Bunların arasında ilk ve en ünlü olanlardan biri Tapınakçı Tarikatı'ydı (kelimenin tam anlamıyla - “ tapınağın şövalyeleri"), 1119 yılında Fransız şövalyesi Hugh de Payens tarafından kuruldu ve adını ilk üyelerinin Kudüs'teki orijinal evinden alıyor; kalıntılar üzerine inşa edilmiş bir kale. Süleyman Tapınağı(tapınak). Bu düzenin başlangıcı mütevazı ve fakirdi; sadece 9 şövalyeden oluşuyordu. Yeminleri ve görevleri şövalyelerinkiyle aynıydı. Johannitler: Yoksulluk, iffet, papalık otoritesine itaat, hacıların korunması ve kâfirlerle mücadele. Ayırt edici kıyafetler beyaz bir kaftan ve büyük kırmızı haçlı bir pelerindi. Çok geçmeden cesaretlerinin ve erdemlerinin görkemi çok geniş bir alana yayıldı ve birçok soylu ve cesur savaşçıyı tarikata çekti.
Daha sonra Tapınakçı Tarikatı'nın üç sınıf üyesi vardı: Hizmetkar kardeşler hasta ve yaralı hacılarla ilgileniyordu, rahipler ilahi hizmetleri yerine getiriyordu, kafirlerle savaşlarda askerleri teşvik ediyordu; tarikat kıyafetlerinin üzerine zırh giyen şövalyeler kâfirlerle savaşıyor ve hacıları kesiyordu. Tapınakçıların başı (Johannitler gibi) büyük usta (büyük usta) unvanını taşıyordu; tarikatının işlerini yönetiyordu ve başkomutanıydı. Başlangıçta Tapınakçılar fakirdi, bu nedenle topluluklarının kurucuları Hugh Payen ve Godefroy Saint-Omer'in yalnızca bir savaş atı vardı ve bunun anısına, tarikatın mühründe bir at üzerinde oturan iki şövalyenin resmi vardı. (Bu görüntüye ilişkin başka bir açıklama, bunun Tapınakçıların birbirlerine olan kardeşlik bağlılığının bir simgesi olduğu yönündedir). Ancak çok geçmeden emirleri çok sayıda bağış aldı ve büyük mülklerin sahibi oldu. Anjoulu Kont Fulk, Filistin'e yaptığı ilk seyahatte Tapınakçılarla savaştı ve onlara her yıl otuz pound gümüş verdi. Daha sonra II. Baldwin'in kızı Melisende ile evlendi ve Kudüs kralı. Teşkilat onun takdirinden yararlanmaya devam etti. Clairvaux'lu Aziz Bernard, Avrupa'daki Tapınakçıların koruyucu aziziydi ve onların erdemlerini etkili bir şekilde övdü; onların sade yaşamlarını, saf ahlaklarını ve katı askeri disiplinlerini Avrupa'nın şımartılmış ve lüksü seven şövalyelerinin örnek alacağı bir örnek olarak gösterdi. . Bernard'a göre, Tapınakçılar elbiseyi ve tüm dünyevi kibri küçümsediler, manastır uysallığını şövalye cesaretiyle birleştirdi, yeminlerini ve tüm şövalye erdemlerini tam olarak yerine getirmek için birbirleriyle yarıştılar; Tanrı onları Kutsal Kabir'i sadakatle korumak için en cesur şövalyeler arasından seçti.
Bernard'ın da hazır bulunduğu Troyes Konseyi'nde Papa Honorius, Tapınakçıların tüzüğünü onayladı. Konsey bunu, aşağıdaki kaynaklardan alınan kurallarla destekledi: Benediktin tüzük ve 31 Ocak 1128'de Hugues Payen'in büyükusta rütbesine onaylanması. Tapınakçıların savaş çığlığı şuydu: Beausékarınca!("At üzerinde mükemmel oturan" binici. Belki de bunun, emrin mühründeki atın görüntüsüyle ilgisi vardı). Tapınakçılar o zamanın şövalyelik idealine mükemmel bir şekilde karşılık geliyordu. Onların tarikatları, hükümdarların ve soyluların büyük takdirini kazandı, Batı'nın tüm Hıristiyan ülkelerinde geniş mülkler ve zengin gelirler elde etti; Her yere kiliseli nizam evleri inşa edildi. Tapınakçıların sayısı hızla arttı; çoğu zaman büyük usta üç yüz şövalyeyi savaşa götürürdü. Silahlı bakanları vardı; pek çok farklı zanaatkârları vardı: duvar ustaları, silah ustaları, tahıl imalatçıları, terziler. Tapınakçıların gücü, zenginliği ve malları sürekli arttı; Batılı Hıristiyanların Doğu'daki egemenliğinin en sağlam kalesi ve Müslümanların en korkunç düşmanları olarak görülüyorlardı. Onlarla yapılan savaşlarda tapınak şövalyeleri her zaman ön cepheyi oluşturuyordu. Cesur cesaretleri ve neredeyse tüm şövalyelerin onur alanındaki ölümü, düzene cömertçe ayrıcalıklar ve onurlar veren papaların genel saygısını ve özel iyiliğini kazandı.
Tapınakçı Tarikatı Mührü
Haçlı Seferlerinde Tapınakçıların Rolü
Payen'in büyük usta rütbesindeki ilk halefleri (1138'de öldü) onun örneğini takip etti, çok iddialı planlara girmedi, ancak Tapınakçıları farklı kılan düzendeki birliği, ahlakı ve o örnek askeri ciddiyeti korumaya tüm güçleriyle çalıştılar. varlıklarının sonuna kadar. 1147'de başlatılan İkinci Haçlı Seferi'nde Tapınak Şövalyeleri en sadık müttefiklerdi. İmparator ConradIIözellikle talihsiz bir dönemde Şam'a sefer. 1151'de Kudüs'ü kurtardılar, Nureddin'in şehre girmiş olan birliklerini devirdiler ve ardından Sarazenlerle yapılan neredeyse tüm savaşlarda kendilerini öne çıkardılar. Ancak hazinelerin ve gücün artması, altına ve fetihlere olan susuzluğu gidermez, aksine artırır. Bu, tapınak şövalyelerinin başına geldi ve onların açgözlülükleri, cesaretleri ve örgütlenmeleri fayda sağladığı kadar, Filistin'deki Hıristiyanların davasına da zarar vermeye başladı. 1154 yılında Haçlılar, Tapınakçıların büyük üstadı Bernard de Tremele Ascalon'u kuşattığında, o zamanki geleneğe göre şehre ilk giren kişiye ait olan şehirde depolanan serveti düzene uygun hale getirmek istiyordu. saldırı, şövalyelerle birlikte Ascalon'a hücum etti, ancak mucizevi cesaretin ardından tüm yoldaşlarıyla birlikte öldürüldü. Büyük Üstat Bernard de Blancfort yönetimindeki Tapınakçılar, Mısır'dan kaçan Sultan'ın oğlu Nasreddin'i ele geçirerek, haince onun haremini ve hazinelerini alıp 60 bin lonca altın karşılığında Mısırlılara teslim ettiler. Büyük Üstat Aude de Saint-Amand'ın (1178) yönetimi altında, tarikat hain cinayetlerle kendini rezil etti. suikastçılarşövalye Walter Dumesnil'in büyükelçileri ve suçlunun Dağın Yaşlı Adamı'na teslim edilememesi. Bu ve benzeri eylemler, Haçlıların Tapınakçılara karşı tiksinmesine neden oldu, ancak onlara iyilik yağdırmaktan vazgeçmeyen papaların gözünde onları itibarsızlaştırmadı. Baba İskender III Hatta 1162'de yayınlanan bir fermanla, tarikatı tüm laik otoritelere ve Kudüs Patriği'ne tabi olmaktan kurtardı ve yalnızca Romalı yüksek rahiplere onlar üzerinde hüküm verme hakkını verdi. Bu boğa Tapınakçıların konumunu tamamen değiştirdi. Büyük ustaları kendilerini yönetici prenslerle eşit görmeye başladılar, otokratik ve hesaplanamaz bir şekilde hareket ettiler ve şövalyeler giderek daha fazla bencillik ve ahlaksızlıklara kapıldılar; Tarikatın kurucusu Payen'in erdemli kardeşlerine sadece cesaretleri ve askeri disiplinleriyle benziyorlardı.
1156 ve 1164'te Haçlılar, Paneas ve Goren'de Müslümanlara karşı, tapınaktaki birçok şövalyenin düştüğü ağır yenilgilere uğradılar; ancak bu ve diğer kayıplar, Avrupa'nın her yerindeki komutanlarda ve tarikata ait diğer mülklerde toplanan çok sayıda yeni gelen ve deneyimli savaşçı tarafından kolayca telafi edildi. Ona daha fazla zarar veren, St. John Şövalyeleri ile olan karşılıklı kıskançlıktı; bu, her iki tarafı da defalarca bariz bir kopuşa sürükledi ve 1187'de papa tarafından zorlukla durduruldu. 1187'de Selahaddin Büyük bir orduyla Filistin'i işgal etti ve Sayda yakınlarındaki Belfort'ta Hıristiyanları kanlı bir savaşta mağlup etti. Şövalyeleriyle birlikte kendini son uç noktaya kadar savunan cesur büyükusta Aude de Saint-Amand yakalandı ve Şam'daki hapishanede öldü; Tarikat kanunlarına göre kazananlara fidye karşılığında bıçak ve kemerden fazlasını teklif etmeye cesaret edemeyen şövalyeleri idam edildi. Bu olay Tapınakçıların gücünü büyük ölçüde sarstı. Zayıf Kudüs Kralı Guido Lüzinyan'ı Selahaddin Eyyubi'yle savaşa teşvik eden yeni büyük ustaları Gerard de Ridefort, onunla birlikte yenildi ve 1945'te esir alındı. vurmak(1187). Ascalon'un bırakılması karşılığında özgürlük elde ettiler ve Batılı hacıların yardımıyla Akka'yı kuşattılar. Selahaddin şehre yardım etmek için acele etti, ilk başta devrildi, ancak Akka garnizonunun saldırısı meseleyi kendi lehine sonuçlandırdı ve Büyük Usta Ridefort savaş alanına düştü.
Tapınakçıların ruhani şövalye tarikatının silahlanması ve amblemi
1189'da Avrupa'nın en güçlü üç hükümdarı: İmparator Frederick Barbarossa, Fransa Kralı Philip Ağustos ve İngiliz Aslan Yürekli Richard, Selahaddin Eyyubi'nin ele geçirdiği Kudüs'ü kurtarmak için Üçüncü Haçlı Seferi'ne çıktı. Ancak Barbaros yolda öldü ve diğer iki kral arasındaki anlaşmazlıklar haçlıların önemli başarılar elde etmesini engelledi. Acre'nin ele geçirilmesi. Seferin sonunda Tapınakçıların Büyük Üstadı Robert Sabloil, dönüş yolculuğunda fethettiği Kıbrıs adasını Richard'dan satın aldı ancak eski Kudüs Kralı Guido Lusignan'a devrederek Akka'ya taşındı. oradan da Caesarea yakınlarında, deniz kıyısında Seyyah Kalesi adını alan, sağlam bir şekilde güçlendirilmiş kaleye. Burada şövalyeler uzun süre hareketsiz kaldılar, ancak Kıbrıs adasında ve Batı Avrupa'da nüfuzlarını ve mülklerini artırdılar; burada 1209'dan 1212'ye kadar İspanya'daki Araplara karşı örnek bir cesaretle savaştılar. 1218'de Büyük Usta William de Chartres, fethinden kısa bir süre sonra haçlılar tarafından tekrar terk edilen Damietta'nın görkemli ama işe yaramaz kuşatmasında aktif rol aldı. Bu arada Sarazenler savunmasız Filistin'in neredeyse tamamını fethetti. Yerel Hıristiyan yönetiminin yakında ve tamamen yıkılacağını öngören tapınak şövalyeleri, Avrupa'da toprak ve zenginlik edinerek kendilerini ödüllendirmeye çalıştılar ve bunu o kadar başardılar ki, 13. yüzyılın ortalarında zaten 9.000'e sahip oldular. komutanlar, kaleler ve diğer mülkler orada.
1228'de şans yine haçlıların yüzüne gülmüştü: Hohenstaufen İmparatoru II. Frederick Filistin'e yürüdü ve Kudüs'ü ele geçirdi. Ancak papaların kıskanç politikası ve onunla silahlanmış manevi şövalye tarikatlarının ve özellikle Tapınakçıların entrikaları, Frederick'in muzaffer yürüyüşünü durdurdu. Kendi mülklerini savunmak için Avrupa'ya dönmek zorunda kaldı, Tapınakçıları Güney İtalya'daki mülklerine el koyarak cezalandırdı, ancak Filistin'i elinde tutamadı. 1237'de Tapınakçılar Gvascume kalesinde önemli bir yenilgiye uğradı. Daha sonra Johannite şövalyeleriyle yeni kavgalar ve kavgalar başladı ve ancak 1244'te Türk Karaismin kabilesinden Doğu Hıristiyanlarına karşı çıkan fırtınayla sona erdi. Kudüs bir kez daha Sarazenler tarafından fethedildi ve birleşik haçlıların ordusu, Tapınakçıların Büyük Üstadı Herman de Périgord'un 300 şövalyeyle birlikte düştüğü feci Gazze savaşında yenilgiye uğratıldı. Teşkilat bu yenilginin ardından kısa sürede toparlandı ve Fransız kralı Aziz Louis 1249'da Damietta'nın kuşatılmasıyla yeni bir Haçlı Seferi başlatan Büyük Usta William de Sonnac, onu büyük bir orduyla güçlendirdi. Bu sefer, kısa süreli başarıların ardından, Mansur komutasındaki haçlıların tamamen yenilgiye uğratılması, büyük ustanın ölümü ve Kral Louis'in ordusunun kalıntılarıyla birlikte ele geçirilmesiyle sona erdi. Yalnızca hazinelerini ve fetihlerini teslim ettiği için özgürlük aldı.
Batılı Hıristiyanların Filistin'deki mülkleri artık Akka ve deniz kıyısındaki birkaç müstahkem noktayla sınırlıydı. Sarazenlere karşı saldırı eylemlerini düşünmek bile imkansızdı. Tapınakçılar bile onları durdurdu ve rakipleriyle müzakerelere başladı. Diğer dindarlara karşı eylemleri, suikastçılar ve Sarazen emirleriyle ilişkileri ve gizli entrikaları, yalnızca papaların güçlü himayesi tarafından bastırılan, kendileri için olumsuz birçok söylenti uyandıran garip, hala yeterince açıklanamayan eylemler. Tapınakçılar bir kez daha Akka'nın savunmasında eşsiz bir cesaret gösterdiler , veya büyük ustaları William de Beaujeu'nun ve şehirdeki neredeyse tüm şövalyelerin hayatına mal olan Ptolemais (1291). Şehir Türkler tarafından ele geçirildikten sonra hayatta kalan birkaç Tapınakçı, 1297'de tarikatın son büyük üstadı Jacques Molay'ın seçildiği Kıbrıs'a taşındı. 1300 yılında bir kez daha, ancak boşuna, güçlü bir filoyu silahlandırarak Suriye kıyılarını ele geçirmeye çalıştı, ancak daha sonra tüm dikkatini düzeni Hıristiyan güçlerin zulmünden korumaya çevirmek zorunda kaldı.
Batı Avrupalı yöneticiler uzun süredir tapınak şövalyelerinin gücünü ve zenginliğini kıskanıyorlardı. Filistin'in kaybedilmesiyle birlikte asıl kuruluş amacı çöktüğünde ve tarikat yalnızca hırslı papaların elinde tehlikeli bir milis olarak görünmeye başladığında, ona karşı laik prenslere yönelik açık zulüm başladı. Başlarında Philip IV Fuar Fransa kralı, Tapınakçıların amansız düşmanı. Tarikata yeni üyeler kabul edilirken uygulanan gizemli ritüeller ve Tapınakçıların kısır yaşamı, gururları ve iradeleri hakkında Hıristiyan inancını küçümseme ve ona saygısızlık etme eğiliminde olduğu yönünde tarikata zararlı söylentiler her taraftan yayıldı. Halk mırıldandı ve kâfirlerin cezalandırılmasını talep etti; Tarikatın kaçınılmaz ölümünü gören papalar bile onun korumasından vazgeçti. Baba Clement V- Philip IV'ün elinde kör bir oyun - düzene ihanet emrini verdi sorgulayıcı Kraliyet itirafçısı Sens Başpiskoposu tarafından yönetilen mahkeme. 13 Ekim 1307'de Fransa'da yaşayan tapınağın tüm şövalyeleri hapse atıldı.
Parisli William (Fransa Engizisyoncusu) ve iki kraliyet komisyon üyesi tarafından 30 Tapınakçının sorgulanmasının kaydı
Tapınakçıların suçluluk veya masumiyet derecesini, onları ibadetle suçlamanın adaletini yargılamak zordur. Bafomet(şeytani kafa), gizlice Müslümanlık Tarikat tarihinin en dikkatli araştırmacıları için gizli seks partileri vb. bu konuda birbiriyle çelişiyor. Kesin olan tek şey, Tapınakçıların yok edilmesinin gerçek sebebinin, Hıristiyanlık karşıtı inançları ve kötü yaşamları değil, hazineleri ve geniş mülkleri olduğu ve onlara karşı yürütülen yargılamanın iğrenç bir tarafgirlik ve insanlık dışı yürütüldüğüdür. Tarikattan kovulan alçakların ifadesine göre şövalyeler ve yaşlılar acımasız işkenceye maruz kaldı; işkence veya uzun süreli hapis cezasıyla parçalanan bilinçler, suçun açık bir kanıtı olarak kabul edildi ve papa tarafından tarikatın ciddi bir şekilde yok edilmesinin ardından. Viyana Konseyi, kendilerini suçlu olarak tanımayan tüm üyeleri ölüme mahkum etti. 19 Mart 1314'te, hükümdarlığı boyunca ahlakı ve düzeni yeniden sağlamak için boşuna uğraşan Tapınakçıların erdemli ve şanlı büyük üstadı Jacques Molay, en önemli yardımcılarıyla birlikte, tehlikede olan hayatına son verdi. Ölümünden önce, Tanrı'nın yargısına göre, o yıl gerçekte ölenler ona zulmedenler Philip IV ve Clement V'ti. Şövalyelerin mülklerine ve hazinelerine Fransız hazinesine el konuldu ve bazıları başka emirlere devredildi.
