseye destek sağlayabilir ve Kiliseye verilen destek farklı ülkelerin başkanlarına destek sağlayabilir. De Payen uzun ve etkili bir şekilde konuştu ve bu şımarık ve at gözlüklü kilise izleyicilerini, kaynağını Kudüs tahtından alacak harika yeni bir Hıristiyan dünyasının resimleriyle büyüledi. Konuşmasıyla fethedilen Konseyin Babaları, Tapınakçılara olan bariz sempatisini gizlemeyen, orada bulunan Clairvaux'lu Bernard'a, herkesin anlayacağı yeni düzen için bir Şart yazma talebiyle döndü. mutlu ol. Ayrıca Kilise Babaları da şövalyelere büyük bir onur göstererek, onlara her zaman kırmızı haçla süslenmiş beyaz ve siyah kıyafetler giymelerini emretti. Aynı zamanda Tapınakçıların Bosseant adı verilen ilk savaş sancağının prototipi oluşturuldu.
Sistersiyen tarikatına mensup olan Clairvaux başrahibi, bu savaşçı ruhu daha sonra Latin Kuralı olarak anılacak olan Tapınakçı Kuralına dahil etti. Bernard şunları yazdı: “Mesih'in askerleri, düşmanlarını öldürme günahından ya da kendi hayatlarını tehdit eden tehlikeden zerre kadar korkmuyorlar. Sonuçta, Mesih uğruna birini öldürmek ya da O'nun uğruna ölümü kabul etmeye istekli olmak yalnızca günahtan tamamen arınmış olmakla kalmaz, aynı zamanda çok övgüye değer ve değerlidir.”

1139'da Papa II. Masum, o zamana kadar zaten oldukça büyük, zengin bir tarikat haline gelen Tapınakçıların onlara papazlık makamının kurulması, ondalık ödemekten muafiyet gibi önemli ayrıcalıklar verdiğini belirten bir boğa yayınladı. şapel inşa etme ve kendi mezarlıklarına sahip olma izni. Ama en önemlisi, kendi savunucularına sahip olmak isteyen Papa, Tarikatı tek bir kişiye, yani kendisine tabi kıldı ve Tarikatın siyaseti ve yönetiminin tüm sorumluluğunu Üstad'a ve onun şubesine verdi. Bu, Tapınakçılar için mutlak özgürlük anlamına geliyordu. Ve mutlak özgürlük mutlak gücü getirir.

Bu olay Dilenci Şövalyelerine dünyanın tüm yollarını açtı ve tarihlerinde yeni bir sayfa, benzeri görülmemiş bir refah dönemi oldu.

Düzenin Altın Çağı

Başlangıçta, Tarikatın tüm kardeşleri, Şart'a göre iki kategoriye ayrıldı: "şövalyeler" - veya "şövalye kardeşler" ve "bakanlar" - veya "kardeş çavuşlar". Bu unvanların kendisi, yalnızca asil doğumlu şövalyelerin birinci kategoriye kabul edildiğini, asil kökenli olmayan herhangi bir adamın ise sonunda "şövalye kardeş" olma umudu olmadan ikinci kategoriye girebileceğini gösteriyor. Seçilmiş bir kişi olmayan Büyük Üstad -her Üstad yaşamı boyunca halefini seçmek zorundaydı- pratikte sınırsız güç Papa tarafından verilen Tarikatın yönetimi. Başlangıçta Tapınakçılar, rahip kardeşlerin saflarına katılmaya kategorik olarak karşıydılar, ancak yine de, belirli bir on yıl sonra, kurulduğu andan itibaren, Tapınakçıların saflarında belirli bir özel kardeş-keşiş sınıfı bile ortaya çıktı. bu çok uygun ve hatta yerindeydi: keşişler kan dökemezlerdi ve ayrıca tarikatın kendi kiliselerinde ayinler yapıyorlardı.

Kadınların Tarikat'a katılmasına izin verilmediğinden, evli şövalyeler de isteksizce Tarikat'a kabul edildi ve bu da onların kıyafet renk seçimlerini sınırladı. Örneğin evli şövalyeler, fiziksel saflığın ve “günahsızlığın” simgesi olan beyaz cübbe giyme hakkından mahrum bırakıldı.

Evli Tapınakçılardan oluşan aile, başlarının Tarikat'a katılmasının ardından, veraset hattında kıskanılacak bir kaderle karşı karşıya kaldı. Evli bir erkek kardeşin başka bir dünyaya gitmesi durumunda, "Katılım Anlaşması" uyarınca tüm mal varlığı Tarikatın ortak mülkiyetine geçmiş ve karısı, baştan çıkarmamak için kısa sürede mülkü terk etmek zorunda kalmıştır. görünüşüyle ​​​​tarikatın şövalyeleri ve acemileri. Ancak Tapınakçılar ünlü hayırseverler olduğundan, ölen kişinin dul eşi ve yakın aile üyeleri, hayatlarının sonuna kadar her zaman Tarikatın hazinedarlarından (genellikle laik, "işe alınmış" kişiler) tam mali destek aldılar.

Bu üyelik politikası sayesinde, Tapınakçılar Tarikatı kısa sürede sadece Kutsal Topraklarda değil, aynı zamanda Avrupa ülkelerinde de büyük mülklere sahip oldu: Fransa, İngiltere, İskoçya, Flandre, İspanya, Portekiz, İtalya, Avusturya, Almanya, Macaristan.

Yardım: Ortaçağ Tapınak Kalesi (Tour du Temple) günümüze sadece sayfalarda ulaşabilmiştir tarihi belgeler, eski resimlerde ve gravürlerde. Şövalye tarikatının Paris "tapınağı", 1810'da Napolyon I'in kararnamesi ile yıkıldı.

İsa'nın Zavallı Şövalyeleri Katolik Tarikatı, 1119 yılında Kutsal Filistin Toprakları'nda kuruldu. Kudüs'ün Mısırlılar tarafından ele geçirilmesinin ardından tarikatın din adamları Filistin'i terk etti. O zamana kadar Avrupa'da muazzam bir servete ve geniş topraklara sahiplerdi. Şövalye keşişlerinin önemli bir kısmı Fransız soylu ailelerinden geliyordu.

1222'de Paris Tapınağı inşa edildi. Derin bir hendekle çevrili kalenin zaptedilemez olduğu düşünülüyordu. Kale duvarlarının içinde yedi kule yükseliyordu ve iki apsisi ve neşter açıklığı olan Gotik bir kilise vardı. Geniş manastırın duvarları boyunca kışlalar ve ahırlar vardı.

1306 baharında Tapınakçıların Büyük Üstadı gri saçlı Jacques de Molay Paris'e geldi. Ona Tarikatın altmış şövalyesi eşlik ediyordu. Alay başkente atlar ve katırlarla girdi. Rahipler Molay'ın selefi Guillaume de Beaujeu'nun küllerini taşıdılar. Tapınakçıların hazinesi de Paris'e nakledildi.

Tarikatın Efendisinin ikametgahı Tapınağın Ana Kulesiydi. Bu güçlü yapıya ancak kışlanın çatısından açılan bir asma köprüyle ulaşılabiliyordu. Köprü karmaşık mekanizmalar tarafından yönlendiriliyordu. Birkaç dakika içinde yükseldi, ağır kapılar yıkıldı, dövme parmaklıklar yıkıldı ve Ana Kule'ye yerden erişilemez hale geldi. Büyük Üstat kulede yaşıyordu ve yalnızca Bölüme karşı sorumluydu.

Tapınakçı Tarikatı Bölümü kale kilisesinde toplandı. Tapınağın ana koridorunun ortasında mahzene giden sarmal bir merdiven vardı. Mezarın taş levhaları Üstatların mezarını gizliyordu; Tarikatın hazinesi gizli zindanın katlarından birinde tutuluyordu.

Ayrıca bankacılığın kurucuları olarak kabul edilenler Tapınakçılar'dır - sıradan ve "seyahat çekleri" fikrini ortaya atanlar Tarikatın haznedarlarıydı. En ilginç şey, bu programın hala modern bankacılığın bir "klasiği" olduğu söylenebilir. Güzelliğini, sadeliğini ve pratikliğini takdir edin: Bu tür çeklerin varlığı, sürekli olarak soyguncuların saldırılarından ve ölümden korkan gezginleri, altın ve değerli taşları yanlarında taşıma ihtiyacından kurtardı. Bunun yerine, değerli eşyaların sahibi Tarikatın herhangi bir "comturia"sında görünebilir ve tüm bunları hazinesine bırakabilir, karşılığında Baş Haznedar (!!!) tarafından imzalanmış bir çek ve kendisine ait bir baskı alabilir. parmağınızı(!!!), böylece küçük bir deri parçasıyla gönül rahatlığıyla yola koyulursunuz. Ayrıca çekle yapılan işlemler için, çekte belirtilen değerleri bozdururken, Emir küçük bir vergi alıyordu!.. Bir dakika düşünün, bu size modern bankacılık işlemlerini hatırlatmıyor mu?.. Eğer Çekin sahibi limitini tüketebilirdi, ancak paraya ihtiyacı olduğundan, Emir bunu daha sonra geri ödemesi için ona verdi. Ayrıca bugün "" dediğimiz oldukça gelişmiş bir sistem de vardı. muhasebe“: Yılda iki kez, tüm çekler Tarikatın ana komuta ofisine gönderildi, burada ayrıntılı olarak sayıldı, hükümet dengesi derlendi ve arşivlendi. Şövalyeler tefeciliği ya da dilerseniz "banka kredisini" küçümsemediler; zengin herhangi bir kişi yüzde on oranında kredi alabilirken, Yahudi tefeciler ya da devlet hazineleri yüzde kırk oranında kredi veriyordu.

Böylesine gelişmiş bir bankacılık yapısına sahip olan Tapınakçılar, kısa sürede Saray için gerekli hale geldi. Örneğin, yirmi beş yıl boyunca, Tarikatın iki saymanı - Gaimard ve de Milly - Philip II Augustus'un isteği üzerine Maliye Bakanı görevlerini yerine getirirken Fransız monarşisinin hazinesini denetlediler. pratikte ülkeyi yönetmektir. Aziz Louis IX tahta çıktığında, Fransız hazinesi tamamen Tapınağa devredildi ve orada halefinin yönetimi altında kaldı.

Böylece, "fakir şövalyeler" nispeten kısa sürede Avrupa ve Doğu Ülkelerinin en büyük finansörleri statüsünü kazandı. Borçluları arasında, sıradan kasaba halkından saygın kişilere ve Kilise babalarına kadar kesinlikle nüfusun tüm kesimleri vardı.
Hayır kurumu

Rasyonalizasyon ve hayırseverlik faaliyetleri de Tarikat'ın işler listesinde özel bir yere sahiptir.

Tapınakçılar sadece mevcut tarikatların en zengini değil, aynı zamanda fırsatlar açısından yeni kardeşler için en çekici olanı olduğundan, zamanlarının birçok seçkin zekası ve yeteneği onun himayesi altında çalıştı.

Tapınakçılar, bilim ve sanatın gelişmesi, sanatçıların, müzisyenlerin ve şairlerin himayesi için büyük meblağlar harcadılar. Ancak yine de askerler asker olarak kalıyor ve tapınakçıların asıl ilgi alanı jeodezi, haritacılık, matematik, fizik bilimleri, inşaat bilimleri ve navigasyon gibi alanların gelişimiydi. O zamana kadar, Tarikat'ın uzun süredir kendi tersaneleri, krallar tarafından kontrol edilmeyen limanları ve kendi modern ve süper donanımlı filosu vardı - tüm gemilerinin manyetik (!!!) pusulalara sahip olduğunu belirtmek yeterli. Deniz Tapınakçıları, hacıların Avrupa'dan Kudüs Krallığı'na taşınmasıyla ticari kargo ve yolcu taşımacılığında aktif olarak yer aldı. Bunun için cömert ödüller ve kilise desteği aldılar.