Benzer fakat daha az zalimce ve şiddetli bir şekilde Tapınakçı Tarikatı diğer Avrupa ülkelerinde de yok edildi. Uzun süre gizlice varlığını sürdürdüğü söyleniyor ancak bu konuda güvenilir bir bilgi yok.
Karmaşık bir konu - Tapınak Şövalyeleri'nin neden ortadan kaybolduğu ve öldüğü. Tapınakçı Tarikatı'nın tarihi hakkında yeterli bilgiye sahip değilim, bu yüzden internetteki çeşitli kaynakları kullanarak bir inceleme derlemeye koyuldum.
Tapınakçı Tarikatı, Filistin'deki 1. Haçlı Seferi'nden sonra kuruldu. Kudüs'e giden hacıları korumak için yaratıldığına inanılıyor (her ne kadar bu gösterişli bir amaç olsa da). 1128'de Troyes Konseyi'nde Katolik Kilisesi tarafından resmen tanındı. Askeri manastır düzeninin tüzüğü Clairvaux'lu Bernard tarafından yazılmıştır. Aynı zamanda 2. Haçlı Seferi'nin başlatıcısı oldu. İlk tapınakçıların tümü haçlı seferinde yer aldı, yani. İnancı tamamen insanlık dışı bir şekilde, kılıç ve mızrakla taşıdılar.
Bugün en mistik manastır kardeşliğinin - Tapınakçı Tarikatı'nın sırları ve gizemleri hakkında çok fazla konuşma var. "İsa'nın zavallı şövalyeliği ve Süleyman Tapınağı'nın" (bu, Tapınakçı Tarikatı'nın resmi adıydı) nasıl anlatılmamış zenginliğin ve Avrupa'nın en büyük toprak sahibinin sahibi olduğu hala bilinmiyor. Örneğin araştırmacılar, tarihi gerçeklere dayanarak Tapınakçı Tarikatı'nın Batı Avrupa'daki herhangi bir hükümdardan çok daha zengin olduğunu iddia ediyor.
Ayrıca 1118 yılında kurulan Tapınakçı Tarikatı, 50 yıl içerisinde Avrupa'nın en etkili ve güçlü örgütü haline geldi. Tapınakçılar katedrallerin inşasını finanse etti, yollar inşa etti ve uluslararası bankacılar haline geldi. Tapınakçıların Amerika'ya Columbus'tan çok daha önce yelken açtığına dair kanıtlar da var.
Tapınakçı Tarikatı Avrupa'da ne yaptı?
Tapınak Şövalyeleri hızla büyüdü ve Batı Avrupa'nın tüm ülkelerinde, özellikle Fransa, Katalonya ve İtalya'da topraklara sahip oldu. Ayrıca:
- Papa'dan ve derebeylerinden birçok ayrıcalıkları vardı.
- Tapınakçılar, altının artık yanlarında taşınmasına gerek olmayan, nakit olmayan bir para transferi yöntemi buldular, ancak bunu manastırlardaki hazinedarlardan kredi mektupları yoluyla almak mümkündü. Ve bu manastırlar bir ağ gibi o zamanın tüm Hıristiyan dünyasını kapsıyordu. Başka hiçbir laik tefeci müşterilerine böyle bir hizmet sağlayamadı, ancak tapınakçılar için bu kolaydı. Ayrıca hamiline ödenecek çek ve akreditif sistemini geliştiren ve "cari hesap" kavramını kullanıma sokan da onlardı.
- Tapınakçılar hükümdarlara, karlı toprakların ve hatta devlet hazinelerinin güvenliği için nakit krediler verdi!
- Fransız krallarına eşi benzeri görülmemiş bir darbe indirdiler: Tapınaklarında standart bir altın libre basıp saklamaya başladılar. Yani artık bundan farklı olan herhangi bir altın para sahte ilan edildi ve hesaplamalarda onlar tarafından kabul edilmedi!
- Yollar inşa edip korudular. Yanında bir çek alan hacı, yanında para taşıyamazdı, ancak onu tapınakçıların herhangi bir emrinde (comturia) bozdurabilirdi; bu, soyguncuların soygun amacıyla saldırmasını anlamsız hale getirdi.
- Kendi filolarını yarattılar, Akdeniz'de ulaşım tekelini aldılar ve bundan mükemmel para kazandılar.
Tapınakçı Tarikatı'nın etkisi özellikle Fransa'da güçlüydü. Bu organizasyona orada son verildi. Tapınakçılar büyük bir zenginliğe yoğunlaşmışlardı. Fransız kralı IV. Philip ahlaki niteliklere sahip değildi, Yakışıklı olarak adlandırıldı ve düzene son vermeyi planladı. Yakışıklı Philip Tarikat'a çok şey borçludur. Pek çok kaynak, kralın borçtan kurtulmaya, kredi kurumunu yok etmeye tam olarak bu şekilde karar verdiğini yazıyor.
Kral Philip IV'ün Eylemleri
Tapınak Şövalyeleri'ni yok eden şeyin sadece Güzel Philip'in fikri mi olduğunu yoksa organizasyonlarındaki başka nedenlerin, zayıflıkların mı olduğunu yargılamak bizim için zor. Resmi versiyona göre Tapınakçı Tarikatı'nın arşivleri ve altın rezervleri ortadan kayboldu. Fransa Kralı emirden kurtuldu ama bir zenginlik bulamadı. Belki olayların çağdaşı olan Philip IV başka bir şey görmüştür, örneğin: Tarikat içindeki iç çekişme, güç ve nüfuz için savaşan bazı güçler arasındaki çatışma ve durumdan yararlandı.
Tapınakçı Tarikatı'nın ortadan kaldırılması açıkça planlı bir eylemdi ve bu planlar kendiliğinden oluşmamıştı. Başlangıçta emir kasıtlı olarak sapkınlıkla suçlandı. Yerel krallara tabi olmamak, yalnızca Papa'ya (ve sonra yalnızca resmi olarak) tabi olmak, vergilerden muafiyet yalnızca tapınakçılara olan nefreti artırdı.
Geceleri 13 Ekim 1307 Fransa Kralı'nın emriyle ülkedeki tüm Tapınakçılar tutuklandı ve tüm malları tutuklandı. Soruşturma birkaç yıl sürdü ve bu süre zarfında şövalyelerin çoğunun bir Hıristiyan için en korkunç eylemleri itiraf etmemesi bile garip olurdu: şeytana tapınmak, Kutsal Komünyon'a saygısızlık, kutsal cemaate saygısızlık. çarmıha gerilme, yeni doğan bebeklerin öldürülmesi, sodomi günahı ve daha birçok aynı derecede aşağılık günah.
Cellatların şövalyeleri kazığa göndermekten başka seçeneği yoktu. Krallığın hiçbir kanunu Tapınakçılar için geçerli değildi. Eğer sapkınlıktan vazgeçen bir cadı kural olarak bağışlanır ve serbest bırakılırsa, sapkınlıktan vazgeçen bir Tapınakçı kazığa bağlanarak yakılmaya mahkum edilirdi.
Jacques de Molay'ın Laneti
Tapınakçı Tarikatı'nın Efendisi Jacques de Molay'ın kazığa bağlanarak yakılmadan önce Fransa Kralı Philip IV'ü, Papa Clement V'i ve hükümdar de Nogaret'in en yakın danışmanını Tanrı'nın Yargısına çağırdığı ısrarla söyleniyor. Jacques de Molay onlara ve çocuklarına lanet etti: “Papa Clement! Şövalye Guillaume de Nogaret! Kral Philip! Sizi Tanrı'nın yargısına çağırmamdan bir yıl bile geçmeyecek ve size adil bir ceza verilecek! Küfür!! Ailenizin on üçüncü kuşağa kadar laneti var!!! 
İki hafta sonra Papa V. Clement aniden hastalıktan öldü. Neredeyse aynı anda, Fransız kralı de Nogaret'in silah arkadaşı da ölüme uğradı. Nogaret'e olan tiksintisini gizlemeyen Artois Kontes Matilda'nın Nogaret'in ölümünü hızlandırdığını söylüyorlar ve şunları söyledi: “Tanrı merhametlidir ve Tapınakçıların Efendisi'nin lanetini yerine getirmek için acelesi yoksa ona yardım edeceğim. !” Ve Yakışıklı Philip uzun yaşamadı - aynı yılın Kasım ayında emri bozduğunda aniden felçten öldü.
Philip'in üç oğlu da kralın kaderini paylaştı - onlara halk arasında "lanet olası krallar" deniyordu. 14 yıl boyunca, dönüşümlü olarak çok gizemli koşullar altında öldüler ve geride hiçbir yavru bırakmadılar. Bunlardan sonuncusu Charles VI'nın ölümü, Capetian hanedanının saltanatını kesintiye uğrattı. Ancak Fransız tahtına çıkan yeni Fransız Valois hanedanı eşi benzeri görülmemiş felaketlerle karşı karşıya kaldı. 1337'de ünlü Yüz Yıl Savaşları başladı.
Savaş sırasında Valois'lardan biri olan İyi John, İngilizlerin esaretinde öldü, diğeri Charles V aklını kaybetti. Valois hanedanının tüm temsilcilerinin başına trajik bir kader geldi:
- Turnuvada Henry II (1547-1559) tarafından öldürüldü,
- Francis II (1559-1560) tıbbi bir hata sonucu öldü,
- Charles IX (1560-1574) zehirlendi
- fanatik Henry III'ün (1574-1589) elinde öldü.
Jacques de Molay'ın lanetinden kaçmayı başaramadı ve Bourbon hanedanı Valois'nın tahtına oturan kişi: Bourbon'ların ilki Henry IV, bir suikastçının bıçağıyla öldü ve sonuncusu Louis XVI darağacında yaşamına son verdi. Şu gerçek ilginç: Kral, idam edilmeden önce, daha önce Tapınakçı Tarikatı'nın kalesi olarak kabul edilen Tapınak Kulesi'nde hapsedilmişti. İnfazın görgü tanıkları, kralın idamından sonra bir adamın "Jacques de Molay, intikamını aldın!" diye bağırdığını iddia ediyor.
Tapınakçı Tarikatının Sırları
Tapınakçıların tarihinde cevaplardan çok gizemler var.
- Tapınakçıların bu kadar çok maddi ve manevi hazinesi nerede saklanabilir?
- Tapınakçılar neden Yuvarlak Masa Kardeşliği ve görkemli Kral Arthur efsanelerini bu kadar aktif bir şekilde yeniden canlandırdı?
- Şövalyeler gerçekten Hıristiyanlığın en büyük kutsal emanetlerinden biri olan Kutsal Kase'nin koruyucuları mıydı?
- Tarikatın binlerce şövalyesi bu kadar muazzam manevi gücü nereden elde etti?
- Ve Tapınakçılar gerçekte kimdi - Tanrı'nın hizmetkarları mı yoksa karanlık güçlerin astları mı?
- Onlar kafir miydiler yoksa iftira kurbanı mıydılar?
Tapınakçıların zenginliğinin kaynakları bile soru işaretleri yaratıyor. Pek çok kişi Tapınakçıların aristokrasiden ve hükümdarlardan çok sayıda bağış aldığına inanıyor. Ancak bağışlar yalnızca Tapınakçı Tarikatı'na gitmiyordu. Tapınakçıların gücü, nüfuzu ve zenginliği neden 12. ve 13. yüzyıllardaki diğer imtiyazların çok üzerindeydi?
Tapınakçılar bu kadar çok gümüşü nereden buldular? Cömertçe gümüş paralarla ödeme yaptılar. Ancak Tapınakçılar zamanında Avrupa'da kayda değer gümüş yatakları yoktu. Gümüş onlara bu kadar büyük miktarlarda nereden geldi?
Sebepler daha derin, sonuçları daha uzun sürüyor
Ayrıca bir varsayım da var: Tapınakçılar Müslüman dünyasıyla normal ilişkiler sürdürdüklerinden, şövalyelere büyük gelir getiren şeyin Sarazenlerle köklü ticaret olması mümkündür. Pek çok araştırmacı, Tapınakçıların Avrupa devletlerinin yöneticilerine ve Kiliseye bakılmaksızın gerçekleştirdiği önemli mali işlemlerin yanı sıra "maddi değerlere yönelik çok sayıda manipülasyonun" Tapınak Tarikatı'nın ölümünü hızlandırdığı görüşünü dile getiriyor. Soru net değil: Profesyonel savaşçı keşişlerin bulunduğu güçlü bir askeri-dini düzen nasıl itaatkar bir şekilde kendisinin yok edilmesine izin verdi?
Tarihçiler, devasa fonlara sahip güçlü bir paramiliter yapının yaratılmasının geniş kapsamlı planlara sahip olduğuna inanıyor. Büyük olasılıkla amaç, tek hükümet ve ekonomiye sahip birleşik bir Avrupa yaratmaktı.. Birleşik bir Avrupa ekonomisinin kalbinde Tapınakçılar, düzende işleyen parasal sistemin benzeri bir sistem kurmayı amaçladılar. İsa'nın doğrudan torunları olduğu ilan edilen Merovenjlerin Avrupa'da birleşik bir siyasi gücün başına getirilmesi planlandı. Tarikatın şövalyeleri kendilerine şu anda bile kimsenin baş edemeyeceği görkemli bir görev belirlediler.
Modern bankacılar, borç yükümlülükleri (faturalar) ve kredi faizleriyle istikrarlı bir kredi ve finans sistemi yaratanın Tapınakçı Tarikatı olduğunun şüphesiz farkındadırlar. Tapınakçılar, modern bankacılık sermaye sistemine çok benzeyen, Avrupa çapında bir tefecilik ağı kurmayı başardılar. Hıristiyanların kredi faizinden kar elde etmesine izin vermeyen kilise yasağını ihlal etmekten korkmuyorlardı. kazanılmamış parayı almak. Yalnızca Yahudilerin bu tür faaliyetlerde bulunmaları affedildi; onların başka inançlardan olduğu düşünülüyordu; Shakespeare'in "Venedik Taciri" ve Puşkin'in "Cimri Şövalye" eserlerini hatırlayın.
Bu arada İslam'da faiz yasağı hala yürürlükte (Acaba İslam devletlerinde bunu biliyorlar mı?). Görünüşe göre Tapınak Şövalyeleri'nin 14. yüzyılda Avrupa'da planlanan radikal değişiklikleri gerçekleştirememesinin temel nedeni, Avrupa'nın kendisinin bu tür ileri değişiklikleri gerçekleştirecek kadar olgun olmamasıdır.
Güzel Philip'in Tapınakçıların tüm planlarını bilmesine izin verilmedi. Ancak Tapınakçıların var oldukları yıllar boyunca edindikleri etkinin imparatorluğu ve kişisel olarak kendisi için tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Tapınakçılar, eşit şartlarda, mevcut güçlerle iletişim kuruyorlardı, dünyanın her yerindeki bölgelerle istikrarlı bağlantılara sahiptiler ve her türlü gizli mezhebi ve öğretiyi kontrol edebiliyorlardı. Philip'in kendisinin de Roma İmparatorluğu'nun tacını alma planlarını barındırdığı, ancak Tapınakçı Tarikatı'nın iddialı planlarının uygulanmasına müdahale etmesinden korktuğu söylenmelidir.
Fransa'nın hazinesi harap olmuştu, halkın öfkesi artıyordu ve Tapınakçılar, talihsizliklerine rağmen, sadece inanılmaz derecede zengin olmakla kalmayıp, aynı zamanda Güzel Philip'in ana alacaklılarıydı. Tapınakçılar Tarikatı ile ilgili eylemleri, Adil Philip'in dünya tarihine hukukun zaferini ve dinin ihtişamını önemseyen bir hükümdar olarak değil, ellerinde bir soyguncu ve katil olarak girmesine yol açtı. Tapınakçılar Tarikatı üyelerinin kanı.
Herkes ölmedi ama geçmişi canlandırmak mümkün olmadı
Ancak Tapınakçılar her yerde zulüm görmedi ve yok edilmedi. İskoçya onlara sığınma hakkı tanıyan ülkelerden biriydi. Tarikatın pek çok şövalyesi, aralarında Malta Tarikatı, Süleyman Tapınağı Tarikatı, İsa Şövalyeleri Tarikatı (Portekiz) bulunan diğer askeri manastır tarikatlarının saflarına katıldı. Böylece, Vasco da Gamma ve Navigatör Prensi Enrique, İsa Tarikatı'nın şövalyeleriydi. Prens, Portekiz'de gemi yapımının gelişmesine katkıda bulundu, gemileri yeni toprakları keşfetmek için donattı ve Tapınakçıların bayrakları altında yelken açtılar. Atlantik'i geçerken Columbus'un gemilerinde Tapınakçı sembolleri vardı.
Tarikat neden bir gecede bu kadar kolay dağılmış gibi görünse de zenginliği ve belgeleri bulunamadı?
Aslında, Tapınakçılar Tarikatı ancak 11.-12. yüzyılların başında ortaya çıkan sözde ... Zion Tarikatı'nın bir parçası olabilirdi. Modern şirketleri çok anımsatıyor. Biri ikinciye ait, ikincisi ise birincinin parçası. şirketler hakkında.
Adını Sion Dağı'ndaki Aziz Meryem ve Kutsal Ruh Manastırı'nın adından alan, yedi dereceye bölünmüş katı bir hiyerarşiye sahip bu düzen nasıl bir düzendi? 1118'de beşinci derecesi - Aziz John Haçlıları - Kudüs Yahya Şövalyeleri Tarikatı (Konukseverler, Johannitler) oldu ve neredeyse aynı anda Tapınakçılar ve ardından Cermen Tarikatı da ondan ortaya çıktı. Yani bu emirlerin üçü de yasadışı bir derneğin sadece yasal parçalarıydı.
Filistin'in düşmesiyle birlikte Siyon Tarikatı daha da gölgelere doğru gidiyor ama hâlâ yasal "kollarına" liderlik ediyor. Ve versiyonun yazarlarına göre, Tapınakçı Tarikatı'nın üzücü kaderini öngören "Zionlar" önlemler aldı. Aldıkları karar acımasızdı: Eforlarını tehlikeye atılmış tapınakçılar üzerinde boşa harcamak değil, asıl şeyi, uluslarüstü imparatorluklarını, zenginliklerini ve bağlantılarını kurtarmak.
Ve tabii ki Zion Tarikatı, Tapınakçıların şahsında sadece sözde kendi şubesine ait olan altınını kimseye vermek istemiyordu.
Ve yazarlara göre, "Siyonitler" gelecekteki olayları gerçekleşmeden birkaç yıl önce tahmin ettikleri için (ve böyle bir anlayış nereden geldi, kimse fasulyeyi dökmedi mi?), o zaman servetlerini çıkarmak için zamanları oldu. Onu nereye götürdüler? Fransa'dan intikam almak için bir araç olarak seçtikleri İngiltere'ye, kendi şubeleri olan Tapınakçılar Tarikatı'nın yok edilmesinden dolayı. Hatta bu şekilde! Bu nedenle 1337'de Yüz Yıl Savaşları başladığında tüm para oraya gitti. İngilizlerin tüm askeri başarıları buradan geliyor. Sonuçta İngiltere, o dönemde Fransa ile karşılaştırıldığında fakir bir ülkeydi ve birdenbire bu kadar askeri başarılar ve başarılar mı oldu? Ne tür bir "nargile" diye soruyorsunuz? Ama ne tür - “Tapınak altını”!
15 Şubat 2014
Tapınak Şövalyeleri'nin veya "Tapınak Şövalyeleri"nin doğuşu, yükselişi ve düşüşünün hikayesi belki de yaşadığımız dünyanın en romantik efsanelerinden biridir.
Ne kadar zaman geçerse geçsin, tarikat şehitlerinin mezarlarındaki kabartmalar kaç asır gri tozla kaplanırsa kaplansın, ne kadar kitap okunursa okunsun, tarih meraklıları onun adını ne kadar anarsa söylesin. büyük Jacques de Molay - yine de, daha önce olduğu gibi, romantikler ve hayalperestler, Farklı ülkelerdeki bilim adamları ve sahtekarlar, "Tapınakçı altını" için bir kampanyaya katılmak üzere hala sırt çantalarını topluyorlar. Bazı insanlar maden ve maden haritalarını ciddi bir şekilde inceliyor, kale kalıntılarını araştırıyor ve Tapınakçıların Avrupa'daki yollarının ana hatlarını çiziyor, diğerleri ise "hazinelerini" en çok satan kitapların sayfalarında arıyor ve onu edebi şöhret aracılığıyla bulmaya çalışıyor.
Ve hiçbirimiz - ne hayalperestler ne de bilim adamları - gerçekte "nasıl olduğunu" öğrenemeyiz. Elimizde yalnızca çağdaşların tarihi kayıtları ve anıları, Engizisyon belgeleri ve bugüne kadar bazen Avrupa'nın soylu ailelerinin kişisel arşivlerinden aniden ortaya çıkan mektuplar ve eski parşömenler kaldı.
Bazı insanlar Tapınakçıların tarihine dini bir çağrışım verirken, diğerleri laik bir çağrışım veriyor. Yüzyıllar boyunca mümkün olduğu kadar gerçeği kendi başımıza keşfetmeye çalışacağız.
François Marius Granier. "Papa II. Honorius, Tapınak Şövalyeleri'nin resmi olarak tanınmasını sağlıyor."
"Tapınak Şövalyeleri"
Birinci Haçlı Seferi'nin başarıyla sonuçlanmasından ve Filistin topraklarında Hıristiyan Kudüs Krallığı'nın (çoğunlukla Avrupalı şövalyelerin yaşadığı ilk askeri devlet) kurulmasından kısa bir süre sonra, ütopik fikirden etkilenen bir hacı akını Kutsal Topraklara akın etti. Hıristiyan tapınakları arasında güvenli bir yaşam. "İsa'nın diyarında" dolaşan insan sürüleri, doğal olarak sadece orijinal bölgelerinin ve şehirlerinin ele geçirilmesine kızan Müslümanların değil, aynı zamanda korkunç ve uzlaşmaz intikamlarının da dikkatini çekti. Hacıların rotalarının geçtiği bölge soyguncular ve katillerle doluydu. Kutsal Şehir'e giden yol hacılar için ölümcül hale geldi.
Avrupalı hükümdarlar Haçlı Seferi'nin sonucundan memnundu - görev tamamlandı, Kutsal Topraklar fiilen temizlendi. Kalan Müslüman yerleşim yerlerini parlak Hıristiyan dünyasının yolunda can sıkıcı bir engel olarak görüyorlardı ve cömert araziler vaat edilen şövalyelerin bu engeli yavaş yavaş ortadan kaldıracaklarını umuyorlardı. Bu arada Kudüs Krallığı yavaş yavaş boşalmaya başladı; şövalyeler evlerine, ailelerine ve atalarının yuvalarına doğru koşuyorlardı ve hiçbir ödül onların çoğunu durduramazdı. Her gün şiddete, yağma ve cinayete maruz kalan hacılar için bu durumda ne yapmalı?.. Korunmaya ihtiyaçları vardı.
Tapınakçılar Tarikatı tarihindeki ilk, Büyük Üstat - Hugh de Payens Bir süre Kudüs Devleti Kilisesi'ne başkanlık eden Tire Piskoposu William, 1119'da bunun hakkında şöyle yazıyor: “Bazı asil insanlar şövalye kökenli, kendini Tanrı'ya adamış, dindar ve Tanrı'dan korkan, tüm yaşamlarını iffet, itaat ve mülksüz bir şekilde geçirmek, sıradan kanonların örneğini izleyerek kendilerini hizmet için Lord Patrik'e adamak istediklerini beyan ettiler. Kral ve Kilise'nin onayını isteyen birçok soylu şövalye, hacıların ve Kutsal Topraklar'da çok sayıda hareket eden tüm Hıristiyanların korunmasının sorumluluğunu üstlenmeye gönüllü oldu. Bunun için laik temeli kilise temelleriyle eşitlenmiş ve uyumlu hale getirilmiş “Dilenci Şövalyeleri” manevi-şövalye tarikatını kurdular. Yani tapınakçı kardeşler tarikata katılırken manastır rütbesini üstlenmediler, ancak ruhsal ve fiziksel olarak aslında onlar oldular.
Tarikat, kurucularından biri olan ve Tarikat tarihindeki ilk Büyük Üstat olan asil şampanya şövalyesi Hugues de Payens tarafından yönetiliyordu. Ve böylece, Kudüs Kralı ve Patriği'nin huzurunda, Hugh ve onun sekiz sadık komutanı - Godfrey de Saint-Omer, André de Montbard, Gundomar, Godfront, Roral, Geoffroy Bitol, Nivart de Mondesir ve Archambault de Saint-Aignan - bir görüşme gerçekleştirdiler. Gezgin veya yardıma muhtaç Hıristiyanları kanlarının son damlasına kadar koruyacağına yemin etti ve ayrıca üç manastır yemini etti.
Mutlak tarihsel adalet adına, makalenin yazarı, aslında böyle bir düzenin kuruluşunun, zamanının yüzyıllar öncesinde kesinlikle benzeri görülmemiş bir fenomen haline geldiğini belirtmek ister. Bu durumda, bu şövalyeler derneği başka bir manastır tarikatı değildi, bir tür manevi organizasyon değildi - aslında bugün tanıdığımız "kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşlarının" ilkini örgütlediler. Bir fikri teşvik etmek ve fon toplamak. Fikrin propagandası - böyle bir düzenin varlığına duyulan ihtiyaç - hacıların halihazırda devam eden başarılı bir şekilde korunmasından ve fonların toplanmasından oluşuyordu - bu olmadan ne yapabilirdik?.. Sonuçta Tapınakçıların kendileri alışılmadık derecede fakirdi. - öyle ki her iki şövalyeye bir at düşüyordu. Daha sonra, Tapınakçıların etkisi çok geniş bir alana yayıldığında, Tarikatın eski günlerinin anısına bir mühür yarattılar - bu mühür, bir at üzerindeki iki biniciyi tasvir ediyor.
On uzun yıl boyunca Tapınakçılar, kendilerinin yokluğunda Kutsal Aziz Augustine Tarikatı'nın tüzüğünü gözlemleyerek tamamen sefil bir yaşam sürdüler. Kendi sorumluluğu altındaki tarikatın bu kadar feci durumundan kişisel olarak rahatsız olan Kudüs Kralı II. Baldwin "Cüzzamlı", Hugh de Payen'i Papa II. Honorius'a bir girişimde bulunma talebiyle göndermemiş olsaydı, bu durum devam edecekti. İkinci Haçlı Seferi, yeni kurulan devletin topraklarına akın yapmaya devam eden Müslüman savaşçıların küstahlık ihtiyacını öne sürerek.
Baldwin genel olarak "fakir şövalyeler" tarikatına karşı çok olumlu davrandı; hatta kendilerine ait hiçbir mülkü olmayan onlara, Süleyman Tapınağı kalıntılarının güneyindeki sarayında bir kilise bile sağladı, böylece orada toplanabileceklerdi. namaz. Bugünün tanımlarından aşina olduğumuz tarikatın oluşumunun başlangıç noktası olan bu gerçekti: insanlara şövalyelere "Tapınaktakiler" adını vermeleri için bir neden veren "Tapınak" (Fransız tapınağı), “tapınakçılar”. Hiç kimse resmi adını hatırlamadı: “Dilenci Şövalyeleri”.
De Payens, az sayıda yoldaşıyla birlikte neredeyse tüm Avrupa'yı dolaştı; yalnızca hükümdarları Haçlı Seferi için asker toplamaya ikna etmekle kalmadı, aynı zamanda yol boyunca küçük ve gönülsüz bağışlar da topladı. Bu gezinin doruk noktası, Hugh de Payens ve Tapınak Şövalyelerinin Fransa'nın Troyes kentindeki Büyük Kilise Konseyi'ndeki varlığıydı ve bu varlık, Papa'nın kişisel isteğinden kaynaklanıyordu.
Bu faydalı oldu ve Tarikatın başı olarak De Payen, Konseyde konuşmanın önemini anladı; iyi bir konuşma Kiliseye destek sağlayabilir ve Kiliseye verilen destek farklı ülkelerin başkanlarına destek sağlayabilir. De Payen uzun ve etkili bir şekilde konuştu ve bu şımarık ve at gözlüklü kilise izleyicilerini, kaynağını Kudüs tahtından alacak harika yeni bir Hıristiyan dünyasının resimleriyle büyüledi. Konuşmasıyla fethedilen Konseyin Babaları, Tapınakçılara olan bariz sempatisini gizlemeyen, orada bulunan Clairvaux'lu Bernard'a, herkesin anlayacağı yeni düzen için bir Şart yazma talebiyle döndü. mutlu ol. Ayrıca Kilise Babaları da şövalyelere büyük bir onur göstererek, onlara her zaman kırmızı haçla süslenmiş beyaz ve siyah giysiler giymelerini emretti. Aynı zamanda Tapınakçıların Bosseant adı verilen ilk savaş sancağının prototipi oluşturuldu.
Sistersiyen tarikatına mensup olan Clairvaux başrahibi, bu savaşçı ruhu daha sonra Latin Kuralı olarak anılacak olan Tapınakçı Kuralına dahil etti. Bernard şunları yazdı: “Mesih'in askerleri, düşmanlarını öldürme günahından ya da kendi hayatlarını tehdit eden tehlikeden zerre kadar korkmuyorlar. Sonuçta, Mesih uğruna birini öldürmek ya da O'nun uğruna ölümü kabul etmeye istekli olmak yalnızca günahtan tamamen arınmış olmakla kalmaz, aynı zamanda çok övgüye değer ve değerlidir.”
1139'da Papa II. Masum, o zamana kadar zaten oldukça büyük, zengin bir tarikat haline gelen Tapınakçıların onlara papazlık makamının kurulması, ondalık ödemekten muafiyet gibi önemli ayrıcalıklar verdiğini belirten bir boğa yayınladı. şapel inşa etme ve kendi mezarlıklarına sahip olma izni. Ama en önemlisi, kendi savunucularına sahip olmak isteyen Papa, Tarikat'ı tek bir kişiye, yani kendisine tabi kıldı ve Tarikat'ın siyaseti ve yönetiminin tüm sorumluluğunu Üstad'a ve onun Tarikatına yükledi. Bu, Tapınakçılar için mutlak özgürlük anlamına geliyordu. Ve mutlak özgürlük mutlak gücü getirir.
Bu olay dünyanın tüm yollarını Dilenci Şövalyelerine açtı ve tarihlerinde yeni bir sayfa, benzeri görülmemiş bir refah dönemi oldu.
Düzenin Altın Çağı
Başlangıçta, Tarikatın tüm kardeşleri, Şart'a göre iki kategoriye ayrıldı: "şövalyeler" - veya "şövalye kardeşler" ve "bakanlar" - veya "kardeş çavuşlar". Bu unvanların kendisi, yalnızca asil doğumlu şövalyelerin birinci kategoriye kabul edildiğini, asil kökenli olmayan herhangi bir adamın ise sonunda "şövalye kardeş" olma umudu olmadan ikinci kategoriye girebileceğini gösteriyor. Seçilmiş bir kişi olmayan Büyük Üstad -her Üstad yaşamı boyunca halefini seçmek zorundaydı- Papa tarafından bahşedilen Tarikatı yönetme konusunda neredeyse sınırsız bir yetkiye sahipti. Başlangıçta Tapınakçılar, rahip kardeşlerin saflarına katılmaya kategorik olarak karşıydılar, ancak yine de, belirli bir on yıl sonra, kurulduğu andan itibaren, Tapınakçıların saflarında belirli bir özel kardeş-keşiş sınıfı bile ortaya çıktı. bu çok uygun ve hatta yerindeydi: keşişler kan dökemezlerdi ve ayrıca tarikatın kendi kiliselerinde ayinler yapıyorlardı.
Kadınların Tarikat'a katılmasına izin verilmediğinden, evli şövalyeler de isteksizce Tarikat'a kabul edildi ve bu da onların kıyafet renk seçimlerini sınırladı. Örneğin evli şövalyeler, fiziksel saflığın ve “günahsızlığın” simgesi olan beyaz cübbe giyme hakkından mahrum bırakıldı.
Evli Tapınakçılardan oluşan aile, başlarının Tarikat'a katılmasının ardından, veraset hattında kıskanılacak bir kaderle karşı karşıya kaldı. Evli bir erkek kardeşin başka bir dünyaya gitmesi durumunda, "Katılım Anlaşması" uyarınca tüm mal varlığı Tarikatın ortak mülkiyetine geçmiş ve karısı, baştan çıkarmamak için kısa sürede mülkü terk etmek zorunda kalmıştır. görünüşüyle tarikatın şövalyeleri ve acemileri. Ancak Tapınakçılar ünlü hayırseverler olduğundan, ölen kişinin dul eşi ve yakın aile üyeleri, hayatlarının sonuna kadar her zaman Tarikatın hazinedarlarından (genellikle laik, "işe alınmış" kişiler) tam mali destek aldılar.
Bu üyelik politikası sayesinde, Tapınakçılar Tarikatı kısa sürede sadece Kutsal Topraklarda değil, aynı zamanda Avrupa ülkelerinde de büyük mülklere sahip oldu: Fransa, İngiltere, İskoçya, Flandre, İspanya, Portekiz, İtalya, Avusturya, Almanya, Macaristan.
Yardım: Ortaçağ Tapınak Kalesi (Tour du Temple) günümüze sadece tarihi belgelerin sayfalarında, eski resimlerde ve gravürlerde ulaşmıştır. Şövalye tarikatının Paris "tapınağı", 1810'da Napolyon I'in kararnamesi ile yıkıldı.
İsa'nın Zavallı Şövalyeleri Katolik Tarikatı, 1119 yılında Kutsal Filistin Toprakları'nda kuruldu. Kudüs'ün Mısırlılar tarafından ele geçirilmesinin ardından tarikatın din adamları Filistin'i terk etti. O zamana kadar Avrupa'da muazzam bir servete ve geniş topraklara sahiplerdi. Şövalye keşişlerinin önemli bir kısmı Fransız soylu ailelerinden geliyordu.
1222'de Paris Tapınağı inşa edildi. Derin bir hendekle çevrili kalenin zaptedilemez olduğu düşünülüyordu. Kale duvarlarının içinde yedi kule vardı ve iki apsisi ve neşter açıklığı olan Gotik bir kilise vardı. Geniş manastırın duvarları boyunca kışlalar ve ahırlar vardı.
1306 baharında Tapınakçıların Büyük Üstadı gri saçlı Jacques de Molay Paris'e geldi. Ona Tarikatın altmış şövalyesi eşlik ediyordu. Alay başkente atlar ve katırlarla girdi. Rahipler Molay'ın selefi Guillaume de Beaujeu'nun küllerini taşıdılar. Tapınakçıların hazinesi de Paris'e nakledildi.
Tarikatın Efendisinin ikametgahı Tapınağın Ana Kulesiydi. Bu güçlü yapıya ancak kışlanın çatısından geçen bir asma köprüyle ulaşılabiliyordu. Köprü karmaşık mekanizmalar tarafından yönlendiriliyordu. Birkaç dakika içinde yükseldi, ağır kapılar yıkıldı, dövme parmaklıklar yıkıldı ve Ana Kule'ye yerden erişilemez hale geldi. Büyük Üstat kulede yaşıyordu ve yalnızca Bölüme karşı sorumluydu.
Tapınakçı Tarikatı Bölümü kale kilisesinde toplandı. Tapınağın ana koridorunun ortasında mahzene giden sarmal bir merdiven vardı. Mezarın taş levhaları Üstatların mezarını gizliyordu; Tarikatın hazinesi gizli zindanın katlarından birinde tutuluyordu.
Ayrıca, bankacılığın kurucuları olarak kabul edilenler Tapınakçılar'dır - sıradan ve "gezgin" çekler fikrini ortaya atanlar Tarikatın haznedarlarıydı. En ilginç şey, bu programın hala modern bankacılığın bir "klasiği" olduğu söylenebilir. Güzelliğini, sadeliğini ve pratikliğini takdir edin: Bu tür çeklerin varlığı, sürekli olarak soyguncuların saldırılarından ve ölümden korkan gezginleri, altın ve değerli taşları yanlarında taşıma ihtiyacından kurtardı. Bunun yerine, değerli eşyaların sahibi Tarikatın herhangi bir "comturia"sında görünebilir ve tüm bunları hazinesine bırakabilir, karşılığında Baş Haznedar (!!!) tarafından imzalanmış bir çek ve kendisine ait bir baskı alabilir. parmağınızı(!!!), böylece küçük bir deri parçasıyla gönül rahatlığıyla yola koyulursunuz. Ayrıca çekle yapılan işlemler için, çekte belirtilen değerleri bozdururken, Emir küçük bir vergi alıyordu!.. Bir dakika düşünün, bu size modern bankacılık işlemlerini hatırlatmıyor mu?.. Eğer Çekin sahibi limitini tüketebilirdi, ancak paraya ihtiyacı olduğundan, Emir bunu daha sonra geri ödemesi için ona verdi. Bugün "muhasebe" dediğimiz oldukça gelişmiş bir sistem de vardı: Yılda iki kez, tüm çekler Tarikatın ana komutanına gönderiliyor, burada ayrıntılı olarak sayılıyor, hükümet dengesi derleniyor ve arşivleniyordu. Şövalyeler tefeciliği ya da dilerseniz "banka kredisini" küçümsemediler; zengin herhangi bir kişi yüzde on oranında kredi alabilirken, Yahudi tefeciler ya da devlet hazineleri yüzde kırk oranında kredi veriyordu.