Daha az aktif olmayan Tapınakçılar yolların ve kiliselerin inşasıyla meşguldü. Orta Çağ'da seyahatin kalitesi "yolların yokluğuyla çarpılan tam soygun" olarak tanımlanabilir - eğer bir hacıysanız, yalnızca soyguncular tarafından değil, aynı zamanda devlet vergi tahsildarları tarafından da soyulacağınızdan emin olabilirsiniz. Her köprüde, her yolda bir direk. Ve Tapınakçılar, yetkililerin hoşnutsuzluğuna rağmen bu sorunu çözdüler - aktif olarak kendi birlikleri tarafından korunan güzel yollar ve güçlü köprüler inşa etmeye başladılar. Bu yapı aynı zamanda Orta Çağ'a göre tamamen saçma olan bir "finansal olguyla" da ilişkilidir - şövalyeler seyahat için vergi toplamazdı, tek bir para bile!.. Ayrıca, yüz yıldan az bir sürede, Düzen Avrupa'ya yayıldı En az 80 büyük katedral ve en az 70 kilise inşa edildi ve bu kilise ve katedrallerde yaşayan keşişler tamamen Tapınakçılar tarafından desteklendi.

Sıradan insanlar sadece tapınaklara eğilimli değildi; insanlar bu savaşçıların asaletini derinden takdir ediyorlardı. En zor zamanlarda, kıtlığın olduğu ve bir ölçek buğdayın fiyatının otuz üç metelik devasa bir meblağa ulaştığı zamanlarda, Tapınakçılar, ihtiyaç sahiplerinin günlük yemeklerini saymazsak, tek bir yerde bine kadar insanı doyuruyordu.

Molay, Jacques de. Tarikatın Son Büyük Üstadı

Sonun başlangıcı

Tapınak Şövalyeleri'nin haçlı seferi sahnesiVe yine de Tapınakçıların ana çağrısı hâlâ şövalyelik olarak kaldı, özellikle de Kutsal Topraklarda Müslümanlarla devam eden savaşlar. Tarikatın ana fonları ve kaynakları bu savaşlara harcandı. Bu savaşlarda Tapınakçılar başarılı oldu - Müslüman savaşçıların Tapınakçılardan ve Misafirperverlerden o kadar korktukları biliniyor ki, Sultan Sallah ad Din "topraklarını bu pis emirlerden temizlemeye" yemin bile etti.

İkinci Haçlı Seferi'ni ordusuyla yöneten Fransız hükümdarı Louis VII, daha sonra notlarında Tapınakçıların kendisine çok büyük destek sağladığını, Tapınakçılar yanlarında olmasaydı birliklerini nelerin bekleyeceğini hayal bile edemediğini yazdı.

Bununla birlikte, tüm Avrupalı ​​hükümdarlar Tapınakçıların güvenilirliği ve sadakati konusunda bu kadar yüksek bir görüşe sahip değildi. Örneğin birçok kraliyet mensubu Sarazenlerle barış yapılması konusunda ısrar etti ve böylece 1228'de Frederick II Barbarossa bu anlaşmayı imzaladı.

Tapınakçılar öfkeliydi; bu anlaşmaya göre Sarazenler Kudüs'ü Hıristiyanlara teslim etme sözü verdiler. Tarikatın Büyük Üstadı bunu büyük bir stratejik hata olarak değerlendirdi - sonuçta Kudüs pratikte bir abluka altındaydı ve Müslüman topraklarıyla çevriliydi. Ancak Tapınakçıları pek çok nedenden dolayı sevmeyen Frederick ve Tarikatın zenginliği bunlardan en önemlisi değildi. açık çatışmaşövalyeleri ihanetle suçluyor. Tapınakçılar tehditlerle karşılık verdi, ardından Frederick o kadar korktu ki kısa süre sonra birliklerini geri çevirdi ve Kutsal Toprakları terk etti. Ancak Barbaros'un ayrılması, yapılan anlaşmayı iptal etmedi ve durum kötüden felakete dönüştü.

Fransa'nın deneyimsiz Kralı Aziz Louis'in taktik ve siyasi konularda önderlik ettiği Yedinci Sefer, Hıristiyan Krallığının tabutuna son çiviyi çaktı denilebilir. Doğu düzenlemeleri konusunda hiçbir deneyimi olmayan Louis, Tapınakçıların Büyük Üstadı'nın Sarazenlerin ana kalesi Şam Sultanı ile zorluklarla imzaladığı anlaşmayı kendi adına feshetti. Bu aceleci adımın sonuçları hemen farkedildi - hiçbir şey tarafından dizginlenmeyen Müslüman ordusu birbiri ardına zafer kazandı ve Kudüs şövalyeleri arasındaki kayıplar çok büyüktü. Hıristiyanlar şehir üstüne şehir kaybettiler ve hatta uzun bir kuşatma ve şiddetli savaşın ardından Kudüs'ü utanç içinde teslim etmek zorunda kaldılar.

1291 baharında Sarazen Sultanı Kilawun ve birlikleri, o zamanlar Filistin'deki şövalyeliğin son kalesi olan Agra şehrini kuşattı. Çağdaşların anılarına göre savaş gerçekten korkunçtu ve sayısal üstünlük Müslümanların tarafındaydı. Sarazenler savunmayı silip süpürdüler ve şehre hücum ederek Tapınakçıların Büyük Üstadı'nın öldüğü acımasız bir katliam gerçekleştirdiler.

Hayatta kalan Tapınakçılar ve Hastaneciler, ikamet ettikleri kulede saklandılar ve orada düşmana bir süre direnmeyi başardılar, ancak "onları oradan çıkaramayan" Müslümanlar, her şeyi bir anda çözmenin bir yolunu buldular. Aynı anda kuleyi kazmaya ve sökmeye başladılar, bu da onun çökmesine yol açtı. Düştü ve hem şövalyeleri hem de Sarazenleri altına gömdü.

Tüm bu olaylar bir anda Hıristiyan şövalyelik tarihindeki bu bölümü kapatarak Kudüs Krallığı'nın hikayesine son verdi.

Philip IV Fuar (Fransa Kralı)

Düzenin Düşüşü

Kutsal Krallığın çöküşüyle ​​birlikte Tapınakçıların konumu imrenilmez hale geldi. Hem sayısal hem de mali açıdan aynı güce sahip olduklarından, varoluşlarının özü olan ana hedefi kaybettiler: Kudüs'ün korunması ve savunulması.

Tarikata artık ihtiyaç duymayan Avrupalı ​​keşişler ve Kilise, Hıristiyan krallığının çöküşünden onları sorumlu tuttu - ve bu, Tapınakçılar sayesinde bu kadar uzun süre var olmayı başarmasına rağmen. Tapınakçılar, Kutsal Kabir'i bizzat Sarazenlere verdikleri, Tanrı'dan vazgeçtikleri ve koruyamadıkları için sapkınlık ve ihanetle suçlanmaya başladılar. ana değer Hıristiyan dünyası - İsa'nın ayaklarının yürüdüğü topraklar.

Tarikatın konumu, ülkeyi mutlak bir zorba olarak yöneten ve tahtın işlerine kimsenin müdahalesine tolerans göstermeyen Fransız hükümdar Philip IV the Fair'e özellikle uymuyordu. Ayrıca Philip, Tarikat'a büyük miktarda borç yükü altındaydı. Aynı zamanda Philip akıllıydı ve Tapınakçıların en güçlü, en zenginler olduğunun gayet iyi farkındaydı. askeri organizasyon Papa dışında kimseye hesap vermemektedir.

Sonra Philip zorla değil kurnazlıkla hareket etmeye karar verdi. Kendi adına Büyük Üstad Jacques de Mola'ya bir dilekçe yazarak fahri şövalye olarak kabul edilmesini istedi. Zamanının en bilge politikacılarından ve stratejistlerinden biri olarak kabul edilen De Mola, Philip'in sonunda Tarikatın hazinesini kendisine ait kılmak için Büyük Üstatlık görevini üstlenmeye çalıştığını fark ederek bu talebi reddetti.

Philip bu reddetme karşısında çileden çıktı ve Tarikat'ı fethedemeyeceği için herhangi bir şekilde Tarikat'ın varlığını durduracağına yemin etti. Ve çok geçmeden karşısına böyle bir fırsat çıktı.
Tapınak Şövalyelerinin Son Büyük Üstadı Jacques de Maula
Eski bir Tapınakçı, "şövalye kardeş", Tapınakçılar tarafından kendi kardeşini öldürmesi nedeniyle sınır dışı edilmiş, diğer suçlar nedeniyle eyalet hapishanesindeyken hoşgörü umuduyla, Tarikat'tayken işlediği iddia edilen inanca karşı günahlarını itiraf etmişti. diğer kardeşlerle birlikte.

Kral derhal Tarikata karşı bir soruşturma başlattı ve Tapınakçıların tüm ayrıcalıklarını reddetmesi için Papa'ya mümkün olduğunca agresif baskı uyguladı. Bağımsız bir kararname çıkardı ve tüm eyaletlere "tüm Tapınakçıların yakalanması, tutuklanması ve mallarının hazineye devredilmesi" talimatını verdi.

13 Ekim 1307'de sığınmaya vakti olmayan veya ailelerinin yükü altında olan Tarikat üyelerinin neredeyse tamamı Philip'in birlikleri tarafından yakalanıp tutuklandı, mallarına el konuldu.

Engizisyon'un bugün mevcut olan sorgulama protokollerine göre Tapınakçılar, Rab'den vazgeçmek, Haç'a hakaret etmek, sapkınlık, sodomi ve iblis Baphomet'in enkarnasyonlarından biri olan belirli bir "Sakallı Kafaya" tapınmakla suçlanıyordu. Korkunç işkenceye maruz kalan pek çok şövalye hemen hemen her şeyi itiraf etti ve böylece Papa, tüm Avrupalı ​​hükümdarların tüm ülkelerdeki Tapınakçıları tutuklamaya başlaması ve aynı zamanda hazinenin ve Kilise'nin (hem kendilerinin hem de kilisenin) yararına mülklerine el koymaları yönünde bir emir yayınladı. Tarikatın mülkiyeti ve topraklar. Bu boğa, Büyük Üstadın Paris'ten sonra ikinci büyük ikametgahının bulunduğu Almanya, İtalya, İngiltere, İber Yarımadası ve Kıbrıs'ta denemelerin başlangıcı oldu.
Uzun, Avrupa çapında bir soruşturma, işkence ve aşağılamanın ardından, 1310'da Paris yakınlarındaki St. Anthony manastırı yakınında, işkence altında verdikleri ifadeden vazgeçecek gücü bulan 54 şövalye kazığa gitti. Güzel Philip zaferini kutladı - 5 Nisan 1312 tarihli bir papalık boğası ile Tapınak Tarikatı resmen kaldırıldı ve varlığı sona erdi.

Tarikatın Büyük Üstadı Jacques de Molay'ın cezası ancak 1314'te açıklandı - Philip, bir zamanlar isteklerini güvenle göz ardı edebilecek kadar güçlü olan bir adamın aşağılanmasından tam anlamıyla zevk almak istiyordu. Duruşmadan önce, Büyük Üstad, Normandiya Rahibi Geoffroy de Charnay, Fransa Ziyaretçisi Hugues de Peyraud ve Aquitaine Rahibi Godefroy de Gonville suçlamaları tamamen kabul etti ve işlenen zulümlerden tövbe etti. Kilise mahkemesi, Papa'nın inisiyatifiyle onlar için ölüm cezasını hapis cezasıyla değiştirdi. Tarihçiler bunun Üstadın siyasi bir hareketi olduğuna inanıyor; Tapınakçıların duruşması halka açık olarak gerçekleşti. Kararı dinledikten sonra de Molay ve de Charnay, işkence altında alınan önceki itiraflardan açıkça vazgeçtiler. Büyük Üstat Jacques de Molay, bir savaşçı olarak onurunu ve gururunu küçük düşürecek olan hapis yerine ölümü tercih edeceğini açıkladı. Aynı akşam yangın onları da kül etti.

Ve böylece, şenlik ateşleri ve işkence, aşağılama ve iftira içinde, İsa'nın Zavallı Şövalyeleri'nin büyük Tarikatı'nın eşsiz hikayesi sona erdi - bir filin bir fare tarafından mağlup edilmesi. Savaşlar ve yenilgilerle yıkılamayan, açgözlülükle kırılan dev böyle düştü.

Tapınakçılar Tarikatı Kilisesi (Tapınak), Londra, Birleşik Krallık

Kronolojiyi tekrar hatırlayalım:

1095 - Papa II. Urban tarafından ilan edilen ilk haçlı seferi

1099 - Kudüs'ün haçlılar tarafından ele geçirilmesi, Kudüs Krallığı'nın kurulması

1118–1119 - bir grup şövalye, hacıları Müslümanlardan korumak için bir dini kardeşlik kurdu.

1120 - Nablus'taki kilise konseyi yeni kardeşliği dini bir tarikat olarak tanıyor ve Kudüs Kralı II. Baldwin onlara Mescid-i Aksa'nın "Süleyman Tapınağı" binasını veriyor, o zamandan beri onlara Tapınakçılar (tapınakçılar) deniyor.

1128 - Portekiz Kontes Teresa, Portekiz'in Müslümanlarla sınırındaki Sur kalesini Tapınakçılara teslim etmeye karar verdi.

1129 - Troyes Katedrali (Champagne, Fransa). Tarikat, papalığın onayını alır ve tarikatın Latin tüzüğünü benimser.

1130'dan önce - Clairvaux Başrahibi Bernard, yeni düzeni desteklemek için "Yeni Şövalyeliğe Adanmışlık" yazıyor.

1131 - Barselona Kontu Raymond Berenger III, Granien'in sınır mülkiyetini Tapınakçılara devretti

1134 - Krallığını Tapınakçılara, Hastanecilere ve Kutsal Kabir Şövalyelerine miras bırakan Aragon Kralı I. Alfonso'nun ölümü.

1136-1137 - Tapınakçılar Antakya'nın (şimdiki Türkiye) kuzeyindeki sınır bölgelerine yerleştiler

1137 - İngiltere Kraliçesi Boulogne'lu Matilda, Bouillon'lu Godfrey ve Edessa'lı Baldwin'in yeğeni, Essex'teki (İngiltere) toprakları Tapınakçılara devretti

1139 - Papa II. Innocentius, Tapınakçılara daha etkili hareket edebilmeleri için çeşitli dini ayrıcalıklar veren Omne datum optimum boğasını yayınladı.

1143 - Aragon hükümdarı Kont Ramon Berenger IV, Tapınakçılarla Müslümanlara karşı eylemler konusunda bir anlaşma imzaladı ve onları devretti çeşitli topraklar ve kaleler.
1144 - Papa II. Celestine, Tapınakçılara çeşitli dini ayrıcalıklar verdiği Milites Templi boğasını çıkardı; bu, bir yıl sonra Papa Eugene III tarafından çıkarılan Milites Dei boğasında daha da kutsallaştırılacak.

1147-1149 - İkinci Haçlı Seferi

1149-1150 - Tapınakçılar güney Filistin'deki stratejik Gazze kalesini ele geçirdi

1153 - Kudüs Krallığı kuvvetleri Ascalon'u işgal etti

1163-1169 - Kudüs Kralı Amalric Mısır'ı işgal etti

1177 - Montgisard Muharebesi, Kudüs Kralı 4. Baldwin'in Suriye ve Şam hükümdarı Selahaddin'e karşı kazandığı zafer

1179 - Mezaphat Muharebesi, Saladdin'in zaferi, Saladdin, kuzey Celile'deki Tapınakçı St. James kalesini yok eder.

1187 - Hattin Muharebesi: Haçlı devletleri için felaket ve yakalanan tüm Tapınakçıları ve Hastanecileri idam eden Selahaddin'in zaferi. Selahaddin Kudüs'ü ele geçirir ve Tapınakçılar ana ikamet yerlerinden mahrum bırakılır.

1189-1192 - Üçüncü Haçlı Seferi

1191 - Tapınakçılar Acre'deki (şimdiki Acre, İsrail) yeni yerleşim yerlerine yerleştiler.

1191-1126 - Tapınakçılar ile Kilikya Ermenistanı Kralı Leo arasında sürekli savaşlar

1204 - Dördüncü Haçlı Seferi, Konstantinopolis'in fethi (şimdiki İstanbul, Türkiye). Tapınakçılar Yunanistan'da bazı toprakları ele geçirdi.

1217-1221 - Beşinci Haçlı Seferi, Filistin ve Mısır'a askeri seferler.

1218 - Tapınakçılar ve bazı Haçlılar Akka'nın güneyinde Hacı Kalesi'ni (şimdiki Atlit, İsrail) inşa ettiler.

1228-1229 II. Frederick'in Haçlı Seferi, imparator antlaşmayla Kudüs'ün bir kısmını geri verir, ancak Tapınakçıların ikamet ettiği Tapınak Dağı'nı iade etmez.

1129-1230 - Aragon Kralı I. Jaime, Bolear Adaları'ndaki Müslüman mevzilerini ele geçirdi; güçleri Tapınakçıları da içeriyor.

1230 - Tapınakçılar Bohemya'daki (şimdi Çek Cumhuriyeti) ilk mülklerini aldılar.

1233 - Aragon Kralı II. Jaime, Tapınakçıları da içeren güçleri Valensiya'yı işgal etti.

1237 - Tapınakçılar, Antakya Prensliği'ndeki Darbask kalesini Halep Müslümanlarından (şimdiki Halep, Türkiye) geri almaya çalışırken ağır bir yenilgiye uğradı.

1239-1240 - Champagne ve Navarre'lı Thibault'un haçlı seferi.

1240-1241 - Cornwall'lu Richard'ın Haçlı Seferi.

1240 - Tapınakçılar kuzey Celile'deki Safed kalelerini yeniden inşa etmeye başladı.

1241 - Macaristan ve Polonya'nın Moğol istilası, yerel Tapınakçıların da dahil olduğu birleşik Hıristiyan güçleri yenildi.

1244 - Kudüs'ün Harezm Türkleri tarafından ele geçirilmesi. La Forbie Muharebesi'nde Franklar, Harezmlilerle ittifak halindeki Mısır kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgiye uğradı.

1248-1254 - Fransa Kralı IX. Louis'in haçlı seferi: Mısır ve Filistin'deki askeri kampanyalar.

1250 - Mısır'daki Mansur Muharebesi: Haçlılar yenildi ve birçok Tapınakçı öldürüldü.

1260 - Ain Jalut Muharebesi: Moğollar, Mısır Memlükleri tarafından mağlup edildi.

1266 - Mısır Sultanı Baybars, Tapınakçıların Safed kalesini ele geçirdi.

1268 - Baybars Antakya'yı ele geçirdi.

1270 - Kral Louis IX'un Tunus'a ikinci haçlı seferi.

1271-1272 - Edward İngiliz haçlı seferi.

1274 - Lyon Konseyi: hiçbir zaman gerçekleştirilmeyecek olan yeni bir haçlı seferi hakkında tartışmalar.

1289 - Mısır Sultanı Kilawun Trablus'u ele geçirdi (şimdi Tarabalus, Suriye)

1291 - Akka Eşref'in Kilawun oğlu Halil tarafından ele geçirilmesi: Latin Kudüs Krallığı'nın sonu. Tapınakçılar Sidon ve Tortosa (şimdiki Tartuz, Suriye) kalelerini boşaltır ve Kıbrıs'ta karargahlarını kurarlar.

1302 - Tapınakçılar Tortosa yakınındaki bir ada olan Ruad'ı kaybetti.

1306 - Kıbrıs Kralı II. Henry, kardeşi Amaury de Lusignan tarafından tahttan indirildi, Tapınakçılar Amaury'yi destekliyor.

1307 - Fransa'nın tapınakçıları Kral Philip IV'ün emriyle tutuklandı

1310 - Kıbrıs Kralı II. Henry yeniden iktidara geldi ve Tapınakçıları ev hapsine aldı.

1311-1312 - Vienne, Fransa'daki kilise katedrali.

1312 - Papa V. Clement excelso'daki boğa Vox ile düzeni feshetti. Tarikatın mülkiyetini Kudüs St. John Hastanesi Tarikatına (Hospitaliers) devreden boğa Ad providam'ı çıkarır.

1314 - Tarikatın iki önemli ileri gelenleri, Tarikatın Üstadı Jacques de Molay ve Normandiya Komutanı Geoffroy de Charnay Paris'te yakıldı.

1316-1317 - Tapınakçıların Mareşali Aimé de Ozilier ve diğer Kıbrıs Tapınakçıları, rakipleri Kıbrıs Kralı II. Henry'nin hükümdarlığı sırasında hapishanede ölürler.

1319 - Montesa Tarikatı Valensiya'da kurulur ve Valensiya'daki Tapınak Şövalyeleri ve Şövalyeler Hospitaller'ın mülklerini devralır. İsa Tarikatı Portekiz'de kurulur ve oradaki Tapınakçıların mülklerini devralır.
Helen Nicholson'dan alıntı - Tapınak Şövalyesi, çeviri: © www.templarhistory.ru

Burada ek malzemeler bu konu hakkında:

Elit Olarak Şövalyelik ortaçağ toplumu Ve Yazının orjinali sitede InfoGlaz.rf Bu kopyanın alındığı makalenin bağlantısı -

Her ne kadar kuruluş amacı Doğu'da Haçlıların oluşturduğu devletlerin askeri savunması olsa da. Ancak 1291'de Hıristiyan yerleşimciler Müslümanlar tarafından Filistin'den kovuldu ve Tapınakçılar, düzeni korumak için neredeyse tamamen tefecilik ve ticarete yöneldiler, önemli miktarda maddi zenginlik biriktirdiler ve böylece kralların ve papanın kıskançlığına neden oldular. 1307-1314'te. Tarikatın üyeleri tutuklandı ve vahşice zulme uğradı. Roma Katolik Kilisesi, büyük feodal beyler ve krallar, bunun sonucunda düzen kaldırıldı ve feshedildi.

Siparişin geçmişi

Düzenin Kökeni

Ala-Aksa Camii, tapınak tepesinin güneydoğu kısmı. Burası Tapınakçıların karargahıydı.

1099'da Kudüs'ün ele geçirilmesini takip eden yıllarda, Birinci Haçlı Seferi'ne katılanların çoğu Batı'ya döndü ya da öldü ve Doğu'da kurdukları yeni Haçlı devletleri, sınırları gerektiği gibi savunabilecek yeterli birliğe ve yetenekli komutanlara sahip değildi. yeni devletlerden. Sonuç olarak, her yıl Filistin türbelerine saygılarını sunmaya gelen hacılar, genellikle soyguncular veya Müslümanlar tarafından saldırıya uğradı ve haçlılar onlara gerekli korumayı sağlayamadı. 1119 civarında, Fransız asilzade Hugh de Payns, aralarında Godefroy de Saint-Omer'in de bulunduğu sekiz şövalye akrabasını bir araya topladı ve Orta Doğu'daki kutsal yerlere hac ziyaretinde bulunan hacıların korunması amacıyla bir tarikat kurdu. Tarikatlarına "Dilenci Şövalyeleri" adını verdiler. Tarikatın faaliyetleri ve genel olarak tarikat hakkında çok az kişi, tarikatın resmi olarak tanındığı 1128 Troyes Konseyi'ne ve Clairvaux Başpiskoposu Bernard'a, Tarikat'ı özetleyecek olan Şartını geliştirmesi talimatı verilene kadar biliyordu. düzenin temel yasaları. Orta Çağ'ın en büyük tarihçilerinden biri olan Orta Çağ tarihçisi, Tire Başpiskoposu ve Kudüs Krallığı Şansölyesi William, eserinde düzenin yaratılma sürecini belgeliyor:

"Aynı yıl birkaç soylu şövalye, gerçek inançlı adamlar ve Tanrı'dan korkan, ciddiyet ve itaat içinde yaşama, mülklerinden sonsuza kadar vazgeçme ve kendilerini kilisenin yüce yöneticisinin ellerine teslim ederek manastır düzeninin üyeleri olma arzusunu ifade etti. Bunların arasında ilk ve en ünlüsü Hugh de Payns ve Tanrı Frou de Saint-Omer'di. Kardeşliğin henüz kendi tapınağı veya evi olmadığı için kral, Tapınak Dağı'nın güney yamacına inşa edilen sarayında onlara geçici bir sığınak sağladı. Orada duran tapınağın kanonları, belirli koşullar altında duvarlarla çevrili avlunun bir kısmını yeni düzenin ihtiyaçları için terk etti. Dahası, Kudüs Kralı II. Baldwin, maiyeti ve patrik, piskoposlarıyla birlikte, tarikat üyelerinin alabileceği arazilerin bir kısmını (bazıları ömür boyu, diğerleri geçici kullanım için) tahsis ederek tarikata derhal destek sağladılar. bir geçim kaynağı. Öncelikle onlara, günahlarının kefareti olarak, patriğin önderliğinde, "Kudüs'e giden hacıları hırsızların ve eşkıyaların saldırılarından korumaları ve korumaları ve güvenlikleri için mümkün olan her türlü özeni göstermeleri" emredildi.