Böylesine gelişmiş bir bankacılık yapısına sahip olan Tapınakçılar, kısa sürede Saray için gerekli hale geldi. Örneğin, yirmi beş yıl boyunca, Tarikatın iki saymanı - Gaimard ve de Milly - Philip II Augustus'un isteği üzerine Maliye Bakanı görevlerini yerine getirirken Fransız monarşisinin hazinesini denetlediler. pratikte ülkeyi yönetmektir. Aziz Louis IX tahta çıktığında, Fransız hazinesi tamamen Tapınağa devredildi ve orada halefinin yönetimi altında kaldı.
Böylece, "fakir şövalyeler" nispeten kısa sürede Avrupa ve Doğu Ülkelerinin en büyük finansörleri statüsünü kazandı. Borçluları arasında, sıradan kasaba halkından saygın kişilere ve Kilise babalarına kadar kesinlikle nüfusun tüm kesimleri vardı.
Hayır kurumu
Rasyonalizasyon ve hayırseverlik faaliyetleri de Tarikat'ın işler listesinde özel bir yere sahiptir.
Tapınakçılar sadece mevcut tarikatların en zengini değil, aynı zamanda fırsatlar açısından yeni kardeşler için en çekici olanı olduğundan, zamanlarının birçok seçkin zekası ve yeteneği onun himayesi altında çalıştı.
Tapınakçılar, bilim ve sanatın gelişmesi, sanatçıların, müzisyenlerin ve şairlerin himayesi için büyük meblağlar harcadılar. Ancak yine de askerler asker olarak kalıyor ve tapınakçıların asıl ilgi alanı jeodezi, haritacılık, matematik, fizik bilimleri, inşaat bilimleri ve navigasyon gibi alanların gelişimiydi. O zamana kadar, Tarikat'ın uzun süredir kendi tersaneleri, krallar tarafından kontrol edilmeyen limanları ve kendi modern ve süper donanımlı filosu vardı - tüm gemilerinin manyetik (!!!) pusulalara sahip olduğunu belirtmek yeterli. Deniz Tapınakçıları, hacıların Avrupa'dan Kudüs Krallığı'na taşınmasıyla ticari kargo ve yolcu taşımacılığında aktif olarak yer aldı. Bunun için cömert ödüller ve kilise desteği aldılar.
Tapınakçılar da yolların ve kiliselerin inşasında daha az aktif değildi. Orta Çağ'da seyahatin kalitesi "yolların yokluğuyla çarpılan tam soygun" olarak tanımlanabilir - eğer bir hacıysanız, yalnızca soyguncular tarafından değil, aynı zamanda devlet vergi tahsildarları tarafından da soyulacağınızdan emin olabilirsiniz. Her köprüde, her yolda bir direk. Ve Tapınakçılar, yetkililerin hoşnutsuzluğuna rağmen bu sorunu çözdüler - aktif olarak kendi birlikleri tarafından korunan güzel yollar ve güçlü köprüler inşa etmeye başladılar. Bu yapı aynı zamanda Orta Çağ'a göre tamamen saçma olan bir "finansal olguyla" da ilişkilidir - şövalyeler seyahat için vergi toplamazdı, tek bir para bile!.. Ayrıca, yüz yıldan az bir sürede, Düzen Avrupa'ya yayıldı En az 80 büyük katedral ve en az 70 kilise inşa edildi ve bu kilise ve katedrallerde yaşayan keşişler tamamen Tapınakçılar tarafından desteklendi.
Sıradan insanlar sadece tapınaklara eğilimli değildi; insanlar bu savaşçıların asaletini derinden takdir ediyorlardı. En zor zamanlarda, kıtlığın olduğu ve bir ölçek buğdayın fiyatının otuz üç metelik devasa bir meblağa ulaştığı zamanlarda, Tapınakçılar, ihtiyaç sahiplerinin günlük yemeklerini saymazsak, tek bir yerde bine kadar insanı doyuruyordu.
Molay, Jacques de. Tarikatın Son Büyük Üstadı
Sonun başlangıcı
Tapınak Şövalyeleri'nin haçlı seferi sahnesiVe yine de Tapınakçıların ana çağrısı hâlâ şövalyelik olarak kaldı, özellikle de Kutsal Topraklarda Müslümanlarla devam eden savaşlar. Tarikatın ana fonları ve kaynakları bu savaşlara harcandı. Bu savaşlarda Tapınakçılar başarılı oldu - Müslüman savaşçıların Tapınakçılardan ve Misafirperverlerden o kadar korktukları biliniyor ki, Sultan Sallah ad Din "topraklarını bu pis emirlerden temizlemeye" yemin bile etti.
İkinci Haçlı Seferi'ni ordusuyla yöneten Fransız hükümdarı Louis VII, daha sonra notlarında Tapınakçıların kendisine çok büyük destek sağladığını, Tapınakçılar yanlarında olmasaydı birliklerini nelerin bekleyeceğini hayal bile edemediğini yazdı.
Bununla birlikte, tüm Avrupalı hükümdarlar Tapınakçıların güvenilirliği ve sadakati konusunda bu kadar yüksek bir görüşe sahip değildi. Örneğin birçok kraliyet mensubu Sarazenlerle barış yapılması konusunda ısrar etti ve böylece 1228'de Frederick II Barbarossa bu anlaşmayı imzaladı.
Tapınakçılar öfkeliydi; bu anlaşmaya göre Sarazenler Kudüs'ü Hıristiyanlara teslim etme sözü verdiler. Tarikatın Büyük Üstadı bunu büyük bir stratejik hata olarak değerlendirdi - sonuçta Kudüs pratikte bir abluka altındaydı ve Müslüman topraklarıyla çevriliydi. Ancak Tapınakçıları pek çok nedenden dolayı sevmeyen Frederick ve Tarikatın zenginliği bunlardan en önemlisi değildi, şövalyeleri ihanetle suçlayarak açık çatışmaya girmeyi seçti. Tapınakçılar tehditlerle karşılık verdi, ardından Frederick o kadar korktu ki kısa süre sonra birliklerini geri çevirdi ve Kutsal Toprakları terk etti. Ancak Barbaros'un ayrılması, yapılan anlaşmayı iptal etmedi ve durum kötüden felakete dönüştü.
Taktik ve siyasi konularda tecrübesiz olan Fransa Kralı Louis Saint Louis'in önderliğinde yürütülen Yedinci Sefer, Hıristiyan Krallığının tabutuna son çiviyi çaktı denilebilir. Doğu düzenlemeleri konusunda hiçbir deneyimi olmayan Louis, Tapınakçıların Büyük Üstadı'nın Sarazenlerin ana kalesi Şam Sultanı ile zorluklarla imzaladığı anlaşmayı kendi adına feshetti. Bu aceleci adımın sonuçları hemen farkedildi - hiçbir şey tarafından dizginlenmeyen Müslüman ordusu birbiri ardına zafer kazandı ve Kudüs şövalyeleri arasındaki kayıplar çok büyüktü. Hıristiyanlar şehir üstüne şehir kaybettiler ve hatta uzun bir kuşatma ve şiddetli savaşın ardından Kudüs'ü utanç içinde teslim etmek zorunda kaldılar.
1291 baharında Sarazen Sultanı Kilawun ve birlikleri, o zamanlar Filistin'deki şövalyeliğin son kalesi olan Agra şehrini kuşattı. Çağdaşların anılarına göre savaş gerçekten korkunçtu ve sayısal üstünlük Müslümanların tarafındaydı. Sarazenler savunmayı silip süpürdüler ve şehre hücum ederek Tapınakçıların Büyük Üstadı'nın öldüğü acımasız bir katliam gerçekleştirdiler.
Hayatta kalan Tapınakçılar ve Hastaneciler, ikamet ettikleri kulede saklandılar ve orada düşmana bir süre direnmeyi başardılar, ancak "onları oradan çıkaramayan" Müslümanlar, her şeyi bir anda çözmenin bir yolunu buldular. Aynı anda kuleyi kazmaya ve sökmeye başladılar, bu da onun çökmesine yol açtı. Düştü ve hem şövalyeleri hem de Sarazenleri altına gömdü.
Tüm bu olaylar bir anda Hıristiyan şövalyelik tarihindeki bu bölümü kapatarak Kudüs Krallığı'nın hikayesine son verdi.
Philip IV Fuar (Fransa Kralı)
Düzenin Düşüşü
Kutsal Krallığın çöküşüyle birlikte Tapınakçıların konumu imrenilmez hale geldi. Hem sayısal hem de mali açıdan aynı güce sahip olduklarından, varoluşlarının özü olan ana hedefi kaybettiler: Kudüs'ün korunması ve savunulması.
Tarikata artık ihtiyaç duymayan Avrupalı keşişler ve Kilise, Hıristiyan krallığının çöküşünden onları sorumlu tuttu - ve bu, Tapınakçılar sayesinde bu kadar uzun süre var olmayı başarmasına rağmen. Tapınakçılar, Kutsal Kabir'i bizzat Sarazenlere verdikleri ve Tanrı'dan vazgeçtikleri ve Hıristiyan dünyasının ana değerini - İsa'nın ayaklarının yürüdüğü toprakları - koruyamadıkları için sapkınlık ve ihanetle suçlanmaya başladılar.
Tarikatın konumu, ülkeyi mutlak bir zorba olarak yöneten ve tahtın işlerine kimsenin müdahalesine tolerans göstermeyen Fransız hükümdar Philip IV the Fair'e özellikle uymuyordu. Ayrıca Philip, Tarikat'a büyük miktarda borç yükü altındaydı. Aynı zamanda Philip akıllıydı ve Tapınakçıların güçlü, zengin bir askeri örgüt olduğunun ve Papa dışında kimseye hesap vermemesinin gayet iyi farkındaydı.
Sonra Philip zorla değil kurnazlıkla hareket etmeye karar verdi. Kendi adına Büyük Üstad Jacques de Mola'ya bir dilekçe yazarak fahri şövalye olarak kabul edilmesini istedi. Zamanının en bilge politikacılarından ve stratejistlerinden biri olarak kabul edilen De Mola, Philip'in sonunda Tarikatın hazinesini kendisine ait kılmak için Büyük Üstatlık görevini üstlenmeye çalıştığını fark ederek bu talebi reddetti.
Philip bu reddedilme karşısında öfkelendi ve Tarikat'ı fethedemeyeceği için herhangi bir şekilde Tarikat'ın varlığını durduracağına yemin etti. Ve çok geçmeden karşısına böyle bir fırsat çıktı.
Tapınak Şövalyelerinin Son Büyük Üstadı Jacques de Maula
Eski bir Tapınakçı, "şövalye kardeş", Tapınakçılar tarafından kendi kardeşini öldürmesi nedeniyle sınır dışı edilmiş, diğer suçlar nedeniyle eyalet hapishanesindeyken hoşgörü umuduyla, Tarikat'tayken işlediği iddia edilen inanca karşı günahlarını itiraf etmişti. diğer kardeşlerle birlikte.
Kral derhal Tarikata karşı bir soruşturma başlattı ve Tapınakçıların tüm ayrıcalıklarını reddetmesi için Papa'ya mümkün olduğunca agresif baskı uyguladı. Bağımsız bir kararname çıkardı ve tüm eyaletlere "tüm Tapınakçıların yakalanması, tutuklanması ve mallarının hazineye devredilmesi" talimatını verdi.
13 Ekim 1307'de sığınmaya vakti olmayan veya ailelerinin yükü altında olan Tarikat üyelerinin neredeyse tamamı Philip'in birlikleri tarafından yakalanıp tutuklandı, mallarına el konuldu.
Engizisyon'un bugün mevcut olan sorgulama protokollerine göre Tapınakçılar, Rab'den vazgeçmek, Haç'a hakaret etmek, sapkınlık, sodomi ve iblis Baphomet'in enkarnasyonlarından biri olan belirli bir "Sakallı Kafaya" tapınmakla suçlanıyordu. Korkunç işkenceye maruz kalan pek çok şövalye hemen hemen her şeyi itiraf etti ve böylece Papa, tüm Avrupalı hükümdarların tüm ülkelerdeki Tapınakçıları tutuklamaya başlaması ve aynı zamanda hazinenin ve Kilise'nin (hem kendilerinin hem de kilisenin) yararına mülklerine el koymaları yönünde bir emir yayınladı. Tarikatın mülkiyeti ve topraklar. Bu boğa, Büyük Üstadın Paris'ten sonra ikinci büyük ikametgahının bulunduğu Almanya, İtalya, İngiltere, İber Yarımadası ve Kıbrıs'ta denemelerin başlangıcı oldu.
Uzun, Avrupa çapında bir soruşturma, işkence ve aşağılamanın ardından, 1310'da Paris yakınlarındaki St. Anthony manastırı yakınında, işkence altında verdikleri ifadeden vazgeçecek gücü bulan 54 şövalye kazığa gitti. Güzel Philip zaferini kutladı - 5 Nisan 1312 tarihli bir papalık boğası ile Tapınak Tarikatı resmen kaldırıldı ve varlığı sona erdi.
Tarikatın Büyük Üstadı Jacques de Molay'ın cezası ancak 1314'te açıklandı - Philip, bir zamanlar isteklerini güvenle göz ardı edebilecek kadar güçlü olan bir adamın aşağılanmasından tam anlamıyla zevk almak istiyordu. Duruşmadan önce, Büyük Üstad, Normandiya Rahibi Geoffroy de Charnay, Fransa Ziyaretçisi Hugues de Peyraud ve Aquitaine Rahibi Godefroy de Gonville suçlamaları tamamen kabul etti ve işlenen zulümlerden tövbe etti. Kilise mahkemesi, Papa'nın inisiyatifiyle onlar için ölüm cezasını hapis cezasıyla değiştirdi. Tarihçiler bunun Üstadın siyasi bir hareketi olduğuna inanıyor; Tapınakçıların duruşması halka açık olarak gerçekleşti. Kararı dinledikten sonra de Molay ve de Charnay, işkence altında alınan önceki itiraflardan açıkça vazgeçtiler. Büyük Üstat Jacques de Molay, bir savaşçı olarak onurunu ve gururunu küçük düşürecek hapis yerine ölümü tercih edeceğini açıkladı. Aynı akşam yangın onları da kül etti.
Ve böylece, şenlik ateşleri ve işkence, aşağılama ve iftira içinde, İsa'nın Zavallı Şövalyeleri'nin büyük Tarikatı'nın eşsiz hikayesi sona erdi - bir filin bir fare tarafından mağlup edilmesi. Savaşlar ve yenilgilerle yıkılamayan, açgözlülükle kırılan dev böyle düştü.
Tapınakçılar Tarikatı Kilisesi (Tapınak), Londra, Birleşik Krallık
Kronolojiyi tekrar hatırlayalım:
1095 - Papa II. Urban tarafından ilan edilen ilk haçlı seferi
1099 - Kudüs'ün haçlılar tarafından ele geçirilmesi, Kudüs Krallığı'nın kurulması
1118–1119 - bir grup şövalye, hacıları Müslümanlardan korumak için bir din kardeşliği kurdu.
1120 - Nablus'taki kilise konseyi yeni kardeşliği dini bir tarikat olarak tanıyor ve Kudüs Kralı II. Baldwin onlara Mescid-i Aksa'nın "Süleyman Tapınağı" binasını veriyor, o zamandan beri onlara Tapınakçılar (tapınakçılar) deniyor.
1128 - Portekizli Kontes Teresa, Portekiz'in Müslümanlarla sınırındaki Sur kalesini Tapınakçılara devretmeye karar verdi.
1129 - Troyes Katedrali (Champagne, Fransa). Tarikat, papalığın onayını alır ve tarikatın Latin tüzüğünü benimser.
1130'dan önce - Clairvaux Başrahibi Bernard, yeni düzeni desteklemek için "Yeni Şövalyeliğe Adanmışlık" yazıyor.
1131 - Barselona Kontu Raymond Berenger III, Granien'in sınır mülkiyetini Tapınakçılara devretti
1134 - Krallığını Tapınakçılara, Hastanecilere ve Kutsal Kabir Şövalyelerine miras bırakan Aragon Kralı I. Alfonso'nun ölümü.
1136-1137 - Tapınakçılar Antakya'nın (şimdiki Türkiye) kuzeyindeki sınır bölgelerine yerleştiler
1137 - İngiltere Kraliçesi Boulogne'lu Matilda, Bouillon'lu Godfrey ve Edessa'lı Baldwin'in yeğeni, Essex'teki (İngiltere) toprakları Tapınakçılara devretti
1139 - Papa II. Innocentius, Tapınakçılara daha etkili hareket edebilmeleri için çeşitli dini ayrıcalıklar veren Omne datum optimum boğasını yayınladı.
1143 - Aragon hükümdarı Kont Ramon Berenger IV, Tapınakçılarla Müslümanlara karşı eylemler konusunda bir anlaşma imzaladı ve onlara çeşitli toprak ve kaleleri devretti.
1144 - Papa II. Celestine, Tapınakçılara çeşitli dini ayrıcalıklar verdiği Milites Templi boğasını çıkardı; bu, bir yıl sonra Papa Eugene III tarafından çıkarılan Milites Dei boğasında daha da kutsallaştırılacak.
1147-1149 - İkinci Haçlı Seferi
1149-1150 - Tapınakçılar güney Filistin'deki stratejik Gazze kalesini ele geçirdi
1153 - Kudüs Krallığı kuvvetleri Ascalon'u işgal etti
1163-1169 - Kudüs Kralı Amalric Mısır'ı işgal etti
1177 - Montgisard Muharebesi, Kudüs Kralı 4. Baldwin'in Suriye ve Şam hükümdarı Selahaddin'e karşı kazandığı zafer
1179 - Mezaphat Muharebesi, Saladdin'in zaferi, Saladdin, kuzey Celile'deki Tapınakçı St. James kalesini yok eder.