Tarikatın karargahının yerini gösteren Kudüs haritası

Faaliyetinin en başında, tarikatın yalnızca hacıların korunması emri verilmişti ve tarikatın ilk şövalyeleri, meslekten olmayanların kardeşliği gibi bir şey oluşturdu. Tarikat, Kutsal Kabir Kilisesi'nin hizmetinde olan bir grup şövalyeden oluşuyordu. Kudüs Krallığı'nın hükümdarı II. Baldwin, karargah için Kudüs tapınağının güneydoğu kanadındaki Ala Aksa camisinde bir yer ayırdı. Ve Tapınak Şövalyeleri Düzeni Kararnamesini geliştiren Clairvaux'lu Bernard, tarikatın hamisi oldu.

Clairvaux'lu Aziz Bernard, tarikatın hamisi

Troyes Konseyi'nde hazır bulunan Tapınakçılar, tarikat için Fransa ve İngiltere'de aktif ve başarılı bir işe alım kampanyası başlattılar ve çoğu, Godefroy de Saint-Omer örneğini takip ederek evlerine gitti. Hugh de Payns, Champagne, Anjou, Normandiya ve Flanders'ın yanı sıra İngiltere ve İskoçya'yı da ziyaret etti. Birçok çömezin yanı sıra tarikat, arazi mülkiyeti şeklinde cömert bağışlar da aldı ve bu da onun kalıcı olmasını sağladı. ekonomik durum Batı'da, özellikle Fransa'da ve orijinal "ulusal" bağlılığını doğruladı - emir Fransız olarak kabul edildi. Ancak çok geçmeden bu ruhani şövalye tarikatına katılma fikri, düşman Müslümanların yakınlığının yerel halkı korunma umutlarını haçlılara bağlamaya zorladığı Languedoc ve İber Yarımadası'nı da ele geçirdi. Tarikata katılan her asil, yoksulluk yemini etti ve mülkü tüm tarikatın malı olarak kabul edildi. 29 Mart 1139'da Papa II. Innocentius, Omne Datum Optimum adını verdiği, herhangi bir Tapınakçının herhangi bir sınırı serbestçe geçebileceğini, vergiden muaf olduğunu ve Papa dışında kimseye itaat etmediğini belirten bir bildiri yayınladı.

Siparişin daha da geliştirilmesi

Emrin reddi ve feshi

Jacques de Molay

13 Ekim 1307 sabahı erken saatlerde Fransa'da yaşayan tarikat üyeleri Kral IV. Philip'in yetkilileri tarafından tutuklandı. Tutuklamalar Kutsal Engizisyon adına yapıldı ve Tapınakçıların malları kralın malı oldu. Tarikatın üyeleri en büyük sapkınlıkla suçlandı - İsa Mesih'ten vazgeçmek, çarmıha tükürmek, birbirlerini uygunsuz bir şekilde öpmek ve eşcinselliğe eğilim duymak ve ayrıca gizli toplantılarında putlara tapınmak vb. Aralarında Tarikatın Büyük Üstadı Jacques de Molay ve Baş Denetmen Hugo de Peyraud'un da bulunduğu tutuklanan kişiler neredeyse aynı anda suçlarını itiraf ettiler. Çok sayıda mahkum işkenceye maruz kaldı. De Molay daha sonra Paris Üniversitesi'nde ilahiyatçıların katıldığı bir toplantı öncesinde itirafını kamuoyu önünde tekrarladı. Kral IV. Philip ise Hıristiyan dünyasının diğer hükümdarlarına, kendi örneğini takip etmeleri ve kendi topraklarındaki Tapınakçıları tutuklamaları yönünde acil bir talepte bulundu. Papa Clement V başlangıçta bu tutuklamaları kendi otoritesine doğrudan bir saldırı olarak algıladı. Ancak mevcut durumla yüzleşmek zorunda kaldı ve direnmek yerine olanların sorumluluğunu üstlenmeye çalıştı. 22 Kasım 1307'de Hıristiyan dünyasının tüm hükümdarlarına Tapınakçıları tutuklamalarını ve topraklarına ve mülklerine el koymalarını emrettiği "Pastoralis praeeminentiae" boğasını yayınladı. Bu boğa İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya ve Kıbrıs'ta denemelerin başlangıcı oldu. Tarikatın liderlerini şahsen sorgulamak için iki kardinal Paris'e gönderildi. Ancak Papa'nın temsilcilerinin huzurunda de Molay ve de Peyraud itiraflarını geri çektiler ve acilen diğer Tapınakçılardan da aynısını yapmalarını istediler. 1308'in başında papa, engizisyon süreçlerini askıya aldı. Philip IV ve adamları altı ay boyunca papayı etkilemek için boşuna çabaladılar ve onu soruşturmayı yeniden başlatmaya teşvik ettiler. Müzakerelerin doruk noktası, Mayıs-Haziran 1308'de kral ve papanın Poitiers'de yaptığı toplantıydı; bu toplantı sırasında, birçok tartışmadan sonra, papa nihayet iki adli soruşturma açmayı kabul etti: bunlardan biri, Papalık komisyonu tarafından yürütülecekti. emrin kendisi, ikincisi ise yerel mahkemelerin tarikatın belirli bir üyesinin suçluluğunu veya masumiyetini belirlemek zorunda olduğu piskoposluk düzeyinde bir dizi yargılama olacak. Ekim 1310 için Tapınakçılar davasıyla ilgili nihai kararı verecek olan Viyana Konseyi planlandı. Fransız tahtıyla yakından bağlantılı olan piskoposların kontrolü ve baskısı altında yürütülen piskoposluk soruşturmaları 1309 gibi erken bir tarihte başladı. ve ortaya çıktığı gibi, çoğu durumda Tapınakçılar, şiddetli ve uzun süreli işkenceden sonra orijinal itiraflarını tekrarladılar. Tarikatın faaliyetlerini bir bütün olarak araştıran papalık komisyonu davayı ancak Kasım 1309'da görmeye başladı. Tapınakçı kardeşler, papalık komisyonu karşısında iki yetenekli rahip Pierre de Bologna ve Renaud de Provins'ten ilham aldılar. düzenlerini ve onurlarını tutarlı bir şekilde savunmaya başladılar.

1310 yılının Mayıs ayı başında. Yaklaşık altı yüz Tapınakçı, soruşturmanın başında kendilerinden alınan, 1307'de engizisyon mahkemeleri veya 1309'da piskoposlar önünde yapılan itirafların doğruluğunu tamamen inkar ederek, emri savunma kararı aldı. Papa V. Clement, Konseyi erteledi. 1311'e kadar bir yıl boyunca. Kralın himayesindeki Sansa Başpiskoposu, kendi piskoposluğundaki tarikat üyelerinin vakaları hakkında yeniden bir soruşturma başlattı ve kırk dört kişinin sapkınlığa geri dönmekten suçlu olduğunu tespit etti ve onları başka bir yere nakletti. (dini mahkemelerin cezalarını infaz eden) laik mahkemeye. 12 Nisan 1310 Elli dört Tapınakçı kazıkta yakılmaya ve Paris'in eteklerinde idam edilmeye mahkum edildi. Tarikatın mahkemedeki savunmasının iki ana ilham kaynağından biri olan Pierre de Bologna bir yerlerde ortadan kayboldu ve Renaud de Provins, Sané eyalet meclisi tarafından ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bu infazlar sayesinde Tapınakçılar orijinal ifadelerine geri döndüler. Papalık komisyonunun duruşmaları da ancak Haziran 1311'de sona erdi.

1311 yazında papa, Fransa'dan aldığı ifadeyi diğer ülkelerden gelen araştırma materyalleriyle birleştirdi. Ancak Tapınakçılar yalnızca Fransa'da ve onun hakimiyeti veya nüfuzu altındaki bölgelerde suç itirafını elde edebildiler. Ekim ayında nihayet Viyana Konsili toplandı ve Papa, Tapınakçıların kendilerini şerefsizleştirdiği ve tarikatın artık eski haliyle var olamayacağı gerekçesiyle tarikatın feshedilmesini acilen talep etti. Ancak konsil sırasında kutsal babaların direnişi çok anlamlıydı ve Fransa kralının baskısı altındaki papa kendi başına ısrar etti ve seyirciyi aforoz edilme acısıyla sessiz kalmaya zorladı. 22 Mayıs 1312 tarihli "Vox in excelso" boğası, tarikatın dağıldığını işaret ediyordu ve 2 Mayıs tarihli "Ad providam" boğasına göre, tarikatın tüm mülkleri ücretsiz olarak başka bir büyük tarikata - Hospitallers'a devredildi. . Kısa bir süre sonra IV. Philip, Yasal tazminat olarak Hastanecilerden büyük miktarda paraya el koydu.

İki Tapınakçı kazıkta yakıldı.

Çeşitli Tapınakçılar, kardeşlerin suçlarını kabul etmedikleri durumlarda ömür boyu dahil olmak üzere çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı, manastırlara hapsedildi ve hayatlarının geri kalanında sefil bir yaşam sürdüler. Görünüşe göre liderleri 18 Mart 1314'te papalık mahkemesinin huzuruna çıktılar ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Tarikatın Genel Denetçisi Hugh de Peyraud ve Aquitaine Başrahibi Geoffroy de Gonneville, kararlarını sessizce duydular, ancak Büyük Üstat Jacques de Molay ve Normandiya Rahibi Geoffroy de Charnay yüksek sesle protesto ederek tüm suçlamaları reddettiler ve kutsal olduklarını ileri sürdüler. Tanrı'nın ve insanların önünde düzen hâlâ saftı. Kral, ikinci kez sapkınlığa düştükleri gerekçesiyle derhal kınanmalarını talep etti ve aynı akşam Yahudi Adası olarak adlandırılan Seine nehrinin alüvyonlu adalarından birinde yakıldılar.

Süleyman Tapınağı ile Bağlantı

Tapınakçı Tarikatı tarafından kullanılan haç çeşitlerinden biri

Ne bir kiliseleri ne de kalıcı bir sığınakları olduğundan, kral onlara sarayın güney kanadında, Rab'bin Tapınağı'nın yakınında geçici ikamet izni verdi.""Rab'bin Tapınağı" - Büyük Herod tarafından inşa edilen ve MS 70'lerde Romalılar tarafından yıkılan Kudüs'ün İkinci Tapınağını ifade eder. Kudüs Krallığı'nın varlığı sırasında, Rab'bin Tapınağına sözde- "Saya Kubbesi", diğer adıyla Altın Kubbe veya Arapça'da Kubbet el-Sahra Mescid-i Aksa ("Nihai"), Templum Solomonis - Süleyman Tapınağı olarak adlandırıldı. Kudüs Kralı'nın sarayı, Tapınak Tepesi topraklarında inşa edildi - orada, Romalılar tarafından yıkılan Kudüs Tapınağı'nın bulunduğu yer, sarayın güney kanadında bulunuyordu. Kudüs'ü tasvir eden plan ve haritalarda, 16. yüzyıla kadar Tapınak Dağı'na Süleyman Tapınağı deniyordu. Örneğin 1200 tarihli Kudüs planında "Solomoni Tapınağı" açıkça okunabiliyor. 1124-25 belgelerinde Tapınakçılar kısaca " Süleyman Tapınağı Şövalyeleri" veya " Kudüs Tapınağı Şövalyeleri».

“Gerçek Tapınak, içinde birlikte yaşadıkları Tapınaktır; eski ve ünlü Süleyman Tapınağı kadar görkemli olmasa da daha az ünlü olmadığı doğrudur. Çünkü Süleyman Tapınağı'nın tüm büyüklüğü ölümlü şeylerde, altın ve gümüşte, oyma taşta ve birçok ahşap türünde yatıyordu; ancak mevcut Tapınağın güzelliği, üyelerinin Rab'be olan bağlılıklarında ve örnek yaşamlarında yatmaktadır. Bu, dış güzellikleri nedeniyle takdir edildi, bu, erdemleri ve kutsal eylemleri nedeniyle saygı görüyor ve böylece Rabbin evinin kutsallığı tesis ediliyor, çünkü mermerin pürüzsüzlüğü O'na doğru davranış kadar hoş gelmiyor ve O, duvarların yaldızlanmasından ziyade zihinlerin saflığına daha fazla önem veriyor."

“Onların mülkleri Kudüs Tapınağı'nın içinde bulunuyor; Süleyman'ın antik başyapıtı kadar büyük değil ama daha az görkemli değil. Gerçekte, Birinci Tapınağın tüm ihtişamı ölümlü altın ve gümüşten, cilalı taşlardan ve pahalı ahşaplardan oluşuyordu; şimdiki zamanın cazibesi ve tatlı, hoş dekorasyonu ise onu işgal edenlerin dini coşkusu ve disiplinli davranışlarıydı. İlkinde insan her türlü güzel rengi düşünebilirken, ikincisinde her türlü erdeme ve iyi davranışa saygı duyabilirdi. Gerçekten kutsallık, Tanrı'nın evine uygun bir süstür. Orada parlak mermerin değil, muhteşem erdemlerin tadını çıkarabilir ve yaldızlı paneller yerine saf kalplerin büyüsüne kapılabilirsiniz.
Elbette bu tapınağın cephesi taşlarla değil silahlarla süslenmiş ve duvarları eski altın taçlar yerine kalkanlarla asılmış. Bu ev şamdanlar, buhurdanlar ve testiler yerine eyerler, koşum takımları ve mızraklarla donatılmıştır.”

“1118'de Doğu'da Haçlı şövalyeleri - aralarında Geoffrey de Saint-Omer ve Hugo de Payens'in de bulunduğu - kendilerini dine adadılar ve görüşü her zaman gizli veya açık bir şekilde İslam'a düşman olan Konstantinopolis Patriği'ne bir yemin ettiler. Photius zamanından beri Vatikan. Tapınakçıların açıkça beyan edilen amacı, kutsal yerlerdeki Hıristiyan hacıları korumaktı; gizli niyet, Süleyman'ın Tapınağını Hezekiel'in gösterdiği modele göre yeniden inşa etmektir. Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarındaki Yahudi mistiklerinin öngördüğü böyle bir restorasyon, Doğu Patriklerinin gizli hayaliydi. Restore edilerek Ekümenik Tarikata adanan Süleyman Tapınağı dünyanın başkenti olacaktı. Doğu Batı'ya, Konstantinopolis Patrikhanesi de papalığa galip gelecekti. Tarihçiler, Tapınakçıların (Tapınakçıların) ismini açıklamak için Kudüs Kralı II. Baldwin'in onlara Süleyman Tapınağı'nın yakınında bir ev verdiğini söylüyorlar. Ancak burada ciddi bir anakronizme düşüyorlar, çünkü bu dönemde İkinci Zerubbabel Tapınağı'ndan tek bir taş bile kalmamış, aynı zamanda bu tapınakların bulunduğu yeri belirlemek de zor olmuştur. Baldwin'in Tapınakçılara verdiği evin, Süleyman Tapınağı'nın yakınında değil, Doğu Patriği'nin gizli silahlı misyonerlerinin onu restore etmeyi planladığı yerde bulunduğunu dikkate almak gerekir.
Tapınakçılar, İncil'deki modellerini, bir elinde kılıç, diğer elinde mason küreği ile çalışan Zerubbabel'in duvar ustalarını düşünüyorlardı. Daha sonraki dönemde kılıç ve mala onların alameti olduğundan kendilerini Mason Kardeşliği yani Mason Kardeşliği ilan ettiler."

Haçlı Seferleri dönemindeki faaliyetler

Tapınak Şövalyeleri Mührü. İki atlı, yoksulluk yeminini veya keşiş ile askerin ikiliğini simgeliyor

Bir versiyona göre, önümüzdeki dokuz yıl içinde dokuz şövalye, toplumlarına tek bir yeni üyeyi kabul etmiyor. Ancak Tarikatın 1119'da yaratılışından ya da dokuz yıllık tecritinden şüphe etmemizi sağlayan gerçeklerin var olduğunu belirtmekte fayda var. 1120'de Geoffrey Plantagenet'in babası Anjou'lu Fulk'un Tarikat'a, 1124'te ise Şampanya Kontu'nun kabul edildiği biliniyor. 1126'ya gelindiğinde iki kişi daha kabul edilmişti.

Mali faaliyetler

Tarikatın ana faaliyetlerinden biri finanstı. Ama o zamanlar nasıllardı? Marc Block'a göre "para dolaşımı çok azdı." Bunlar gerçek madeni paralar değil, aktarılabilir, sayılabilen madeni paralardı. “Fransız hukukçular, madeni paranın gerçek değeri (altın ağırlığı) ile doğal değeri, yani parasal bir işarete, bir değişim aracına dönüşmesi arasındaki farkı ancak 13. yüzyılın sonlarında güçlükle ayırmaya başladılar. ” diye yazdı Jacques Le Goff. Livre'nin değeri 489,5 gr altından (Karolenj dönemi) 1266'da 89,85 gr'a ve 1318'de 72,76 gr'a değişti. Altın sikke basımı 13. yüzyılın ortalarından itibaren yeniden başladı: florin 1252 gr (3.537 gr); Louis IX'un ecu'su; Venedik dükası. Gerçekte, J. Le Goff'a göre gümüş basılmıştı: Venedik kuruşu (1203), Floransa (c. 1235), Fransa (c. 1235). Bu nedenle parasal ilişkiler ağır bir yapıya sahiptir ve bu da onları biraz zorlaştırmaktadır. Herhangi bir zenginlik derecesini değerlendirmeye çalışmak, yetersiz sonuçlara yol açabilir. Örneğin, livre'nin 367-498 g arasında dalgalandığı 1100 yılı seviyesine veya livre 72,76 g seviyesine göre değerlendirebilirsiniz. Böylece, herhangi bir eserin yazarı, verileri kullanarak sonuca ulaşabilir. Örneğin Tapınakçıların muazzam miktardaki zenginliğine ihtiyacı var.

Yüksek risk nedeniyle finansal işlemlerden yalnızca belirli kişi ve toplulukların para kazandığını belirtmek gerekir. Tefecilik genellikle İtalyanlar ve Yahudiler tarafından uygulanıyordu. Rekabetleri, genellikle "toprak ve meyvelerin" güvenliği karşılığında para veren manastırlardan geliyordu. Kredinin amacı genellikle Kudüs'e hac ziyaretiydi ve dönem oradan dönüştü. Kredi tutarı teminat tutarının 2/3'ü kadardı.

Tapınakçı Tarikatı bu finansal faaliyet alanında çok daha saygın görünüyordu. Sadece laik bir örgüt olarak değil, aynı zamanda manevi bir örgüt olarak da özel bir statüye sahipti; sonuç olarak, Tarikatın tesislerine yapılan saldırılar saygısızlık olarak kabul edildi. Ayrıca Tapınakçılar daha sonra papadan mali işlemlerde bulunma hakkını da alarak faaliyetlerini açıkça yürüttüler. Diğer cemaatler ise her türlü hileye başvurmak zorunda kaldılar (örneğin Yahudilere faiz karşılığında para vermek).

Çeklerin mucidi Tapınakçılardı ve eğer depozito miktarı tükenirse artırılabilir ve daha sonra akrabalar tarafından yenilenebilirdi. Nihai hesaplamalar için yılda iki kez kontroller tahliye ofisine gönderiliyordu. Her çeke emanet sahibinin parmak izi eşlik ediyordu. Emir, çeklerle yapılan işlemler için küçük bir vergi alıyordu. Çeklerin varlığı, insanları (para rolünü oynayan) değerli metalleri taşıma ihtiyacından kurtardı; artık küçük bir deri parçasıyla hac yolculuğuna çıkmak ve herhangi bir Tapınakçı topluluğundan tam bir madeni para almak mümkündü. Böylece çek sahibinin parasal mülkü, Orta Çağ'da sayıları oldukça fazla olan soyguncular için erişilemez hale geldi.

Karşılaştırma için Tarikat'tan% 10 oranında kredi almak mümkündü: kredi ve kredi ofisleri ve Yahudiler% 40 oranında kredi verdi. Ancak Haçlı Seferleri'nden bu yana papalar, haçlıları "Yahudi borçlarından" kurtardı ama her halükarda bunları Tapınakçılara verdi.

Steward'a göre, “Tapınakçıların en uzun mesleği ve Kilise'nin tefecilik üzerindeki tekelini kırmaya yaptıkları katkı ekonomiydi. Hiçbir ortaçağ kurumu kapitalizmi ilerletmek için bundan daha fazlasını yapmadı.”

Tarikatın devasa arazileri vardı: 13. yüzyılın ortalarında yaklaşık 9.000 manuar; 1307'de yaklaşık 10.500 manuari vardı. Orta Çağ'da manuarium, geliri bir şövalyeyi silahlandırmayı mümkün kılan 100-200 hektarlık bir arazi parçasıydı. Bununla birlikte, St. John Tarikatı'nın topraklarının, Tapınak Tarikatı'nın topraklarının iki katından daha büyük olduğunu belirtmek gerekir.

Yavaş yavaş Tapınakçılar Avrupa'nın en büyük alacaklıları haline geldi. Borçluları arasında köylülerden krallara ve papalara kadar herkes var. Bankacılık işleri o kadar gelişmiş ki Philip II Augustus, maliye bakanlığı görevlerini Tarikatın saymanına emanet etti. "25 yıl boyunca kraliyet hazinesi, Tarikatın saymanı Gaimar ve ardından Jean de Milly tarafından yönetildi." Aziz IX. Louis döneminde kraliyet hazinesi Tapınak'ta bulunuyordu. Louis'in halefi döneminde orada kalmaya devam etti ve neredeyse Tarikat'ın hazinesiyle birleşti. Lozinsky, "Tarikatın baş saymanı, Fransa'nın baş saymanı oldu ve ülkenin mali yönetimini yoğunlaştırdı" diye yazıyor. 100 yıl önce sadece Fransız kralları devlet hazinesini Tapınakçılara emanet etmiyordu; Kudüs hazinesinin anahtarlarından biri de Tapınakçılara aitti.

Sipariş aktif inşaat çalışmaları yürüttü. Doğuda ise çoğunlukla kale inşa etmek ve yol döşemekten ibaretti. Batıda - yollar, kiliseler, katedraller, kaleler. Filistin'de Tapınakçıların Tortosa, Feb, Toron, Castel Pelegrinum, Safet, Gastin ve diğerleri gibi 18 önemli kalesi vardı.

J. Maillet, yüz yıldan kısa bir süre içinde Tarikatın Avrupa'da "80 katedral ve 70 küçük tapınak" inşa ettiğini söylüyor.

Ayrı olarak, Tapınakçıların yol inşaatı gibi bu tür faaliyetlerini vurgulamak gerekir. O zamanlar, yolların olmaması, "gümrük engellerinin" çokluğu - soyguncular ve korsanlar hariç, her küçük feodal bey tarafından her köprü ve zorunlu geçiş noktasında alınan ücretler ve harçlar seyahat etmeyi zorlaştırıyordu. Ayrıca S.G. Lozinsky'ye göre bu yolların kalitesi son derece düşüktü. Tapınakçılar yolları korudular ve kavşaklarda geceyi geçirebilecekleri topluluklar inşa ettiler. Tarikatın yollarında insanlar korunuyordu. Önemli bir detay: Orta Çağ'a özel bir durum olan bu yollarda seyahat için gümrük vergisi alınmıyordu.

Tapınakçıların hayırsever faaliyetleri önemliydi. Tüzük onlara haftada üç kez evlerindeki yoksulları doyurmalarını emrediyordu. Avludaki dilencilerin yanı sıra dört kişi de masada yemek yiyordu. G. Lee, Mostera'daki kıtlık sırasında bir ölçek buğdayın fiyatı 3 meteliklerden 33 meteliğe yükseldiğinde Tapınakçıların günde 1000 kişiyi doyurduğunu yazıyor.