1187 - Hattin Muharebesi: Haçlı devletleri için felaket ve yakalanan tüm Tapınakçıları ve Hastanecileri idam eden Selahaddin'in zaferi. Selahaddin Kudüs'ü ele geçirir ve Tapınakçılar ana ikamet yerlerinden mahrum bırakılır.
1189-1192 - Üçüncü Haçlı Seferi
1191 - Tapınakçılar Acre'deki (şimdiki Acre, İsrail) yeni yerleşim yerlerine yerleştiler.
1191-1126 - Tapınakçılar ile Kilikya Ermenistanı Kralı Leo arasında sürekli savaşlar
1204 - Dördüncü Haçlı Seferi, Konstantinopolis'in fethi (şimdiki İstanbul, Türkiye). Tapınakçılar Yunanistan'da bazı toprakları ele geçirdi.
1217-1221 - Beşinci Haçlı Seferi, Filistin ve Mısır'a askeri seferler.
1218 - Tapınakçılar ve bazı Haçlılar Akka'nın güneyinde Hacı Kalesi'ni (şimdiki Atlit, İsrail) inşa ettiler.
1228-1229 II. Frederick'in Haçlı Seferi, imparator antlaşmayla Kudüs'ün bir kısmını geri verir, ancak Tapınakçıların ikamet ettiği Tapınak Dağı'nı iade etmez.
1129-1230 - Aragon Kralı I. Jaime, Bolear Adaları'ndaki Müslüman mevzilerini ele geçirdi; güçleri Tapınakçıları da içeriyor.
1230 - Tapınakçılar Bohemya'daki (şimdi Çek Cumhuriyeti) ilk mülklerini aldılar.
1233 - Aragon Kralı II. Jaime, Tapınakçıları da içeren güçleri Valensiya'yı işgal etti.
1237 - Tapınakçılar, Antakya Prensliği'ndeki Darbask kalesini Halep Müslümanlarından (şimdiki Halep, Türkiye) geri almaya çalışırken ağır bir yenilgiye uğradı.
1239-1240 - Champagne ve Navarre'lı Thibault'un haçlı seferi.
1240-1241 - Cornwall'lu Richard'ın Haçlı Seferi.
1240 - Tapınakçılar kuzey Celile'deki Safed kalelerini yeniden inşa etmeye başladı.
1241 - Macaristan ve Polonya'nın Moğol istilası, yerel Tapınakçıların da dahil olduğu birleşik Hıristiyan güçleri yenildi.
1244 - Kudüs'ün Harezm Türkleri tarafından ele geçirilmesi. La Forbie Muharebesi'nde Franklar, Harezmlilerle ittifak halindeki Mısır kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgiye uğradı.
1248-1254 - Fransa Kralı IX. Louis'in haçlı seferi: Mısır ve Filistin'deki askeri kampanyalar.
1250 - Mısır'daki Mansur Muharebesi: Haçlılar yenildi ve birçok Tapınakçı öldürüldü.
1260 - Ain Jalut Muharebesi: Moğollar, Mısır Memlükleri tarafından mağlup edildi.
1266 - Mısır Sultanı Baybars, Tapınakçıların Safed kalesini ele geçirdi.
1268 - Baybars Antakya'yı ele geçirdi.
1270 - Kral Louis IX'un Tunus'a ikinci haçlı seferi.
1271-1272 - Edward İngiliz haçlı seferi.
1274 - Lyon Konseyi: hiçbir zaman gerçekleştirilmeyecek olan yeni bir haçlı seferi hakkında tartışmalar.
1289 - Mısır Sultanı Kilawun Trablus'u ele geçirdi (şimdi Tarabalus, Suriye)
1291 - Akka Eşref'in Kilawun oğlu Halil tarafından ele geçirilmesi: Latin Kudüs Krallığı'nın sonu. Tapınakçılar Sidon ve Tortosa (şimdiki Tartuz, Suriye) kalelerini boşaltır ve Kıbrıs'ta karargahlarını kurarlar.
1302 - Tapınakçılar Tortosa yakınlarındaki bir ada olan Ruad'ı kaybetti.
1306 - Kıbrıs Kralı II. Henry, kardeşi Amaury de Lusignan tarafından tahttan indirildi, Tapınakçılar Amaury'yi destekliyor.
1307 - Fransa'nın tapınakçıları Kral Philip IV'ün emriyle tutuklandı
1310 - Kıbrıs Kralı II. Henry yeniden iktidara geldi ve Tapınakçıları ev hapsine aldı.
1311-1312 - Vienne, Fransa'daki kilise katedrali.
1312 - Papa V. Clement excelso'daki boğa Vox ile düzeni feshetti. Tarikatın mülkiyetini Kudüs St. John Hastanesi Tarikatına (Hospitaliers) devreden boğa Ad providam'ı çıkarır.
1314 - Tarikatın iki önemli ileri gelenleri, Tarikatın Üstadı Jacques de Molay ve Normandiya Komutanı Geoffroy de Charnay Paris'te yakıldı.
1316-1317 - Tapınakçıların Mareşali Aimé de Ozilier ve diğer Kıbrıs Tapınakçıları, rakipleri Kıbrıs Kralı II. Henry'nin hükümdarlığı sırasında hapishanede ölürler.
1319 - Montesa Tarikatı Valensiya'da kurulur ve Valensiya'daki Tapınak Şövalyeleri ve Şövalyeler Hospitaller'ın mülklerini devralır. İsa Tarikatı Portekiz'de kurulur ve oradaki Tapınakçıların mülklerini devralır.
Helen Nicholson'dan alıntı - Tapınak Şövalyesi, çeviri: © www.templarhistory.ru
İşte bu konuyla ilgili ek materyaller:
Ortaçağ toplumunun seçkinleri olarak şövalyelik ve Yazının orjinali sitede InfoGlaz.rf Bu kopyanın alındığı makalenin bağlantısı -
Her ne kadar kuruluş amacı Doğu'da Haçlıların oluşturduğu devletlerin askeri savunması olsa da. Ancak 1291'de Hıristiyan yerleşimciler Müslümanlar tarafından Filistin'den kovuldu ve Tapınakçılar, düzeni korumak için neredeyse tamamen tefecilik ve ticarete yöneldiler, önemli miktarda maddi zenginlik biriktirdiler ve böylece kralların ve papanın kıskançlığına neden oldular. 1307-1314'te. Tarikatın üyeleri, Roma Katolik Kilisesi, büyük feodal beyler ve krallar tarafından tutuklamalara ve acımasız zulme maruz kaldı ve bunun sonucunda tarikat kaldırıldı ve feshedildi.
Siparişin geçmişi
Düzenin Kökeni
Ala-Aksa Camii, tapınak tepesinin güneydoğu kısmı. Burası Tapınakçıların karargahıydı.
1099'da Kudüs'ün ele geçirilmesini takip eden yıllarda, Birinci Haçlı Seferi'ne katılanların çoğu Batı'ya döndü ya da öldü ve Doğu'da kurdukları yeni Haçlı devletleri, sınırları gerektiği gibi savunabilecek yeterli birliğe ve yetenekli komutanlara sahip değildi. yeni devletlerden. Sonuç olarak, her yıl Filistin türbelerine saygılarını sunmaya gelen hacılar, genellikle soyguncular veya Müslümanlar tarafından saldırıya uğradı ve haçlılar onlara gerekli korumayı sağlayamadı. 1119 civarında, Fransız asilzade Hugh de Payns, aralarında Godefroy de Saint-Omer'in de bulunduğu sekiz şövalye akrabasını bir araya topladı ve Orta Doğu'daki kutsal yerlere hac ziyaretinde bulunan hacıların korunması amacıyla bir tarikat kurdu. Tarikatlarına "Dilenci Şövalyeleri" adını verdiler. Tarikatın faaliyetleri ve genel olarak tarikat hakkında çok az kişi, tarikatın resmi olarak tanındığı 1128 Troyes Konseyi'ne ve Clairvaux Başpiskoposu Bernard'a, Tarikat'ı özetleyecek olan Şartını geliştirmesi talimatı verilene kadar biliyordu. düzenin temel yasaları. Orta Çağ'ın en büyük tarihçilerinden biri olan Orta Çağ tarihçisi, Tire Başpiskoposu ve Kudüs Krallığı Şansölyesi William, eserinde düzenin yaratılma sürecini belgeliyor:
"Aynı yıl birkaç soylu şövalye, gerçek inançlı adamlar ve Tanrı'dan korkan, ciddiyet ve itaat içinde yaşama, mülklerinden sonsuza kadar vazgeçme ve kendilerini kilisenin yüce yöneticisinin ellerine teslim ederek manastır düzeninin üyeleri olma arzusunu ifade etti. Bunların arasında ilk ve en ünlüsü Hugh de Payns ve Tanrı Frou de Saint-Omer'di. Kardeşliğin henüz kendi tapınağı veya evi olmadığı için kral, Tapınak Dağı'nın güney yamacına inşa edilen sarayında onlara geçici bir sığınak sağladı. Orada duran tapınağın kanonları, belirli koşullar altında duvarlarla çevrili avlunun bir kısmını yeni düzenin ihtiyaçları için terk etti. Dahası, Kudüs Kralı II. Baldwin, maiyeti ve patrik, piskoposlarıyla birlikte, tarikat üyelerinin alabileceği arazilerin bir kısmını (bazıları ömür boyu, diğerleri geçici kullanım için) tahsis ederek tarikata derhal destek sağladılar. bir geçim kaynağı. Öncelikle onlara, günahlarının kefareti olarak, patriğin önderliğinde, "Kudüs'e giden hacıları hırsızların ve eşkıyaların saldırılarından korumaları ve korumaları ve güvenlikleri için mümkün olan her türlü özeni göstermeleri" emredildi.
Tarikatın karargahının yerini gösteren Kudüs haritası
Faaliyetinin en başında, tarikatın yalnızca hacıların korunması emri verilmişti ve tarikatın ilk şövalyeleri, meslekten olmayanların kardeşliği gibi bir şey oluşturdu. Tarikat, Kutsal Kabir Kilisesi'nin hizmetinde olan bir grup şövalyeden oluşuyordu. Kudüs Krallığı'nın hükümdarı II. Baldwin, karargah için Kudüs tapınağının güneydoğu kanadındaki Ala Aksa camisinde bir yer ayırdı. Ve Tapınak Şövalyeleri Düzeni Kararnamesini geliştiren Clairvaux'lu Bernard, tarikatın hamisi oldu.
Clairvaux'lu Aziz Bernard, tarikatın hamisi
Troyes Konseyi'nde hazır bulunan Tapınakçılar, tarikat için Fransa ve İngiltere'de aktif ve başarılı bir işe alım kampanyası başlattılar ve çoğu, Godefroy de Saint-Omer örneğini takip ederek evlerine gitti. Hugh de Payns, Champagne, Anjou, Normandiya ve Flanders'ın yanı sıra İngiltere ve İskoçya'yı da ziyaret etti. Pek çok neofitin yanı sıra, tarikat, kendisine Batı'da, özellikle Fransa'da güçlü bir ekonomik konum sağlayan ve orijinal "ulusal" bağlılığını doğrulayan arazi mülkiyeti şeklinde cömert bağışlar aldı - tarikat Fransız olarak kabul edildi. Ancak çok geçmeden bu ruhani şövalye tarikatına katılma fikri, düşman Müslümanların yakınlığının yerel halkı korunma umutlarını haçlılara bağlamaya zorladığı Languedoc ve İber Yarımadası'nı da ele geçirdi. Tarikata katılan her asil, yoksulluk yemini etti ve mülkü tüm tarikatın malı olarak kabul edildi. 29 Mart 1139'da Papa II. Innocentius, Omne Datum Optimum adını verdiği, herhangi bir Tapınakçının herhangi bir sınırı serbestçe geçebileceğini, vergiden muaf olduğunu ve Papa dışında kimseye itaat etmediğini belirten bir bildiri yayınladı.
Siparişin daha da geliştirilmesi
Emrin reddi ve feshi
Jacques de Molay
13 Ekim 1307 sabahı erken saatlerde Fransa'da yaşayan tarikat üyeleri Kral IV. Philip'in yetkilileri tarafından tutuklandı. Tutuklamalar Kutsal Engizisyon adına yapıldı ve Tapınakçıların malları kralın malı oldu. Tarikatın üyeleri en büyük sapkınlıkla suçlandı - İsa Mesih'ten vazgeçmek, çarmıha tükürmek, birbirlerini uygunsuz bir şekilde öpmek ve eşcinselliğe eğilim duymak ve ayrıca gizli toplantılarında putlara tapmak vb. Ekim ve Kasım aylarında tutuklananlar Tarikatın Büyük Üstadı Jacques de Molay ve Baş Denetçi Hugo de Peyraud'un da aralarında bulunduğu Tapınakçılar neredeyse aynı anda suçlarını itiraf ettiler. Çok sayıda mahkum işkenceye maruz kaldı. De Molay daha sonra Paris Üniversitesi'nde ilahiyatçıların katıldığı bir toplantı öncesinde itirafını kamuoyu önünde tekrarladı. Kral Philip IV ise Hıristiyan dünyasının diğer hükümdarlarına, kendi örneğini takip etmeleri ve kendi topraklarındaki Tapınakçıları tutuklamaları yönünde acil bir talepte bulundu. Papa Clement V başlangıçta bu tutuklamaları kendi otoritesine doğrudan bir saldırı olarak algıladı. Ancak mevcut durumla yüzleşmek zorunda kaldı ve direnmek yerine olanların sorumluluğunu üstlenmeye çalıştı. 22 Kasım 1307'de Hıristiyan dünyasının tüm hükümdarlarına Tapınakçıları tutuklamalarını ve topraklarına ve mülklerine el koymalarını emrettiği "Pastoralis praeeminentiae" boğasını yayınladı. Bu boğa İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya ve Kıbrıs'ta denemelerin başlangıcı oldu. Tarikatın liderlerini şahsen sorgulamak için iki kardinal Paris'e gönderildi. Ancak Papa'nın temsilcilerinin huzurunda de Molay ve de Peyraud itiraflarından vazgeçtiler ve acilen diğer Tapınakçılardan da aynısını yapmalarını istediler. 1308'in başında papa, engizisyon süreçlerini askıya aldı. Philip IV ve adamları altı ay boyunca papayı etkilemek için boşuna çabaladılar ve onu soruşturmayı yeniden başlatmaya teşvik ettiler. Müzakerelerin doruk noktası, Mayıs-Haziran 1308'de kral ve papanın Poitiers'de yaptığı toplantıydı; bu toplantı sırasında, birçok tartışmadan sonra, papa nihayet iki adli soruşturma açmayı kabul etti: bunlardan biri, Papalık komisyonu tarafından yürütülecekti. emrin kendisi, ikincisi ise yerel mahkemelerin tarikatın belirli bir üyesinin suçluluğunu veya masumiyetini belirlemek zorunda olduğu piskoposluk düzeyinde bir dizi yargılama olacak. Ekim 1310 için Tapınakçılar davasıyla ilgili nihai kararı verecek olan Viyana Konseyi planlandı. Fransız tahtıyla yakından bağlantılı olan piskoposların kontrolü ve baskısı altında yürütülen piskoposluk soruşturmaları 1309 gibi erken bir tarihte başladı. ve ortaya çıktığı gibi, çoğu durumda Tapınakçılar, şiddetli ve uzun süreli işkenceden sonra orijinal itiraflarını tekrarladılar. Tarikatın faaliyetlerini bir bütün olarak araştıran papalık komisyonu davayı ancak Kasım 1309'da görmeye başladı. Tapınakçı kardeşler, papalık komisyonu karşısında iki yetenekli rahip Pierre de Bologna ve Renaud de Provins'ten ilham aldılar. düzenlerini ve onurlarını tutarlı bir şekilde savunmaya başladılar.
1310 yılının Mayıs ayı başlarında. Yaklaşık altı yüz Tapınakçı, soruşturmanın başında kendilerinden alınan, 1307'de engizisyon mahkemeleri veya 1309'da piskoposlar önünde yapılan itirafların doğruluğunu tamamen inkar ederek, emri savunma kararı aldı. Papa V. Clement, Konseyi erteledi. 1311'e kadar bir yıl boyunca. Kralın himayesindeki Sansa Başpiskoposu, kendi piskoposluğundaki tarikat üyelerinin vakaları hakkında yeniden bir soruşturma başlattı ve kırk dört kişinin sapkınlığa geri dönmekten suçlu olduğunu tespit etti ve onları başka bir yere nakletti. (dini mahkemelerin cezalarını infaz eden) laik mahkemeye. 12 Nisan 1310 Elli dört Tapınakçı kazıkta yakılmaya ve Paris'in eteklerinde idam edilmeye mahkum edildi. Tarikatın mahkemedeki savunmasının iki ana ilham kaynağından biri olan Pierre de Bologna bir yerlerde ortadan kayboldu ve Renaud de Provins, Sané eyalet meclisi tarafından ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bu infazlar sayesinde Tapınakçılar orijinal ifadelerine geri döndüler. Papalık komisyonunun duruşmaları da ancak Haziran 1311'de sona erdi.
1311 yazında papa, Fransa'dan aldığı ifadeyi diğer ülkelerden gelen araştırma materyalleriyle birleştirdi. Ancak Tapınakçılar yalnızca Fransa'da ve onun hakimiyeti veya nüfuzu altındaki bölgelerde suç itirafını elde edebildiler. Ekim ayında nihayet Viyana Konsili toplandı ve Papa, Tapınakçıların kendilerini şerefsizleştirdiği ve tarikatın artık eski haliyle var olamayacağı gerekçesiyle tarikatın feshedilmesini acilen talep etti. Ancak konsil sırasında kutsal babaların direnişi çok anlamlıydı ve Fransa kralının baskısı altındaki papa kendi başına ısrar etti ve seyirciyi aforoz edilme acısıyla sessiz kalmaya zorladı. 22 Mayıs 1312 tarihli "Vox in excelso" boğası, tarikatın dağıldığını işaret ediyordu ve 2 Mayıs tarihli "Ad providam" boğasına göre, tarikatın tüm mülkleri ücretsiz olarak başka bir büyük tarikata - Hospitallers'a devredildi. . Kısa bir süre sonra IV. Philip, Yasal tazminat olarak Hastanecilerden büyük miktarda paraya el koydu.
İki Tapınakçı kazıkta yakıldı.