Akka düştü ve emirler ikametgahlarını Kıbrıs'a taşıdı. Bu olaydan çok önce Tapınakçılar, birikimlerini ve geniş bağlantılarını kullanarak Avrupa'nın en büyük bankacıları haline geldiler ve faaliyetlerinin askeri tarafı arka planda kaldı.

Tapınakçıların etkisi özellikle İspanya, Fransa ve İngiltere'de büyüktü. Emir zorlu bir hal aldı hiyerarşik yapı başında Büyük Üstad var. Şövalyeler, papazlar, yaverler ve hizmetçiler olmak üzere dört kategoriye ayrılmışlardı. Tarikatın en güçlü olduğu dönemde şövalyeler ve hizmetkarlardan oluşan yaklaşık 20.000 üyesi olduğu tahmin ediliyor.

Güçlü bir komutanlıklar ağı sayesinde - 13. yüzyılda beş bin kişi vardı, bunlara bağlı kaleler ve manastırlar - neredeyse tüm Avrupa ve Orta Doğu'yu kapsıyordu, Tapınakçılar düşük kredi faiz oranlarıyla sadece kendilerine emanet edilen değerli eşyaların korunması, aynı zamanda borç verenden borçluya veya ölen hacıdan mirasçılarına bir yerden bir yere nakledilmesi.

Tarikatın mali faaliyetleri ve aşırı zenginliği kıskançlık ve düşmanlığa neden oldu dünyanın en güçlüsü bu, özellikle Tapınakçıların güçlenmesinden korkan ve sürekli para sıkıntısı çeken (kendisi de tarikatın büyük borçlularından biriydi) Fransız kralı Adil IV. Philip, mülklerini ele geçirmeyi arzuluyordu. Tarikatın özel ayrıcalıkları (yalnızca papalık papazının yargı yetkisi, yerel feodal beylerin yargı yetkisi dışında tutulması, kilise vergilerini ödemekten muafiyet vb.), kilise din adamlarının ona karşı düşmanlığını uyandırdı.

Düzenin İmhası

Fransa Kralı ile Papa arasında gizli görüşmeler

Rastgele bir ihbarı bahane olarak kullanan Philip, birkaç Tapınakçının sessizce sorguya çekilmesini emretti ve ardından Papa Clement V ile gizli görüşmelere başladı ve tarikattaki durumun soruşturulması konusunda ısrar etti. Kralla ilişkileri ağırlaştırmaktan korkan papa, biraz tereddüt ettikten sonra bunu kabul etti, özellikle de alarma geçen emir soruşturmaya itiraz etmeye cesaret edemediği için.

Sonra Philip IV, grev zamanının geldiğine karar verdi. 22 Eylül 1307'de Kraliyet Konseyi, Fransa'da bulunan tüm Tapınakçıların tutuklanmasına karar verdi. O zamanın otoriteleri için hiç de kolay olmayan bu operasyon için üç hafta boyunca son derece gizlilik içinde hazırlıklar yapıldı. Kraliyet yetkilileri, askeri müfreze komutanları (yerel sorgulayıcıların yanı sıra) son ana kadar ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı: Emirler, yalnızca 13 Ekim Cuma günü açılabilen mühürlü paketler halinde alınıyordu. Tapınakçılar gafil avlandı. Direnişi düşünmenin bir anlamı yoktu.

Kral, papanın tam rızasıyla hareket ediyormuş gibi davrandı. Aynı kişi, Philip'in ustaca gerçekleştirdiği "polis" eylemini ancak olay gerçekleştikten sonra öğrendi. Tutuklananlar derhal dine ve ahlaka karşı çok sayıda suçla suçlandı: küfür ve İsa'ya inanmamak, şeytana tapmak, ahlaksız yaşam, çeşitli sapkınlıklar.

Sorgulama, sorgulayıcılar ve kraliyet hizmetkarları tarafından ortaklaşa yürütüldü ve çoğu acımasız işkence ve bunun sonucunda elbette gerekli ifadeler alındı. Philip IV, onların desteğini kazanmak ve böylece papanın itirazlarını etkisiz hale getirmek için Mayıs 1308'de Genel Meclis'i bile topladı. Resmi olarak Roma ile olan anlaşmazlık Tapınakçıları kimin yargılaması gerektiğiyle ilgiliydi, ama özünde onların servetini kimin miras alacağıyla ilgiliydi.

suçlamalar

1. İsa Mesih'i inkar etmek ve çarmıha tükürmek. Charles Heckerthorn burada Orta Çağ'a özgü kilise ayinlerinin teatralliğini, Aziz Petrus'un tahttan çekilmesiyle paralel olarak görüyor. Böylece Tarikat, Mesih'i reddeden ve Kutsal Haç'a saygısızlık eden, yani kutsala saygısızlık eden bir kişiyi kabul etti. Ve Tarikat, bu mürtedten niteliksel olarak yeni bir Hıristiyan - İsa'nın ve Tapınağın Şövalyesi - yarattı ve böylece onu sonsuza kadar kendine bağladı.
2. Başka bir seçenek G. Lee tarafından sunulmaktadır. Feragat etmenin, Tarikat'ta bir tarikat haline getirilen yaşlılara itaat yemininin bir sınavı olduğunu söylüyor. Örneğin, Jean d'Aumont, Tarikat'a kabul edildiğinde çarmıha tükürmesi emredildiğinde tükürdü, ardından bir Fransiskan'a günah çıkarmaya gitti, o da ona güvence verdi ve kefaret olarak üç Cuma oruç tutmasını emretti. Şövalye Pierre de Sherru, inisiyasyon sırasında emir üzerine, başrahibin küçümseyerek gülümsediği "Tanrı'dan vazgeçiyorum" ifadesini söyledi. Ancak herkes Tanrı'dan vazgeçmeyi ve çarmıha tükürmeyi kolayca kabul etmedi - daha sonra birçok erkek kardeşin bunun bir şaka olduğunu söyleyerek (Ed de Bur gibi) rahatlatılması gerekti. Vücudun çeşitli yerlerini öpmek
3. . Henry Lee, bunun ya bir itaat sınavı ya da şövalyenin hizmet eden kardeşiyle alay etmesi olabileceğini öne sürüyor. Öpücükler genellikle yalnızca çalışanlardan istenirdi..
4. oğlancılıkİdolün etrafında vücuda takılan bir ipin kutsaması
5. . Bir rahibin ifadesine göre Tapınakçılar her halükarda ip elde ediyorlardı ve eğer ip kırılırsa dokuma kamış bile kullanıyorlardı..

Tarikatın rahipleri komünyon sırasında Kutsal Hediyeleri kutsamadılar ve Ayinin formülünü çarpıttılar.

1. Engizisyonun Tapınakçılara karşı yönelttiği suçlamaların listesi:
2. şövalyeler, bazen toplantılarında kendilerine görünen bir kediye tapıyorlardı;
3. her ilde putlar, yani kafalar (bazılarının üç yüzü, bazılarının ise yalnızca bir yüzü vardı) ve insan kafatasları vardı;
4. özellikle toplantılarında bu putlara tapıyorlardı;
5. bu putlara Tanrı'nın ve Kurtarıcı'nın temsilcileri olarak saygı duyuyorlardı;
6. Tapınakçılar, başın onları kurtarabileceğini ve zengin edebileceğini iddia ediyordu;
7. putlar tüm serveti tarikata verdi;
8. putlar toprağın meyve vermesini, ağaçların çiçek açmasını sağladı;
9. bu putların her birinin başını bağladılar ya da kısa iplerle onlara dokundular, daha sonra bunları gömleklerinin altına giydiler;
10. Tarikatın saflarına yeni bir üye kabul edildiğinde, kendisine yukarıda bahsedilen kısa ipler (veya kesilebilen uzun bir ip) verildi;

Duruşma: Tapınakçıların farklı ülkelerdeki duruşmasının genel ve özel yönleri

En acımasızının Fransa'daki Tapınakçılara yönelik zulüm olduğunu hemen belirtmek gerekir. Tarihçiler genellikle süreci onun örneği üzerinden ele alıyor. Diğer ülkelerde de benzer bir biçimin (işkence, hapishaneler ve yangınlar) olduğu izlenimi ediniliyor. Bu tamamen doğru değil. G. Lee'nin aktardığı gerçekler, işkencenin Kıbrıs, Kastilya, Portekiz, Trier ve Mainz dışında hemen hemen her yerde uygulanıyorsa, genellikle hapsedildiğini gösteriyor:

1. Fransa'da olduğu gibi aniden değil;
2. İngiltere ve Kıbrıs'ta olduğu gibi bir şeref sözü alıp kalelerinde bırakabilirlerdi;
3. Tutuklanamazlardı ama mahkemeye çağrıldılar. Bu Trier'de, Mainz'da, Lombard'da ve hatta Papalık Devletleri'nde yapıldı. Ancak Tapınakçılar bazen kendileri ortaya çıkıyorlardı.

Ve elbette Tapınakçılar her yerde kazığa bağlanarak yakılmadılar. Aşağıdakiler yakıldı:

• 12 Nisan 1310'da Sansk piskoposluğunda 54 Tapınakçı; Daha sonra 4 Tapınakçı daha orada yakıldı;
• Nisan 1310'da Senlis'te 9 Tapınakçı;
• Pont de L'Arc'ta 3 Tapınakçı;
• Jacques de Molay (tarikatın ustalarının sonuncusu) ve Normandiya komutanı Guillaume de Charnay - 1314'te.

Diğer ülkeler:

• Lorraine'de birçoğu yandı, ancak Lorraine Dükü Thibault'un Güzel IV. Philip'in tebaası olduğunu unutmayın;
• Marburg'daki 4 manastırdaki tapınakçılar yakıldı;
• Piskopos Denis İtalya'da tek bir Tapınakçının bile yakılmadığını iddia etmesine rağmen İtalya'da belki 48 Tapınakçı yakıldı.

Dolayısıyla Avrupa genelinde yüzlerce şenlik ateşinin yakıldığına ilişkin ifade yanlıştır. İngiltere ve İspanya'da Tapınakçılara karşı işkencenin uygulanması için özel kraliyet emirleri gerekiyordu. Örneğin İngiliz hukukuna göre işkence yasaktı. Kilise, Tapınakçılara işkence yapmak için İngiltere Kralı Edward'dan izin aldı. Bu izne “kilise kanunu” adı verildi. Aragon'da durum daha iyiydi: Kanun da işkenceyi tanımıyordu ve Cortes işkencenin kullanılmasına izin vermiyordu.

Tarikatın kötü eğitimli kardeşleri, yani hizmet eden kardeşler, duruşmalarda sıklıkla tanık olarak kullanılıyordu. G. Lee, birçok yerde Engizisyon açısından en zor ve değerli ifadeyi verenlerin onlar olduğunu belirtiyor. Tarikattan döneklerin ifadeleri de kullanıldı: Florentine Roffi Dei ve Montfaucon Rahibi; Büyük Üstad tarafından sayısız suçtan dolayı ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ikincisi kaçtı ve eski kardeşlerinin suçlayıcısı oldu.

Almanya'da Tapınakçılara uygulanan önlemler tamamen yerel laik otoritelerin onlara karşı tutumuna bağlıydı. Marburg'lu Burchard III, Tapınakçılardan hoşlanmadı ve dört manastırdaki şövalyeleri yaktı - akrabaları daha sonra ona büyük sıkıntı yaşattı. 1310 yılında Trier ve Köln başpiskoposları Tapınakçılarla ilgili yetkilerini toprakları için Marburglu Burchard III'e devrettiler. Mainz Başpiskoposu Peter, Tapınakçıları akladığı için V. Clement'in hoşnutsuzluğuna maruz kaldı. Başpiskoposun ve yerel suçlayıcıların gözünde Tapınakçıların haklı olduklarına dair yadsınamaz kanıtlar vardı: 11 Mayıs 1310'da toplanan konseyde Komutan Hugo Salm bizzat ortaya çıktı ve yirmi Tapınakçının hepsini getirdi; pelerinleri ateşe atıldı ve üzerlerindeki haçlar yanmadı. Bu mucize kamuoyunu büyük ölçüde etkiledi ve beraat ettiler. Aynı Almanya'da St. John, bir kıtlık sırasında ekmek fiyatının 3 sou'dan 33'e yükseldiği bir durumda, Mostera'daki manastırdaki Tapınakçıların günde 1000 kişiyi beslediği bir durumdan bahsederek Tapınakçılar lehine konuştu. Tapınakçılar beraat etti. Konunun bu sonucunu öğrenen Clement V, Marburglu Burchard III'e meseleyi kendi eline almasını emretti - sonuç biliniyor.

Aragon'da Tapınakçılara yönelik zulüm 1308 Ocak'ta başladı. Tapınakçıların çoğu kendilerini yedi kaleye kilitledi, bazıları sakallarını kazıtıp ortadan kayboldu. Aragon'un komutanı o zamanlar Ramon Sa Guardia'ydı. Miravet'te tahkim etti. Tapınakçılar ayrıca Ascon, Montso, Cantavieja, Vilelle, Castellot ve Chalamera kalelerinde de kendilerini güçlendirdiler. Yerel nüfus Tapınakçılara yardım sağlayanların birçoğu kalelere gelerek ellerinde silahlarla onları savundular. Kasım 1308'de Castellot kalesi, Ocak ayında - Miraveta, Monceau ve Chalamera kaleleri - Temmuz 1309'da teslim oldu. Kasım 1309'a gelindiğinde, kalan kalelerdeki Tapınakçıların ellerinde silahlarla 2-3 kişilik gruplar halinde ayrılmalarına izin verildi. Ramon Sa Guardia, 17 Ekim'de Papa Arnold'un şansölye yardımcısına hitaben, 20-30 yıldır esaret altında olan Tapınakçıların Tanrı'dan vazgeçmediklerini, feragat etmenin onlara özgürlük ve zenginlik verdiğini ve şu anda bile 70 Tapınakçının bulunduğunu belirtti. esaret altında çürüyorlar. Pek çok soylu ailenin temsilcisi Tapınakçıları savunmak için ortaya çıktı. Kral James mahkumları serbest bıraktı ancak toprakları ve kaleleri kendisine sakladı. Ramon Sa Guardia, Mallorca'ya emekli oldu.

Adada her seviyeden 118 kardeşin (75'i şövalyeydi) bulunduğu Kıbrıs Tapınakçıları, önce birkaç hafta kendilerini savundular, ardından verdikleri şeref sözü üzerine tutuklandılar. Adadaki şövalyelerin çok sayıda olması (şövalyelerin hizmetkarlara oranı 1:10'du), o dönemde Tapınakçıların ana merkezinin Paris'teki Tapınak değil, Kıbrıs olduğunu açıkça gösteriyor. G. Lee şöyle yazıyor: “Tapınakçıların her yerden daha iyi tanındığı Kıbrıs'ta, sadece dostlar değil, düşmanlar da ve özellikle onlarla uzun süredir yakın ilişki içinde olan herkes onlara sempati duyuyordu; Papa'nın boğaları tarafından bu kadar mantıksız bir şekilde onaylanana kadar hiç kimse emri herhangi bir suçla suçlamadı. Tapınakçılara karşı işkence yapılmadı; hepsi oybirliğiyle Tapınak Tarikatı'nın suçunu reddetti. Aralarında Tapınakçıların siyasi muhaliflerinin de bulunduğu her seviyedeki din adamlarından, soylulardan ve kasaba halkından diğer 56 tanık, yalnızca Tarikat'ı onurlandıran gerçekleri bildiklerini - cömertlik, merhamet ve dini görevleri yerine getirme konusundaki gayretlerinin - mümkün olan her şekilde vurgulanmıştır.

Mallorca'da 25 Tapınakçının tamamı 22 Kasım 1307'den itibaren Matte'nin rehberliğinde kapandı. Daha sonra Kasım 1310'da Ramon Sa Guardia onlara katıldı. 1313'teki duruşmada Tapınakçılar masum bulundu.

Fransa'da Tapınakçılar 13 Ekim sabah 6'dan itibaren tutuklandı ve hapsedildi. Hemen işkence ve kötü muameleye maruz kaldılar. Tapınak Tarikatı şövalyelerinin ilk kez kazıkta yakılmaya başladığı yer Fransa'ydı. Ne yazık ki sorgulayıcılar için Tapınakçılar arasında, Tarikatın sapkınlığını savunacak tek bir kişi bile yoktu. Böyle bir tanığın varlığı IV. Philip için bir lütuf olurdu. Şövalyeler işkence altında tüm günahlarını itiraf etti. İşkence o kadar korkunçtu ki Aimery de Villiers daha sonra şunları söyledi: “Her şeyi itiraf ederim; Talep edilseydi sanırım Tanrıyı öldürdüğümü kabul ederdim.” Ancak bir sonraki sorgulamada şövalyeler sapkınlıklarını itiraf etmeyi reddettiler. Bu retler o kadar yaygındı ki, Sansk piskoposluğunun (o zamanlar Paris'i de içeriyordu) Başpiskoposu Jean de Marigny, IV. Philip'in baskısı altında, tanıklıklarını reddeden Tapınakçıları laik güç kazıkta yakıldığın için. Engizisyonun tüm kuralları tersine döndü: Sapkınlıktan vazgeçen cadı, kurtuluşundan ve işkencenin sona ermesinden emindi; Sapkınlıktan vazgeçen bir Tapınakçı kazığa bağlanarak yakıldı.

Süreç, tarikatın dağılmasıyla sona erdi. 3 Nisan'da Clement V, "Vox in excelso" boğasını yayınladı ve şunları söyledi: Tarikatı sapkınlık nedeniyle kınamak imkansızdır, ancak Tapınakçılar gönüllü olarak hataları itiraf ettiler - bu, artık Tarikata katılmayacak inananları yabancılaştıracaktır; dolayısıyla herhangi bir fayda sağlamayacak ve dağıtılması gerekmektedir.

Tapınakçıların mülkü St. John, ancak S.G. Lozinsky, Dominiklilerin, Carthusian'ların, Augustine'lerin ve Celestin'lerin de kar elde etmeyi başardıklarını belirtiyor.

Tapınakçılar, liderlik dışında Fransa'da bile hapishaneden serbest bırakıldı. Bazıları St. John. Mallorca'da Tapınakçılar Mas Deo kalesinde yaşıyordu ve her biri 30 ila 100 lira emekli maaşı alıyordu. Ramon Sa Guardia'ya 350 lira emekli maaşı ve bahçe ve bağdan elde edilen gelir verildi. Mallorca Tapınakçılarının sonuncusu 1350'de öldü; adı Berangel de Col'du.

Kastilya'da Tapınakçılar beraat etti; birçoğu keşiş oldu ve bedenleri ölümden sonra çürümedi. Portekiz'de Tapınakçıların kaderi fazlasıyla olumluydu: Sarazenlere karşı mücadelede sağladıkları hizmetlere minnettar olan Kral Denis, 1318'de Papa XXII. John tarafından onaylanan İsa Mesih Tarikatı'nı kurdu. Yeni düzen eskisinin basit bir devamıydı.

Eski Tapınakçıları koruma sorumluluğu, mülklerinin devredildiği kişilere verildi. Bu meblağlar bazen o kadar büyüktü ki, 1318'de XXII. John, Almanya Tapınakçılarına böyle bir emekli maaşı sağlanmasını yasakladı, bu da onların para biriktirmelerine ve lüks içinde yaşamalarına olanak tanıdı. Fransa'da kral ve ailesi şunları açıkladı:

• Tapınaktan 200.000 libre artı duruşmanın yürütülmesi için 60.000 libre;
• Tarikatın mülkünün satışından elde edilen para;
• Tapınakçı takıları;

süreç sırasında Templar mülklerinden elde edilen gelir;

• Aziz John'un Tapınakta sakladığı 200.000 libre;
• Philip IV'ün Blanche'ın düğünü için aldığı 500.000 frank;
• Philip IV'ün Tapınakçılara olan borcunun 200.000 florini;
• 1297'de Tapınakçılar tarafından gerçekleştirilmeyen bir haçlı seferi düzenlemek için verilen 2.500 libre;
• Tapınakçı faturalarına ilişkin ödemeler;
• Kraliyet ailesinin borçları.

Bu listeye hızlı bir bakış, Tarikatın yargılanmasının Philip IV için çok faydalı olduğunu anlamak için yeterlidir. Elbette bu süreç herhangi bir "inanç saflığı mücadelesi" ile açıklanamazdı; nedenleri açıkça ekonomik ve politik nitelikteydi. Parisli Godefroy, Philip IV ve Clement V'in duruşması ve davranışlarıyla ilgili kamuoyunun görüşünü şu sözlerle dile getirdi: "Kiliseyi aldatmak kolaydır, ancak hiçbir durumda Tanrı'yı ​​​​aldatamazsınız."

Bu süreçle hiçbir mücadeleye uğramadan Avrupa'nın en gururlu, en mutlu, en güçlü cemaati yok edildi. Eğer soruşturma süreci hünerli ve daha az çekingen insanların ellerine basit soygunu yasal hale getirmek için gerekli araçları vermemiş olsaydı, hiç kimse ona saldırmaya cesaret edemezdi.

Tapınakçıların Yakılması

Lanet Efsanesi

Parisli Godfrey'e göre Jacques de Molay, ateşi yakarak Philip IV, Nogaret ve V. Clement'i, görünüşte ahlaki ve fiziksel olarak kırılmış olan Büyük Üstat'ı beklenmedik derecede yüksek, gürleyen bir sesle Tanrı'nın Mahkemesine çağırdı. duy diyor ki:

Adalet, bu korkunç günde şunu talep ediyor: son dakikalar Hayatımda yalanların tüm alçaklığını ortaya çıkardım ve gerçeğin zafer kazanmasına izin verdim. Bu yüzden, yeryüzünün ve Cennetin huzurunda ilan ediyorum, sonsuz utancıma rağmen onaylıyorum: Gerçekten en büyük suçu işledim, ama bu, haince bize atfedilen vahşetlerin suçunu kabul etmiş olmam gerçeğinde yatıyor. emir. Diyorum ve gerçek beni şunu söylemeye zorluyor: Düzen masumdur; aksini iddia etsem bile, bu sadece işkencenin neden olduğu aşırı acıyı durdurmak ve beni tüm bunlara katlanmaya zorlayanları yatıştırmak içindi. İtiraflarından dönme cesaretini gösteren şövalyelerin ne tür eziyetlere maruz kaldıklarını biliyorum ama şu anda gördüğümüz korkunç manzara, eski bir yalanı yeni bir yalanla doğrulamamı sağlayamıyor. Bu şartlarda bana sunulan hayat o kadar acınası ki anlaşmayı gönüllü olarak reddediyorum...

Açıkçası, Tanrı'nın Mahkemesine çağırma uygulaması, suçluların hayatlarıyla karşı karşıya kaldıkları yüksek adalete olan inançla ilişkilidir. Ölmek üzereyken Tanrı'nın Mahkemesine çağrıldılar; bu, ölmekte olan kişinin son arzusuydu. Ortaçağ fikirlerine göre ölmekte olan bir kişinin son vasiyeti, son arzusu yerine getirilir. Bu bakış açısı yalnızca Orta Çağ'a özgü değildir. Bu bakışa, insanlık tarihinin farklı dönemlerinde, bambaşka bölgelerde rastlayabiliriz. Bu tür fikirlerin yankıları pratik olarak Yeni Çağ'a ulaştı - örneğin giyotinden önceki son dilek ya da modern uygulama vasiyetler - bütün mesele ölen kişinin iradesinin tam olarak yerine getirilmesinde yatmaktadır.

Böylece 14. yüzyılda kızgın demir, kaynar su ve adli düellolarla yapılan yargılamalardan çıkan Allah'ın hükmü, davacının öldüğü, sanıkların ise hayatta olduğu davanın Allah karşısında değerlendirilmesine dönüştü. Bu tür mahkemelerin uygulaması oldukça yaygındı ve G. Lee, Tanrı'nın Mahkemesine yapılan celplere ilişkin birkaç örnek veriyor. Bu nedenle Büyük Üstadın suçluları Tanrı'nın Yargısına çağırmasında olağandışı hiçbir şey yoktur. Yavaş yavaş, bu tür mahkemelerin uygulaması unutuldu ve vicdansız tarihçilerin bilinci, Tapınakçıların laneti efsanesini yarattı. Bu efsane geniş çapta şişirildi ve çeşitli büyülü uygulamaların Tarikat'a atfedilmesinin gerekçelerinden biri olarak hizmet etti.