Kardeşlerin suçlarını hiçbir zaman kabul etmediği durumlarda, çeşitli Tapınakçılar ömür boyu hapis cezası da dahil olmak üzere çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı, manastırlara hapsedildi ve hayatlarının geri kalanında sefil bir yaşam sürdüler. Görünüşe göre liderleri 18 Mart 1314'te papalık mahkemesinin huzuruna çıktılar ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Tarikatın Genel Denetçisi Hugh de Peyraud ve Aquitaine Başrahibi Geoffroy de Gonneville, kararlarını sessizce duydular, ancak Büyük Üstat Jacques de Molay ve Normandiya Rahibi Geoffroy de Charnay yüksek sesle protesto ederek tüm suçlamaları reddettiler ve kutsal olduklarını ileri sürdüler. Tanrı'nın ve insanların önünde düzen hâlâ saftı. Kral, ikinci kez sapkınlığa düştükleri gerekçesiyle derhal kınanmalarını talep etti ve aynı akşam Yahudi Adası olarak adlandırılan Seine nehrinin alüvyonlu adalarından birinde yakıldılar.
Süleyman Tapınağı ile Bağlantı
Tapınakçı Tarikatı tarafından kullanılan haç çeşitlerinden biri
Ne bir kiliseleri ne de kalıcı bir sığınakları olduğundan, kral onlara sarayın güney kanadında, Rab'bin Tapınağı'nın yakınında geçici ikamet izni verdi.""Rab'bin Tapınağı" - Büyük Herod tarafından inşa edilen ve MS 70'lerde Romalılar tarafından yıkılan Kudüs'ün İkinci Tapınağını ifade eder. Kudüs Krallığı'nın varlığı sırasında, Rab'bin Tapınağına sözde- "Saya Kubbesi", diğer adıyla Altın Kubbe veya Arapça'da Kubbet el-Sahra Mescid-i Aksa ("Nihai"), Templum Solomonis - Süleyman Tapınağı olarak adlandırıldı. Kudüs Kralı'nın sarayı, Tapınak Tepesi topraklarında inşa edildi - orada, Romalılar tarafından yıkılan Kudüs Tapınağı'nın bulunduğu yer, sarayın güney kanadında bulunuyordu. Kudüs'ü tasvir eden plan ve haritalarda, 16. yüzyıla kadar Tapınak Dağı'na Süleyman Tapınağı deniyordu. Örneğin 1200 tarihli Kudüs planında "Solomoni Tapınağı" açıkça okunabiliyor. 1124-25 belgelerinde Tapınakçılar kısaca " Süleyman Tapınağı Şövalyeleri" veya " Kudüs Tapınağı Şövalyeleri».
“Gerçek Tapınak, içinde birlikte yaşadıkları Tapınaktır; eski ve ünlü Süleyman Tapınağı kadar görkemli olmasa da daha az ünlü olmadığı doğrudur. Çünkü Süleyman Tapınağı'nın tüm büyüklüğü ölümlü şeylerde, altın ve gümüşte, oyma taşta ve birçok ahşap türünde yatıyordu; ancak mevcut Tapınağın güzelliği, üyelerinin Rab'be olan bağlılıklarında ve örnek yaşamlarında yatmaktadır. Bu, dış güzellikleri nedeniyle takdir edildi, bu, erdemleri ve kutsal eylemleri nedeniyle saygı görüyor ve böylece Rabbin evinin kutsallığı tesis ediliyor, çünkü mermerin pürüzsüzlüğü O'na doğru davranış kadar hoş gelmiyor ve O, duvarların yaldızlanmasından ziyade zihinlerin saflığına daha fazla önem veriyor."
“Binaları Kudüs Tapınağı'nın içinde bulunuyor; Süleyman'ın antik başyapıtı kadar büyük değil ama daha az görkemli değil. Gerçekte, Birinci Tapınağın tüm ihtişamı ölümlü altın ve gümüşten, cilalı taşlardan ve pahalı ahşaplardan oluşuyordu; şimdiki zamanın cazibesi ve tatlı, hoş dekorasyonu ise onu işgal edenlerin dini coşkusu ve disiplinli davranışlarıydı. İlkinde insan her türlü güzel rengi düşünebilirken, ikincisinde her türlü erdeme ve iyi davranışa saygı duyabilirdi. Gerçekten kutsallık, Tanrı'nın evine uygun bir süstür. Orada parlak mermerin değil, muhteşem erdemlerin tadını çıkarabilir ve yaldızlı paneller yerine saf kalplerin büyüsüne kapılabilirsiniz.
Elbette bu tapınağın cephesi taşlarla değil silahlarla süslenmiş ve duvarları eski altın taçlar yerine kalkanlarla asılmış. Bu ev şamdanlar, buhurdanlar ve testiler yerine eyerler, koşum takımları ve mızraklarla donatılmıştır.”
“1118'de Doğu'da Haçlı şövalyeleri - aralarında Geoffrey de Saint-Omer ve Hugo de Payens'in de bulunduğu - kendilerini dine adadılar ve görüşü her zaman gizli veya açık bir şekilde İslam'a düşman olan Konstantinopolis Patriği'ne bir yemin ettiler. Photius zamanından beri Vatikan. Tapınakçıların açıkça beyan edilen amacı, kutsal yerlerdeki Hıristiyan hacıları korumaktı; gizli niyet, Süleyman'ın Tapınağını Hezekiel'in gösterdiği modele göre yeniden inşa etmektir. Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarındaki Yahudi mistiklerinin öngördüğü böyle bir restorasyon, Doğu Patriklerinin gizli hayaliydi. Restore edilerek Ekümenik Tarikata adanan Süleyman Tapınağı dünyanın başkenti olacaktı. Doğu Batı'ya, Konstantinopolis Patrikhanesi de papalığa galip gelecekti. Tarihçiler, Tapınakçıların (Tapınakçıların) ismini açıklamak için Kudüs Kralı II. Baldwin'in onlara Süleyman Tapınağı'nın yakınında bir ev verdiğini söylüyorlar. Ancak burada ciddi bir anakronizme düşüyorlar, çünkü bu dönemde İkinci Zerubbabel Tapınağı'ndan tek bir taş bile kalmamış, aynı zamanda bu tapınakların bulunduğu yeri belirlemek de zor olmuştur. Baldwin'in Tapınakçılara verdiği evin, Süleyman Tapınağı'nın yakınında değil, Doğu Patriği'nin gizli silahlı misyonerlerinin onu restore etmeyi planladığı yerde bulunduğunu dikkate almak gerekir.
Tapınakçılar, İncil'deki modellerini, bir elinde kılıç, diğer elinde mason küreği ile çalışan Zerubbabel'in duvar ustalarını düşünüyorlardı. Daha sonraki dönemde kılıç ve mala onların alameti olduğundan kendilerini Mason Kardeşliği yani Mason Kardeşliği ilan ettiler."
Haçlı Seferleri dönemindeki faaliyetler
Tapınak Şövalyeleri Mührü. İki atlı, yoksulluk yeminini veya keşiş ile askerin ikiliğini simgeliyor
Bir versiyona göre, önümüzdeki dokuz yıl içinde dokuz şövalye, toplumlarına tek bir yeni üyeyi kabul etmiyor. Ancak Tarikatın 1119'da yaratılışından ya da dokuz yıllık tecritinden şüphe etmemizi sağlayan gerçeklerin var olduğunu belirtmek gerekir. 1120'de Geoffrey Plantagenet'in babası Anjou'lu Fulk'un Tarikat'a, 1124'te ise Şampanya Kontu'nun kabul edildiği biliniyor. 1126'ya gelindiğinde iki kişi daha kabul edilmişti.
Mali faaliyetler
Tarikatın ana faaliyetlerinden biri finanstı. Ama o zamanlar nasıllardı? Marc Block'a göre "para dolaşımı çok azdı." Bunlar gerçek madeni paralar değil, aktarılabilir, sayılabilen madeni paralardı. “Fransız hukukçular, madeni paranın gerçek değeri (altın ağırlığı) ile doğal değeri, yani parasal bir işarete, bir değişim aracına dönüşmesi arasındaki farkı ancak 13. yüzyılın sonlarında güçlükle ayırmaya başladılar. ” diye yazdı Jacques Le Goff. Livre'nin değeri 489,5 gr altından (Karolenj dönemi) 1266'da 89,85 gr'a ve 1318'de 72,76 gr'a değişti. Altın sikke basımı 13. yüzyılın ortalarından itibaren yeniden başladı: florin 1252 gr (3.537 gr); Louis IX'un eküsü; Venedik dükası. Gerçekte, J. Le Goff'a göre gümüş basılmıştı: Venedik kuruşu (1203), Floransa (c. 1235), Fransa (c. 1235). Bu nedenle parasal ilişkiler ağır bir yapıya sahiptir ve bu da onları biraz zorlaştırmaktadır. Herhangi bir zenginlik derecesini değerlendirmeye çalışmak, yetersiz sonuçlara yol açabilir. Örneğin, livre'nin 367-498 g arasında dalgalandığı 1100 yılı seviyesine veya livre 72,76 g seviyesine göre değerlendirebilirsiniz. Böylece, herhangi bir eserin yazarı, verileri kullanarak sonuca ulaşabilir. Örneğin Tapınakçıların muazzam miktardaki zenginliğine ihtiyacı var.
Yüksek risk nedeniyle finansal işlemlerden yalnızca belirli kişi ve toplulukların para kazandığını belirtmek gerekir. Tefecilik genellikle İtalyanlar ve Yahudiler tarafından uygulanıyordu. Rekabetleri, genellikle "toprak ve meyvelerin" güvenliği karşılığında para veren manastırlardan geliyordu. Kredinin amacı genellikle Kudüs'e hac ziyaretiydi ve dönem oradan dönüştü. Kredi tutarı teminat tutarının 2/3'ü kadardı.
Tapınakçı Tarikatı bu finansal faaliyet alanında çok daha saygın görünüyordu. Sadece laik bir örgüt olarak değil, aynı zamanda manevi bir örgüt olarak da özel bir statüye sahipti; sonuç olarak, Tarikatın tesislerine yapılan saldırılar saygısızlık olarak kabul edildi. Ayrıca Tapınakçılar daha sonra papadan mali işlemlerde bulunma hakkını da alarak faaliyetlerini açıkça yürüttüler. Diğer cemaatler ise her türlü hileye başvurmak zorunda kaldılar (örneğin Yahudilere faiz karşılığında para vermek).
Çeklerin mucidi Tapınakçılardı ve eğer depozito miktarı tükenirse artırılabilir ve daha sonra akrabalar tarafından yenilenebilirdi. Nihai hesaplamalar için yılda iki kez kontroller tahliye ofisine gönderiliyordu. Her çeke emanet sahibinin parmak izi eşlik ediyordu. Emir, çeklerle yapılan işlemler için küçük bir vergi alıyordu. Çeklerin varlığı, insanları (para rolünü oynayan) değerli metalleri taşıma ihtiyacından kurtardı; artık küçük bir deri parçasıyla hac yolculuğuna çıkmak ve herhangi bir Tapınakçı topluluğundan tam bir madeni para almak mümkündü. Böylece çek sahibinin parasal mülkiyeti, Orta Çağ'da sayıları oldukça fazla olan soyguncular için erişilemez hale geldi.
Karşılaştırma için Tarikat'tan% 10 oranında kredi almak mümkündü: kredi ve kredi ofisleri ve Yahudiler% 40 oranında kredi verdi. Ancak Haçlı Seferleri zamanından itibaren papalar, haçlıları “Yahudi borçlarından” kurtardı ama her halükarda bunları Tapınakçılara verdi.
Steward'a göre, “Tapınakçıların en uzun mesleği ve Kilise'nin tefecilik üzerindeki tekelini kırmaya yaptıkları katkı ekonomiydi. Hiçbir ortaçağ kurumu kapitalizmi ilerletmek için bundan daha fazlasını yapmadı.”
Tarikatın devasa arazileri vardı: 13. yüzyılın ortalarında yaklaşık 9.000 manuar; 1307'de yaklaşık 10.500 manuari vardı. Orta Çağ'da manuarium, geliri bir şövalyeyi silahlandırmayı mümkün kılan 100-200 hektarlık bir arazi parçasıydı. Bununla birlikte, St. John Tarikatı'nın topraklarının, Tapınak Tarikatı'nın topraklarının iki katından daha büyük olduğunu belirtmek gerekir.
Yavaş yavaş Tapınakçılar Avrupa'nın en büyük alacaklıları haline geldi. Borçluları arasında köylülerden krallara ve papalara kadar herkes var. Bankacılık işleri o kadar gelişmiş ki Philip II Augustus, maliye bakanlığı görevlerini Tarikatın saymanına emanet etti. "25 yıl boyunca kraliyet hazinesi, Tarikatın saymanı Gaimar ve ardından Jean de Milly tarafından yönetildi." Aziz IX. Louis döneminde kraliyet hazinesi Tapınak'ta bulunuyordu. Louis'in halefi döneminde orada kalmaya devam etti ve neredeyse Tarikat'ın hazinesiyle birleşti. Lozinsky, "Tarikatın baş saymanı, Fransa'nın baş saymanı oldu ve ülkenin mali yönetimini yoğunlaştırdı" diye yazıyor. 100 yıl önce sadece Fransız kralları devlet hazinesini Tapınakçılara emanet etmiyordu; Kudüs hazinesinin anahtarlarından biri de Tapınakçılara aitti.
Sipariş aktif inşaat çalışmaları yürüttü. Doğuda ise çoğunlukla kale inşa etmek ve yol döşemekten ibaretti. Batıda - yollar, kiliseler, katedraller, kaleler. Filistin'de Tapınakçıların Tortosa, Feb, Toron, Castel Pelegrinum, Safet, Gastin ve diğerleri gibi 18 önemli kalesi vardı.
J. Maillet, yüz yıldan kısa bir süre içinde Tarikatın Avrupa'da "80 katedral ve 70 küçük tapınak" inşa ettiğini söylüyor.
Ayrı olarak, Tapınakçıların yol inşaatı gibi bu tür faaliyetlerini vurgulamak gerekir. O zamanlar, yolların olmaması, "gümrük engellerinin" çokluğu - soyguncular ve korsanlar hariç, her küçük feodal bey tarafından her köprü ve zorunlu geçiş noktasında alınan ücretler ve harçlar seyahat etmeyi zorlaştırıyordu. Ayrıca S.G. Lozinsky'ye göre bu yolların kalitesi son derece düşüktü. Tapınakçılar yolları korudular ve kavşaklarda geceyi geçirebilecekleri topluluklar inşa ettiler. Tarikatın yollarında insanlar korunuyordu. Önemli bir detay: Orta Çağ'a özel bir durum olan bu yollarda seyahat için gümrük vergisi alınmıyordu.
Tapınakçıların hayırsever faaliyetleri önemliydi. Tüzük onlara haftada üç kez evlerindeki yoksulları doyurmalarını emrediyordu. Avludaki dilencilerin yanı sıra dört kişi de masada yemek yiyordu. G. Lee, Mostera'daki kıtlık sırasında bir ölçek buğdayın fiyatı 3 meteliklerden 33 meteliğe yükseldiğinde Tapınakçıların günde 1000 kişiyi doyurduğunu yazıyor.
Akka düştü ve emirler ikametgahlarını Kıbrıs'a taşıdı. Bu olaydan çok önce Tapınakçılar, birikimlerini ve geniş bağlantılarını kullanarak Avrupa'nın en büyük bankacıları haline geldiler ve faaliyetlerinin askeri tarafı arka planda kaldı.
Tapınakçıların etkisi özellikle İspanya, Fransa ve İngiltere'de büyüktü. Teşkilat, başında bir Büyük Üstadın bulunduğu katı bir hiyerarşik yapıya dönüştü. Şövalyeler, papazlar, yaverler ve hizmetçiler olmak üzere dört kategoriye ayrılmışlardı. Tarikatın en güçlü olduğu dönemde şövalyeler ve hizmetkarlardan oluşan yaklaşık 20.000 üyesi olduğu tahmin ediliyor.
Güçlü bir komutanlıklar ağı sayesinde - 13. yüzyılda beş bin kişi vardı, bunlara bağlı kaleler ve manastırlar - neredeyse tüm Avrupa ve Orta Doğu'yu kapsıyordu, Tapınakçılar düşük kredi faiz oranlarıyla sadece kendilerine emanet edilen değerli eşyaların korunması ve bir yerden başka bir yere, borç verenden borçluya veya ölen hacıdan mirasçılarına nakledilmesidir.
Tarikatın mali faaliyetleri ve fahiş zenginliği, başta Tapınakçıların güçlenmesinden korkan ve sürekli para eksikliği yaşayan (kendisi de büyük bir liderdi) Fransız kralı Philip IV the Fair olan güçlerin kıskançlığını ve düşmanlığını uyandırdı. emrin borçlusu), mülklerini devralmak istiyordu. Tarikatın özel ayrıcalıkları (yalnızca papalık papazının yargı yetkisi, yerel feodal beylerin yargı yetkisi dışında tutulması, kilise vergilerini ödemekten muafiyet vb.), kilise din adamlarının ona karşı düşmanlığını uyandırdı.
Düzenin İmhası
Fransa Kralı ile Papa arasında gizli görüşmeler
Rastgele bir ihbarı bahane olarak kullanan Philip, birkaç Tapınakçının sessizce sorguya çekilmesini emretti ve ardından Papa Clement V ile gizli görüşmelere başladı ve tarikattaki durumun soruşturulması konusunda ısrar etti. Kralla ilişkileri ağırlaştırmaktan korkan papa, biraz tereddüt ettikten sonra bunu kabul etti, özellikle de alarma geçen emir soruşturmaya itiraz etmeye cesaret edemediği için.
Sonra Philip IV, grev zamanının geldiğine karar verdi. 22 Eylül 1307'de Kraliyet Konseyi, Fransa'da bulunan tüm Tapınakçıların tutuklanmasına karar verdi. O zamanın otoriteleri için hiç de kolay olmayan bu operasyon için üç hafta boyunca son derece gizlilik içinde hazırlıklar yapıldı. Kraliyet yetkilileri, askeri müfreze komutanları (yerel sorgulayıcıların yanı sıra) son ana kadar ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı: Emirler, yalnızca 13 Ekim Cuma günü açılabilen mühürlü paketler halinde alınmıştı. Tapınakçılar şaşırmıştı. Direnişi düşünmenin bir anlamı yoktu.