Alevler içinde boğulan Jacques de Molay, büyük bir kasırga tarafından sürüklenip rüzgara savrulacaklarını öngörerek papayı, kralı, Nogaret'i ve onların tüm çocuklarını sonsuza kadar lanetledi.

En gizemli şeyin başladığı yer burasıdır. İki haftadan itibaren kanlı ishal Papa Clement V, ölümünden hemen sonra korkunç bir kasılma sonucu öldü. sadık müttefik Kral de Nogaret. Aynı yılın Kasım ayında, kesinlikle sağlıklı Yakışıklı Philip'in felçten öldüğü iddia edildi.

Philip'in kaderini, halk arasında "lanet olası krallar" olarak adlandırılan üç oğlu da paylaştı. 14 yıl boyunca (1314-1328) gizemli koşullar altında birbiri ardına öldüler ve geriye çocuk bırakmadılar. Sonuncusu IV. Charles'ın ölümüyle Capetian hanedanı kesintiye uğradı.

Garip bir şekilde, ama hepsi bu değil. Zaten yeni Valois hanedanının Capetian'larla akraba olan ilk temsilcileri, duyulmamış felaketlere maruz kaldı. Ünlü Yüz Yıl Savaşları (1337-1453) başladı. Bu savaş sırasında Valois'lardan biri olan İyi John, İngilizlerin esaretinde öldü, diğeri Charles VI delirdi.

Valois, Capetian'lar gibi tamamen yozlaşmayla sonuçlandı ve hanedanın son temsilcileri şiddetli bir şekilde öldü: Henry II (1547-1559) bir turnuvada öldürüldü, Francis II (1559-1560) özenli muameleden öldü, Charles IX (1560-1574) zehirlendi, Henry III (1574-1589) bir fanatik tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Ve Valois'ların yerini alan Bourbonlar XVI sonu yüzyıllar boyunca Jacques de Molay'ın lanetini yaşamaya devam etti: Hanedanlığın kurucusu Henry IV, bir suikastçının bıçağından düştü, "eski düzen" altındaki son temsilcisi Louis XVI, devrim sırasında darağacında öldü. İlginç bir ayrıntı: Bu kral, idam edilmeden önce, bir zamanlar Tapınakçıların kalesi olan Tapınak Kulesi'nde hapsedilmişti. Çağdaşlara göre, kralın idam sehpasında başı kesildikten sonra bir adam platforma atladı, elini ölen hükümdarın kanına batırdı ve kalabalığa göstererek yüksek sesle bağırdı:

Jacques de Molay, intikamını aldın!

"Lanetli" papaların başına daha az felaket gelmedi. "Avignon esareti" biter bitmez "bölünme" başladı: Aynı anda seçilen iki, hatta üç papa, neredeyse 15. yüzyılın tamamı boyunca birbirlerini lanetledi. “Bölünme” sona ermeden önce Reformasyon başladı: Önce Jan Hus, ardından Luther, Zwingli ve Calvin, “havarisel valilerin” etkisini geçersiz kıldı. orta Avrupa ve 1789-1799 Büyük Devrimi Fransa'yı papaların gücünden kurtardı.

Faaliyetinin şafağında bile düzenin çağdaşların gözünde bir tür mistik kurum olarak görüldüğünü belirtmek gerekir. Tapınak Şövalyelerinin büyü, büyücülük ve simyacılık yaptığından şüpheleniliyordu. Tapınakçıların karanlık güçlerle bağlantılı olduğuna inanılıyordu. 1208'de Papa III. Innocentius, "Hıristiyanlığa aykırı eylemleri" ve "ruhların şeytan çıkarılması" nedeniyle Tapınakçıları düzene çağırdı. Ayrıca efsaneler, Tapınakçıların güçlü zehirlerin üretiminde çok yetenekli olduklarını iddia ediyor.

Tapınakçılar yalnızca Fransa'da yok edildi. İngiliz kralı Edward II, Tapınak Şövalyelerini günahlarının kefareti için manastırlara gönderdi. İskoçya, İngiltere'den ve muhtemelen Fransa'dan gelen Tapınakçılara bile sığınak sağladı. Tarikatın dağılmasından sonra Alman tapınakları Cermen Tarikatı'nın bir parçası oldu. Portekiz'de Tapınak Şövalyeleri mahkeme tarafından beraat etti ve 1318'de yalnızca isimlerini değiştirerek İsa'nın Şövalyeleri oldular. Bu isim altında tarikat 16. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Tarikatın gemileri sekiz köşeli Tapınakçı haçlarının altında seyrediyordu. Christopher Columbus'un karavelaları Atlantik Okyanusu'nu aynı bayraklar altında geçti.

Tapınakçılar hakkında çeşitli hipotezler

Yıllar geçtikçe Tapınakçıların yaşamı hakkında çeşitli hipotezler ortaya atıldı.

İlk hipotez araştırmacılar Jacques de Maillet ve Inge Ott tarafından ortaya atıldı. Onlara göre Tapınakçılar ya Gotik katedral fikrine ilham vermiş, Gotik katedraller inşa etmiş ya da inşa etmek için borç para vermişlerdir. Jacques de Maillet, Tapınakçıların yüz yıldan kısa bir süre içinde 80 katedral ve 70 küçük tapınak inşa ettiğini iddia ediyor. Inge Ott, Tarikatın mimarları tarafından Gotik katedral için fikirlerin geliştirilmesinden bahsediyor ve Tarikatın mimarlarının katedrallerin inşasına katılımını anlatıyor. Ana soru genellikle şu şekilde sorulur: Tapınakçılar Gotik katedralin inşası için gerekli olan büyük meblağı nereden aldılar? Katedralin yapımında genellikle yaklaşık 150 kişi yer alıyordu ve her biri günde 3-5 metelik alıyordu. Mimar özel bir ücret aldı. Ortalama olarak, katedralin yaklaşık iki ila üç bin vitray penceresi vardı. Bir vitray pencerenin maliyeti ortalama 15 ila 23 lira arasında değişiyor. Karşılaştırma için: 1235'te Paris'te Sablon caddesindeki bir kasap evi 15 libreye mal oluyordu; 1254 - 900 libre'de Küçük Köprü'de zengin bir adamın evi; 1224 yılında Comte de Dreux kalesinin inşası ona 1.175 Paris libresine ve iki çift elbiseye mal oldu.

Bazı araştırmacılar Tapınakçıların zenginliğinin kökenini Güney Amerika'daki gümüş madenlerine borçlu olduğuna dair başka bir hipotez öne sürdüler. Bu bakış açısını savunan Baigent, Ott ve özellikle Jacques de Maillet, Tapınakçıların Amerika'ya düzenli uçuşlarından, bu tür versiyonlara dayanmaksızın değinmektedir. Örneğin de Maillet, Bourgogne'un Verelai kentindeki Tapınakçı tapınağının 12. yüzyıldan kalma alınlığında Kızılderililerin heykelsi görüntüleri hakkında yazıyor: İddiaya göre Tapınakçılar bu Kızılderilileri Amerika'da büyük kulaklarla görmüş ve onları heykelde tasvir etmiş. Gerçek elbette güzel ama de Maillet bu alınlığın bir fotoğrafını da sunuyor. Bu alınlığı buldum: fotoğraf, Vézelay'deki Sainte-Madeleine Kilisesi'ndeki “Kutsal Ruhun Havarilere İnişi” kulak zarı kabartmasının bir parçasını gösteriyor (Yabancı ülkelerde sanat tarihi: Orta Çağ ve Rönesans . - M., 1982. - Hasta 69). Bu kilise 1125-1135 yıllarında inşa edilmiştir. Tapınakçı Tarikatı o sıralarda henüz güçleniyordu ve henüz inşaat yapmamıştı ve yapsa bile Tapınakçıların o dönemde hala bir filosu yoktu ve tüm arzularına rağmen Amerika'ya ulaşamadılar. Daha sonra. Üzerinde "Secretum Templi" yazan mühürde gerçekten de ilk bakışta bir Kızılderiliyi andıran bir görüntü var. Ancak mistik öğretilere en azından yüzeysel olarak aşina olan herkes bu görüntüdeki Abraxas'ı hemen tanıyacaktır. De Maillet'in geri kalan argümanları daha da zayıf. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Fetih sırasında Avrupa'ya dökülen gümüş ve gümüş paraların arka yüzünde Tapınakçı işaretleri vardı ve bu gizli tutuldu, ancak bu gerçek 20. yüzyılda keşfedildiğinde araştırmacıları şok etti.

3. Tapınakçıların Gnostisizm, Katarizm, İslam ve sapkın öğretilerle bağlantısı. Araştırmacılar için en kapsamlı alandır. Burada Tapınakçılar, Tarikattaki Katarizm'den tüm kanların, ırkların ve dinlerin yaratıcı birliğini kurma fikrine - yani en iyiyi özümseyen bir din ile yeni bir devlet türünün yaratılmasına kadar - itibar görürler. Hıristiyanlığın, İslam'ın ve Yahudiliğin. Henry Lee kategoriktir: "Tarikat'ta Katharizm yoktu." Tarikat Şartı - St. Bernard - Katolik inancının en yüce ruhuyla aşılanmıştır. Ancak Heckerthorn, Tapınakçıların cenazelerinde Gnostik sembolizmin varlığı hakkında yazıyor (kanıt sunmuyor); Abraxas'ın mühürü bazı Gnostisizm geleneklerinin varlığına işaret ediyor olabilir. Ancak bu konuda kategorik olarak söylemek mümkün değil. Tapınakçılara atfedilen Baphomet'in dünya dini geleneklerinde hiçbir geleneği ve paralelliği yoktur. Büyük ihtimalle onlar üzerinde korkunç bir sürecin ürünü. En olası versiyon, tarihçilerin Tapınakçıların hayali sapkınlığını icat etmeleridir.

4. Tapınakçılar ve Kutsal Kase. Kutsal Kase, Tapınak Tarikatı Şövalyeleri tarafından korunan, Şampanya Kontları'nın sarayında doğan ünlü romanlarla yüceltilen ve Tapınak Tarikatı'nın kuruluşuyla yakından ilişkili olan, Catharların sözde hazinesidir. Gizemli bir güce sahip olan Kutsal Kase; dünyadaki tüm zenginlik ve doğurganlığın kaynağı olarak tanınır. Kutsal Kase efsanevidir, ancak aynı zamanda onunla ilgili efsaneler dizisi gerçekliğin izlerini taşır: Bouillonlu Godfroi, kuğulu şövalye Lohengrin'in oğlu oldu ve Lohengrin'in babası Parzival'di. Ne olduğu belli değil ama Wolfram von Eschenbach sekiz yüzyıl önce Parzival (1195-1216) adlı romanında Tapınakçıları Kutsal Kase'nin koruyucuları olarak göstermişti ve onlar bunu yalanlamadılar. Efsaneye göre, Kutsal Kase'nin üç şövalyesinden biri olan Galahad'ın arması, beyaz zemin üzerine kırmızı, sekiz köşeli bir haç içeriyordu. Bu Tapınakçıların ayırt edici işaretidir. Zaten Orta Çağ'da olan Kase'nin koruyucularının imajının, Tapınak Tarikatı şövalyelerinin imajıyla ilişkili olduğu açıktır.

Sonuç olarak

Tapınak Tarikatı, tüm avantajları ve dezavantajlarıyla birlikte zamanının doğal bir çocuğudur. Şövalyeleri profesyonel askerlerdi (ve hala da öyledir) ve finansörleri en iyilerin en iyisiydi.

Fransa'da Tapınakçıları tutuklamanın kolaylığı biraz şaşırtıcı. Kalelere girip beş yüzden fazla (yüzden fazla değil) şövalyeyi - profesyonel askeri adamı - sakince tutuklamak imkansızdır. Önemli olan şu ki, baştan sona