Kral, papanın tam rızasıyla hareket ediyormuş gibi davrandı. Aynı kişi, Philip'in ustaca gerçekleştirdiği "polis" eylemini ancak olay gerçekleştikten sonra öğrendi. Tutuklananlar derhal dine ve ahlaka karşı çok sayıda suçla suçlandı: küfür ve İsa'ya inanmamak, şeytana tapmak, ahlaksız yaşam, çeşitli sapkınlıklar.
Sorgulama, sorgulayıcılar ve kraliyet hizmetkarları tarafından ortaklaşa yürütüldü, en acımasız işkenceler uygulandı ve bunun sonucunda elbette gerekli ifadeler alındı. Philip IV, onların desteğini kazanmak ve böylece papanın itirazlarını etkisiz hale getirmek için Mayıs 1308'de Genel Meclis'i bile topladı. Resmi olarak Roma ile olan anlaşmazlık Tapınakçıları kimin yargılaması gerektiğiyle ilgiliydi, ama özünde zenginliklerini kimin miras alacağıyla ilgiliydi.
suçlamalar
- İsa Mesih'i inkar etmek ve çarmıha tükürmek. Charles Heckerthorn burada Orta Çağ'a özgü kilise ayinlerinin teatralliğini, Aziz Petrus'un tahttan çekilmesiyle paralel olarak görüyor. Böylece Tarikat, Mesih'i reddeden ve Kutsal Haç'a saygısızlık eden, yani kutsala saygısızlık eden bir kişiyi kabul etti. Ve Tarikat, bu mürtedten niteliksel olarak yeni bir Hıristiyan - İsa'nın ve Tapınağın Şövalyesi - yarattı ve böylece onu sonsuza kadar kendine bağladı.
- Başka bir seçenek G. Lee tarafından sunulmaktadır. Feragat etmenin, Tarikat'ta bir tarikat haline getirilen yaşlılara itaat yemininin bir sınavı olduğunu söylüyor. Örneğin, Jean d'Aumont, Tarikat'a kabul edildiğinde çarmıha tükürmesi emredildiğinde tükürdü, ardından bir Fransiskan'a günah çıkarmaya gitti, o da ona güvence verdi ve kefaret olarak üç Cuma oruç tutmasını emretti. Şövalye Pierre de Sherru, inisiyasyon sırasında emir üzerine, başrahibin küçümseyerek gülümsediği "Tanrı'dan vazgeçiyorum" ifadesini söyledi. Ancak herkes Tanrı'dan vazgeçmeyi ve çarmıha tükürmeyi kolayca kabul etmedi - daha sonra birçok erkek kardeşin bunun bir şaka olduğunu söyleyerek (Ed de Bur gibi) rahatlatılması gerekti. Vücudun çeşitli yerlerini öpmek
- . Henry Lee, bunun ya bir itaat sınavı ya da şövalyenin hizmet eden kardeşiyle alay etmesi olabileceğini öne sürüyor. Öpücükler genellikle yalnızca çalışanlardan istenirdi..
- oğlancılıkİdolün etrafında vücuda takılan bir ipin kutsaması
- . Bir rahibin ifadesine göre Tapınakçılar her halükarda ip elde ediyorlardı ve eğer ip kırılırsa dokuma kamış bile kullanıyorlardı..
Tarikatın rahipleri komünyon sırasında Kutsal Hediyeleri kutsamadılar ve Ayinin formülünü çarpıttılar.
- Engizisyonun Tapınakçılara karşı yönelttiği suçlamaların listesi:
- şövalyeler, bazen toplantılarında kendilerine görünen bir kediye tapıyorlardı;
- her ilde putlar, yani kafalar (bazılarının üç yüzü, bazılarının ise yalnızca bir yüzü vardı) ve insan kafatasları vardı;
- özellikle toplantılarında bu putlara tapıyorlardı;
- bu putlara Tanrı'nın ve Kurtarıcı'nın temsilcileri olarak saygı duyuyorlardı;
- Tapınakçılar, başın onları kurtarabileceğini ve zengin edebileceğini iddia ediyordu;
- putlar tüm serveti tarikata verdi;
- putlar toprağın meyve vermesini, ağaçların çiçek açmasını sağladı;
- bu putların her birinin başını bağladılar ya da kısa iplerle onlara dokundular ve bunları daha sonra gömleklerinin altında vücutlarına giydiler;
- Tarikatın saflarına yeni bir üye kabul edildiğinde, kendisine yukarıda bahsedilen kısa ipler (veya kesilebilen uzun bir ip) verildi;
Duruşma: Tapınakçıların farklı ülkelerdeki duruşmasının genel ve özel yönleri
Fransa'da Tapınakçılara yönelik zulmün en acımasız olduğu hemen belirtilmelidir. Tarihçiler genellikle süreci onun örneği üzerinden ele alıyor. Diğer ülkelerde de benzer bir biçimin (işkence, hapishaneler ve şenlik ateşleri) olduğu izlenimi ediniliyor. Bu tamamen doğru değil. G. Lee'nin aktardığı gerçekler, işkencenin Kıbrıs, Kastilya, Portekiz, Trier ve Mainz dışında hemen hemen her yerde uygulanıyorsa, genellikle hapsedildiğini gösteriyor:
- Fransa'da olduğu gibi aniden değil;
- İngiltere ve Kıbrıs'ta olduğu gibi bir şeref sözü alıp kalelerinde bırakabilirlerdi;
- Tutuklanamazlardı ama mahkemeye çağrıldılar. Bu Trier'de, Mainz'da, Lombard'da ve hatta Papalık Devletleri'nde yapıldı. Ancak Tapınakçılar bazen kendileri ortaya çıkıyorlardı.
Ve elbette Tapınakçılar her yerde kazığa bağlanarak yakılmadılar. Aşağıdakiler yakıldı:
- 12 Nisan 1310'da Sansk piskoposluğunda 54 Tapınakçı; Daha sonra 4 Tapınakçı daha orada yakıldı;
- Nisan 1310'da Senlis'te 9 Tapınakçı;
- Pont de L'Arc'ta 3 Tapınakçı;
- Jacques de Molay (tarikatın ustalarının sonuncusu) ve Normandiya komutanı Guillaume de Charnay - 1314'te.
Diğer ülkeler:
- Lorraine'de birçoğu yandı, ancak Lorraine Dükü Thibault'un Güzel Philip IV'ün tebaası olduğunu unutmayın;
- Marburg'daki 4 manastırdaki tapınakçılar yakıldı;
- Piskopos Denis İtalya'da tek bir Tapınakçının bile yakılmadığını iddia etmesine rağmen İtalya'da belki 48 Tapınakçı yakıldı.
Bu nedenle Avrupa çapında yüzlerce şenlik ateşinin yakıldığına ilişkin ifade yanlıştır. İngiltere ve İspanya'da Tapınakçılara karşı işkencenin uygulanması için özel kraliyet emirleri gerekiyordu. Örneğin İngiliz hukukuna göre işkence yasaktı. Kilise, Tapınakçılara işkence yapmak için İngiltere Kralı Edward'dan izin aldı. Bu izne “kilise kanunu” adı verildi. Aragon'da durum daha iyiydi: Kanun da işkenceyi tanımıyordu ve Cortes işkencenin kullanılmasına izin vermiyordu.
Tarikatın kötü eğitimli kardeşleri, yani hizmet eden kardeşler, duruşmalarda sıklıkla tanık olarak kullanılıyordu. G. Lee, birçok yerde Engizisyon açısından en zor ve değerli ifadeyi verenlerin onlar olduğunu belirtiyor. Tarikattan döneklerin ifadeleri de kullanıldı: Florentine Roffi Dei ve Montfaucon Rahibi; Büyük Üstad tarafından sayısız suçtan dolayı ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ikincisi kaçtı ve eski kardeşlerinin suçlayıcısı oldu.
Almanya'da Tapınakçılara uygulanan önlemler tamamen yerel laik otoritelerin onlara karşı tutumuna bağlıydı. Marburg'lu Burchard III, Tapınakçılardan hoşlanmadı ve dört manastırdaki şövalyeleri yaktı - akrabaları daha sonra ona büyük sıkıntı yaşattı. 1310 yılında Trier ve Köln başpiskoposları Tapınakçılarla ilgili yetkilerini toprakları için Marburglu Burchard III'e devrettiler. Mainz Başpiskoposu Peter, Tapınakçıları akladığı için V. Clement'in hoşnutsuzluğuna maruz kaldı. Başpiskoposun ve yerel suçlayıcıların gözünde Tapınakçıların haklı olduklarına dair yadsınamaz kanıtlar vardı: 11 Mayıs 1310'da toplanan konseyde Komutan Hugo Salm bizzat ortaya çıktı ve yirmi Tapınakçının hepsini getirdi; pelerinleri ateşe atıldı ve üzerlerindeki haçlar yanmadı. Bu mucize kamuoyunu büyük ölçüde etkiledi ve beraat ettiler. Aynı Almanya'da St. John, bir kıtlık sırasında ekmeğin fiyatının 3 sou'dan 33'e çıktığı, Mostera'daki manastırdaki Tapınakçıların günde 1000 kişiyi beslediği bir durumdan bahsederek Tapınakçılar lehine konuştu. Tapınakçılar beraat etti. Konunun bu sonucunu öğrenen Clement V, Marburglu Burchard III'e meseleyi kendi eline almasını emretti - sonuç biliniyor.
Aragon'da Tapınakçılara yönelik zulüm 1308 Ocak'ta başladı. Tapınakçıların çoğu kendilerini yedi kaleye kilitledi, bazıları sakallarını kazıtıp ortadan kayboldu. Aragon'un komutanı o zamanlar Ramon Sa Guardia'ydı. Miravet'te tahkim etti. Tapınakçılar ayrıca Azcon, Montso, Cantavieja, Vilelle, Castellot ve Chalamera kalelerinde de kendilerini güçlendirdiler. Yerel halk Tapınakçılara yardım etti; birçoğu kalelere geldi ve ellerinde silahlarla onları savundu. Kasım 1308'de Castellot kalesi, Ocak ayında Miraveta, Monceau ve Chalamera kaleleri Temmuz 1309'da teslim oldu. Kasım 1309'a gelindiğinde, kalan kalelerdeki Tapınakçıların ellerinde silahlarla 2-3 kişilik gruplar halinde ayrılmalarına izin verildi. Ramon Sa Guardia, 17 Ekim'de Papa Arnold'un şansölye yardımcısına hitaben, 20-30 yıldır esaret altında olan Tapınakçıların Tanrı'dan vazgeçmediklerini, feragat etmenin onlara özgürlük ve zenginlik verdiğini ve şu anda bile 70 Tapınakçının bulunduğunu belirtti. esaret altında çürüyorlar. Pek çok soylu ailenin temsilcisi Tapınakçıları savunmak için ortaya çıktı. Kral James mahkumları serbest bıraktı ancak toprakları ve kaleleri kendisine sakladı. Ramon Sa Guardia emekli oldu Mallorca'ya.
Adada her seviyeden 118 kardeşin (75'i şövalyeydi) bulunduğu Kıbrıs Tapınakçıları, önce birkaç hafta kendilerini savundular, ardından verdikleri şeref sözü üzerine tutuklandılar. Adadaki şövalyelerin çok sayıda olması (şövalyelerin hizmetkarlara oranı 1:10'du), o dönemde Tapınakçıların ana merkezinin Paris'teki Tapınak değil, Kıbrıs olduğunu açıkça gösteriyor. G. Lee şöyle yazıyor: “Tapınakçıların her yerden daha iyi tanındığı Kıbrıs'ta, sadece dostlar değil, düşmanlar da ve özellikle onlarla uzun süredir yakın ilişki içinde olan herkes onlara sempati duyuyordu; Papa'nın boğaları tarafından bu kadar mantıksız bir şekilde onaylanıncaya kadar hiç kimse emri herhangi bir suçla suçlamadı. Tapınakçılara karşı işkence yapılmadı; hepsi oybirliğiyle Tapınak Tarikatı'nın suçunu reddetti. Aralarında Tapınakçıların siyasi muhaliflerinin de bulunduğu her seviyedeki din adamlarından, soylulardan ve kasaba halkından diğer 56 tanık, yalnızca Tarikat'ı onurlandıran gerçekleri bildiklerini - cömertlik, merhamet ve dini görevleri yerine getirme konusundaki gayretlerinin - mümkün olan her şekilde vurgulanmıştır.
Mallorca'da 25 Tapınakçının tamamı 22 Kasım 1307'den itibaren Matte'nin rehberliğinde kapandı. Daha sonra Kasım 1310'da Ramon Sa Guardia onlara katıldı. 1313'teki duruşmada Tapınakçılar masum bulundu.
Fransa'da Tapınakçılar 13 Ekim sabah 6'dan itibaren tutuklandı ve hapsedildi. Hemen işkence ve kötü muameleye maruz kaldılar. Tapınak Tarikatı şövalyelerinin ilk kez kazıkta yakılmaya başladığı yer Fransa'ydı. Ne yazık ki sorgulayıcılar için Tapınakçılar arasında, Tarikatın sapkınlığını savunacak tek bir kişi bile yoktu. Böyle bir tanığın varlığı IV. Philip için bir lütuf olurdu. Şövalyeler işkence altında tüm günahlarını itiraf ettiler. İşkence o kadar korkunçtu ki Aimery de Villiers daha sonra şunları söyledi: “Her şeyi itiraf ederim; Talep edilseydi sanırım Tanrıyı öldürdüğümü kabul ederdim.” Ancak bir sonraki sorgulamada şövalyeler sapkınlıklarını itiraf etmeyi reddettiler. Bu retler o kadar yaygındı ki, Sansk piskoposluğunun (o zamanlar Paris'i de içeriyordu) Başpiskoposu Jean de Marigny, IV. Philip'in baskısı altında, tanıklıklarını reddeden Tapınakçıları laik otoritelerin ellerine yakılmak üzere teslim etmeye zorlandı. hisse. Engizisyonun tüm kuralları altüst oldu: Sapkınlıktan vazgeçen cadı, kurtuluşundan ve işkencenin sona ermesinden emindi; Sapkınlıktan vazgeçen bir Tapınakçı kazığa bağlanarak yakıldı.
Süreç, tarikatın dağılmasıyla sona erdi. 3 Nisan'da Clement V, "Vox in excelso" boğasını yayınladı ve şunları söyledi: Tarikatı sapkınlık nedeniyle kınamak imkansızdır, ancak Tapınakçılar gönüllü olarak hataları itiraf ettiler - bu, artık Tarikata katılmayacak inananları yabancılaştıracaktır; dolayısıyla herhangi bir fayda sağlamayacak ve dağıtılması gerekmektedir.
Tapınakçıların mülkü St. John, ancak S.G. Lozinsky, Dominiklilerin, Carthusian'ların, Augustine'lerin ve Celestin'lerin de kar elde etmeyi başardıklarını belirtiyor.
Tapınakçılar, liderlik dışında Fransa'da bile hapishaneden serbest bırakıldı. Bazıları St. John. Mallorca'da Tapınakçılar Mas Deo kalesinde yaşıyordu ve her biri 30 ila 100 lira emekli maaşı alıyordu. Ramon Sa Guardia'ya 350 lira emekli maaşı ve bahçe ve bağdan elde edilen gelir verildi. Mallorca Tapınakçılarının sonuncusu 1350'de öldü; adı Berangel de Col'du.
Kastilya'da Tapınakçılar beraat etti; birçoğu keşiş oldu ve bedenleri ölümden sonra çürümedi. Portekiz'de Tapınakçıların kaderi fazlasıyla olumluydu: Sarazenlere karşı mücadelede sağladıkları hizmetlere minnettar olan Kral Denis, 1318'de Papa XXII. John tarafından onaylanan İsa Mesih Tarikatı'nı kurdu. Yeni düzen eskisinin basit bir devamıydı.
Eski Tapınakçıları koruma sorumluluğu, mülklerinin devredildiği kişilere verildi. Bu meblağlar bazen o kadar büyüktü ki, 1318'de John XXII, Almanya Tapınakçılarına böyle bir emekli maaşı verilmesini yasakladı, bu da onların para biriktirmelerine ve lüks içinde yaşamalarına olanak tanıdı. Fransa'da kral ve ailesi şunları açıkladı:
- Tapınaktan 200.000 libre artı duruşmanın yürütülmesi için 60.000 libre;
- Tarikatın mülkünün satışından elde edilen para;
- Tapınakçı takıları;
süreç sırasında Templar mülklerinden elde edilen gelir;
- Aziz John'un Tapınakta sakladığı 200.000 libre;
- Philip IV'ün Blanche'ın düğünü için aldığı 500.000 frank;
- Philip IV'ün Tapınakçılara olan borcunun 200.000 florini;
- 1297'de Tapınakçılar tarafından gerçekleştirilmeyen bir haçlı seferi düzenlemek için verilen 2500 libre;
- Tapınakçı faturalarına ilişkin ödemeler;
- Kraliyet ailesinin borçları.
Bu listeye hızlı bir bakış, Tarikatın yargılanmasının Philip IV için çok faydalı olduğunu anlamak için yeterlidir. Elbette bu süreç herhangi bir "inanç saflığı mücadelesi" ile açıklanamazdı; nedenleri açıkça ekonomik ve politik nitelikteydi. Parisli Godefroy, Philip IV ve Clement V'in duruşması ve davranışlarıyla ilgili kamuoyunun görüşünü şu sözlerle dile getirdi: "Kiliseyi aldatmak kolaydır, ancak hiçbir durumda Tanrı'yı aldatamazsınız."
Bu süreçle hiçbir mücadeleye uğramadan Avrupa'nın en gururlu, en mutlu, en güçlü cemaati yok edildi. Eğer soruşturma süreci hünerli ve daha az çekingen insanların ellerine basit soygunu yasal hale getirmek için gerekli araçları vermemiş olsaydı, hiç kimse ona saldırmaya cesaret edemezdi.
Tapınakçıların Yakılması
Lanet Efsanesi
Parisli Godfrey'e göre Jacques de Molay, ateşi yakarak Philip IV, Nogaret ve V. Clement'i, görünüşte ahlaki ve fiziksel olarak kırılmış olan Büyük Üstat'ı beklenmedik derecede yüksek, gürleyen bir sesle Tanrı'nın Mahkemesine çağırdı. duy diyor ki:
Adalet, bu korkunç günde, hayatımın son dakikalarında, yalanların alçaklığını ortaya çıkarmamı ve gerçeğin zafer kazanmasına izin vermemi talep ediyor. Bu yüzden, yeryüzünün ve Cennetin huzurunda ilan ediyorum, sonsuz utancıma rağmen onaylıyorum: Gerçekten en büyük suçu işledim, ama bu, haince bize atfedilen vahşetlerin suçunu kabul etmiş olmam gerçeğinde yatıyor. emir. Diyorum ve gerçek beni şunu söylemeye zorluyor: Düzen masumdur; aksini iddia etsem bile, bu sadece işkencenin neden olduğu aşırı acıyı durdurmak ve beni tüm bunlara katlanmaya zorlayanları yatıştırmak içindi. İtiraflarından dönme cesaretini gösteren şövalyelerin ne tür eziyetlere maruz kaldıklarını biliyorum ama şu anda gördüğümüz korkunç manzara, eski bir yalanı yeni bir yalanla doğrulamamı sağlayamıyor. Bu şartlarda bana sunulan hayat o kadar acınası ki bu anlaşmayı gönüllü olarak reddediyorum...
Açıkçası, Tanrı'nın Mahkemesine çağırma uygulaması, suçluların hayatlarıyla karşı karşıya kaldıkları yüksek adalete olan inançla ilişkilidir. Ölmek üzereyken Tanrı'nın Mahkemesine çağrıldılar; bu, ölmekte olan kişinin son arzusuydu. Ortaçağ fikirlerine göre ölmekte olan bir kişinin son vasiyeti, son arzusu yerine getirilir. Bu bakış açısı yalnızca Orta Çağ'a özgü değildir. Bu bakışa, insanlık tarihinin farklı dönemlerinde, bambaşka bölgelerde rastlayabiliriz. Bu tür fikirlerin yankıları pratik olarak modern zamanlara kadar ulaştı - örneğin giyotinden önceki son dilek veya modern vasiyetname uygulaması - tüm mesele, merhumun iradesinin tam olarak yerine getirilmesidir.
Böylece 14. yüzyılda kızgın demir, kaynar su ve adli düellolarla yapılan yargılamalardan çıkan Allah'ın hükmü, davacının öldüğü, sanıkların ise hayatta olduğu davanın Allah karşısında değerlendirilmesine dönüştü. Bu tür mahkemelerin uygulaması oldukça yaygındı ve G. Lee, Tanrı'nın Mahkemesine yapılan celplere ilişkin birkaç örnek veriyor. Bu nedenle Büyük Üstadın suçluları Tanrı'nın Yargısına çağırmasında olağandışı hiçbir şey yoktur. Yavaş yavaş, bu tür mahkemelerin uygulaması unutuldu ve vicdansız tarihçilerin bilinci, Tapınakçıların laneti efsanesini yarattı. Bu efsane geniş çapta şişirildi ve çeşitli büyülü uygulamaların Tarikat'a atfedilmesinin gerekçelerinden biri olarak hizmet etti.
Alevler içinde boğulan Jacques de Molay, büyük bir kasırga tarafından sürüklenip rüzgara savrulacaklarını öngörerek papayı, kralı, Nogaret'i ve onların tüm çocuklarını sonsuza kadar lanetledi.
En gizemli şeyin başladığı yer burasıdır. İki hafta sonra Papa V. Clement korkunç kasılmalar sonucu kanlı ishalden öldü. Hemen ardından kralın sadık yoldaşı de Nogaret de ölür. Aynı yılın Kasım ayında, kesinlikle sağlıklı Yakışıklı Philip'in felçten öldüğü iddia edildi.
Philip'in kaderini, halk arasında "lanet olası krallar" olarak adlandırılan üç oğlu da paylaştı. 14 yıl boyunca (1314-1328) gizemli koşullar altında birbiri ardına öldüler ve geriye çocuk bırakmadılar. Sonuncusu IV. Charles'ın ölümüyle Capetian hanedanı kesintiye uğradı.
Garip bir şekilde, ama hepsi bu değil. Zaten yeni Valois hanedanının Capetian'larla akraba olan ilk temsilcileri, duyulmamış felaketlere maruz kaldı. Ünlü Yüz Yıl Savaşları (1337-1453) başladı. Bu savaş sırasında Valois'lardan biri olan İyi John, İngilizlerin esaretinde öldü, diğeri Charles VI delirdi.
Valois, Capetian'lar gibi tamamen yozlaşmayla sonuçlandı ve hanedanın son temsilcileri şiddetli bir şekilde öldü: Henry II (1547-1559) bir turnuvada öldürüldü, Francis II (1559-1560) özenli muameleden öldü, Charles IX (1560-1574) zehirlendi, Henry III (1574-1589) bir fanatik tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Ve 16. yüzyılın sonunda Valois'in yerini alan Bourbonlar, Jacques de Molay'ın lanetini yaşamaya devam etti: Hanedanlığın kurucusu Henry IV, bir suikastçının bıçağından düştü, onun "eski" yönetimindeki son temsilcisi. emri” Louis XVI, devrim sırasında darağacında öldü. İlginç bir ayrıntı: Bu kral, idam edilmeden önce, bir zamanlar Tapınakçıların kalesi olan Tapınak Kulesi'nde hapsedilmişti. Çağdaşlara göre, kralın idam sehpasında başı kesildikten sonra bir adam platforma atladı, elini ölen hükümdarın kanına batırdı ve kalabalığa göstererek yüksek sesle bağırdı:
Jacques de Molay, intikamını aldın!
"Lanetli" papaların başına daha az felaket gelmedi. "Avignon esareti" biter bitmez "bölünme" başladı: Aynı anda seçilen iki, hatta üç papa, neredeyse 15. yüzyılın tamamı boyunca birbirlerini lanetledi. "Bölünme" sona ermeden önce Reformasyon başladı: Önce Jan Hus, ardından Luther, Zwingli ve Calvin, Orta Avrupa'daki "havarisel valilerin" etkisini geçersiz kıldı ve 1789-1799 Büyük Devrimi, Fransa'yı papaların gücünden aldı. .
Faaliyetinin şafağında bile düzenin çağdaşların gözünde bir tür mistik kurum olarak görüldüğünü belirtmek gerekir. Tapınak Şövalyelerinin büyü, büyücülük ve simyacılık yaptığından şüpheleniliyordu. Tapınakçıların karanlık güçlerle bağlantılı olduğuna inanılıyordu. 1208'de Papa III. Innocentius, "Hıristiyanlığa aykırı eylemleri" ve "ruhların şeytan çıkarılması" nedeniyle Tapınakçıları düzene çağırdı. Ayrıca efsaneler, Tapınakçıların güçlü zehir üretiminde çok yetenekli olduklarını iddia ediyor.
Tapınakçılar yalnızca Fransa'da yok edildi. İngiliz kralı Edward II, Tapınak Şövalyelerini günahlarının kefareti için manastırlara gönderdi. İskoçya, İngiltere'den ve muhtemelen Fransa'dan gelen Tapınakçılara bile sığınak sağladı. Tarikatın dağılmasından sonra Alman tapınakları Cermen Tarikatı'nın bir parçası oldu. Portekiz'de Tapınak Şövalyeleri mahkeme tarafından beraat etti ve 1318'de yalnızca isimlerini değiştirerek İsa'nın Şövalyeleri oldular. Bu isim altında tarikat 16. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Tarikatın gemileri sekiz köşeli Tapınakçı haçlarının altında seyrediyordu. Christopher Columbus'un karavelaları Atlantik Okyanusu'nu aynı bayraklar altında geçti.
Tapınakçılar hakkında çeşitli hipotezler
Yıllar geçtikçe Tapınakçıların yaşamı hakkında çeşitli hipotezler ortaya atıldı.
İlk hipotez araştırmacılar Jacques de Maillet ve Inge Ott tarafından ortaya atıldı. Onlara göre Tapınakçılar ya Gotik katedral fikrine ilham vermiş, Gotik katedraller inşa etmiş ya da inşa etmek için borç para vermişlerdir. Jacques de Maillet, Tapınakçıların yüz yıldan kısa bir süre içinde 80 katedral ve 70 küçük tapınak inşa ettiğini iddia ediyor. Inge Ott, Tarikatın mimarları tarafından Gotik katedral için fikirlerin geliştirilmesinden bahsediyor ve Tarikatın mimarlarının katedrallerin inşasına katılımını anlatıyor. Ana soru genellikle şu şekilde sorulur: Tapınakçılar Gotik katedralin inşası için gerekli olan büyük meblağı nereden aldılar? Katedralin yapımında genellikle yaklaşık 150 kişi yer alıyordu ve her biri günde 3-5 metelik alıyordu. Mimar özel bir ücret aldı. Katedralin ortalama iki ila üç bin vitray penceresi vardı. Bir vitray pencerenin maliyeti ortalama 15 ila 23 lira arasında değişiyor. Karşılaştırma için: 1235'te Paris'te Sablon caddesindeki bir kasap evi 15 libreye mal oluyordu; 1254 - 900 libre'de Küçük Köprü'de zengin bir adamın evi; 1224 yılında Comte de Dreux kalesinin inşası ona 1.175 Paris livresi ve iki çift elbiseye mal oldu.
Bazı araştırmacılar Tapınakçıların zenginliğinin kökenini Güney Amerika'daki gümüş madenlerine borçlu olduğuna dair başka bir hipotez öne sürdüler. Bu bakış açısını savunan Baigent, Ott ve özellikle Jacques de Maillet, Tapınakçıların Amerika'ya düzenli uçuşlarından, bu tür versiyonlara dayanmaksızın değinmektedir. Örneğin de Maillet, Bourgogne'un Verelai kentindeki Tapınakçı tapınağının 12. yüzyıldan kalma alınlığında Kızılderililerin heykelsi görüntüleri hakkında yazıyor: İddiaya göre Tapınakçılar bu Kızılderilileri Amerika'da büyük kulaklarla görmüş ve onları heykelde tasvir etmiş. Gerçek elbette güzel ama de Maillet bu alınlığın bir fotoğrafını da sunuyor. Bu alınlığı buldum: fotoğraf, Vézelay'deki Sainte-Madeleine Kilisesi'ndeki “Kutsal Ruhun Havarilere İnişi” kulak zarı kabartmasının bir parçasını gösteriyor (Yabancı ülkelerde sanat tarihi: Orta Çağ ve Rönesans . - M., 1982. - Hasta 69). Bu kilise 1125-1135 yıllarında inşa edilmiştir. Tapınakçı Tarikatı o sıralarda henüz güçleniyordu ve henüz inşaat yapmamıştı ve yapsa bile Tapınakçıların o dönemde hala bir filosu yoktu ve tüm arzularına rağmen Amerika'ya ulaşamadılar. Daha sonra. Üzerinde "Secretum Templi" yazan mühürde gerçekten de ilk bakışta bir Kızılderiliyi andıran bir görüntü var. Ancak mistik öğretilere en azından yüzeysel olarak aşina olan herkes bu görüntüdeki Abraxas'ı hemen tanıyacaktır. De Maillet'in geri kalan argümanları daha da zayıf. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Fetih sırasında Avrupa'ya dökülen gümüş ve gümüş paraların arka yüzünde Tapınakçı işaretleri vardı ve bu gizli tutuldu, ancak bu gerçek 20. yüzyılda keşfedildiğinde araştırmacıları şok etti.
3. Tapınakçıların Gnostisizm, Katarizm, İslam ve sapkın öğretilerle bağlantısı. Araştırmacılar için en kapsamlı alandır. Burada Tapınakçılar, Tarikattaki Katarizm'den tüm kanların, ırkların ve dinlerin yaratıcı birliğini kurma fikrine - yani en iyiyi özümseyen bir din ile yeni bir devlet türünün yaratılmasına kadar - itibar görürler. Hıristiyanlığın, İslam'ın ve Yahudiliğin. Henry Lee kategoriktir: "Tarikat'ta Katharizm yoktu." Tarikat Şartı - St. Bernard - Katolik inancının en yüce ruhuyla aşılanmıştır. Ancak Heckerthorn, Tapınakçıların cenazelerinde Gnostik sembolizmin varlığı hakkında yazıyor (kanıt sunmuyor); Abraxas'ın mühürü bazı Gnostisizm geleneklerinin varlığına işaret ediyor olabilir. Ancak bu konuda kategorik olarak söylemek mümkün değil. Tapınakçılara atfedilen Baphomet'in dünya dini geleneklerinde hiçbir geleneği ve paralelliği yoktur. Büyük ihtimalle onlar üzerinde korkunç bir sürecin ürünü. En olası versiyon, tarihçilerin Tapınakçıların hayali sapkınlığını icat etmeleridir.
4. Tapınakçılar ve Kutsal Kase. Kutsal Kase, Tapınak Tarikatı Şövalyeleri tarafından korunan, Şampanya Kontları'nın sarayında doğan ünlü romanlarla yüceltilen ve Tapınak Tarikatı'nın kuruluşuyla yakından ilişkili olan, Catharların sözde hazinesidir. Gizemli bir güce sahip olan Kutsal Kase; dünyadaki tüm zenginlik ve doğurganlığın kaynağı olarak tanınır. Kutsal Kase efsanevidir, ancak aynı zamanda onunla ilgili efsaneler dizisi gerçekliğin izlerini taşır: Bouillonlu Godfroi, kuğulu şövalye Lohengrin'in oğlu oldu ve Lohengrin'in babası Parzival'di. Ne olduğu belli değil ama Wolfram von Eschenbach sekiz yüzyıl önce Parzival (1195-1216) adlı romanında Tapınakçıları Kutsal Kase'nin koruyucuları olarak göstermişti ve onlar bunu yalanlamadılar. Efsaneye göre, Kutsal Kase'nin üç şövalyesinden biri olan Galahad'ın arması, beyaz zemin üzerine kırmızı, sekiz köşeli bir haç içeriyordu. Bu Tapınakçıların ayırt edici işaretidir. Zaten Orta Çağ'da olan Kase'nin koruyucularının imajının, Tapınak Tarikatı şövalyelerinin imajıyla ilişkili olduğu açıktır.
Sonuç olarak
Tapınak Tarikatı, tüm avantajları ve dezavantajlarıyla birlikte zamanının doğal bir çocuğudur. Şövalyeleri profesyonel askerlerdi (ve hala da öyledir) ve finansörleri en iyilerin en iyisiydi.
Fransa'da Tapınakçıları tutuklamanın kolaylığı biraz şaşırtıcı. Kalelere girip beş yüzden fazla (yüzden fazla değil) şövalyeyi - profesyonel askeri adamı - sakince tutuklamak imkansızdır. Önemli olan şu ki, baştan sona
Hacıları korumak amacıyla 12. yüzyılda kurulan Tapınakçı Tarikatı'nın tarihinin Avrupa'nın sosyo-ekonomik politikalarıyla yakından bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Kralların alacaklıları, çok güçlü bankacılar, vicdanlarını kaybetmiş savaşçılar ve sapkınlar - bu manastır şövalyeleri tam olarak kimdi? Peki onları yok eden şeyin para hırsı olduğu doğru mu?
13 Ekim 1307'nin karanlık gecesinde, bir şövalye süvari alayı aceleyle küçük Flaman kasabası Saint-Léger'den ayrıldı. Yolları, Fransa Kralı IV. Philip'in gücünün uzanmadığı ve hiçbir şeyin onları tehdit etmediği kuzeye doğru uzanıyordu. Bu manevrayı öngören kraliyet vekili, Saint Leger'i kuzeyden "kesmeye" karar verdi ve silahlı bir müfrezeyle yola çıkan süvari alayını durdurmak için harekete geçti. Yetkili geç kalmaktan korkuyordu ama - inanılmaz! — Yoldaki ayak izleri son saatlerde kimsenin kasabayı terk etmediğini gösteriyordu. Tam tersine, yaklaşık yarım saat önce kuzeyden gelen birkaç atlının aynı rotada ilerlediği ortaya çıktı. Kibirli tapınakçılar gerçekten kendilerini meşru yetkililere karşı savunmaya karar vererek yardım çağıracak kadar perişan mı oldular? Ancak ertesi sabah Saint-Léger'in komutasının boş olduğunu ve Tapınakçıların önceki gece atları yeniden nalladıklarını öğrendiğinde, Amir ne kadar akıllıca kandırıldığını fark etti...
"Saint Leger'den gelen Tapınakçıların diğer kaderi bizim için bilinmiyor", bu, Saint Leger'den olduğu gibi tarihten kaybolan bu Tarikatın şövalyeleri söz konusu olduğunda araştırmacıların sıklıkla söylemek zorunda oldukları şeydir - belirsizliğe doğru. Ancak bu yakalanması zor şövalyelerin kim olduğunu ve neden Fransız kralı tarafından takip edildiklerini söyleyebiliriz.
Rahipler paralarını nereden alıyorlar?
Tarikatın oluşumunun üzerinden birkaç on yıl geçti ve Tapınakçıların kırmızı haçlı beyaz pelerinleri Doğu'da korkuya ve Batı'da kıskançlığa ilham vermeye başladı. Tarikatın 1128'deki Troyes Konseyi'nde resmen tanınmasının ardından Tapınakçılar hemen Kudüs'e dönmediler. İlk olarak, Tarikatın şubelerini açarak ve en önemlisi Kutsal Topraklarda asil hizmet için bağışları kabul ederek Avrupa'ya dağıldılar. Hediyeler farklıydı: bakır bir kuruştan Portekiz Kraliçesi, Fransız kralı, Barselona Kontu tarafından Tarikat'a bağışlanan devasa mülklere kadar... “Cömertlik rekabeti”, miras bırakan Aragonlu Alfonso tarafından kazanıldı. krallığı üç tarikata (Tapınakçılar, Hastaneciler ve Kutsal Kabir Şövalyeleri) eşit olarak dağıtılmıştır.
Katolik hiyerarşileri kenara çekilmedi: Avrupalı piskoposlar toprakları, kiliseleri ve ondalık toplama hakkını tapınakçılara devretti! Tüccarlar ve zanaatkarlar geride kalmadı, Tarikat'a evler, dükkanlar, arazi parçaları bağışladılar; bağışlar arasında bazı çayırlardan, bataklıktan, ahırdan, çiftlik hayvanlarından, atlardan saman kullanma hakkı da var... Dönüşte bağışçılar, tanrısal bir eylem gerçekleştirmenin sevincini ve ölümden sonra tarikat mezarlığında uzanma umudunu aldılar. Tapınakçılar bağışlardan düzinelerce ekonomik birimi (komutanlık) oluşturuyordu. Para çok işe yaradı: Filistin'de savaşa hazır birliklerin ve kalelerin bakımı inanılmaz derecede pahalıydı; ganimetler ve tazminatlar tek başına bunu yapamaz. Tapınakçılar, Doğu'daki eylemleri finansal olarak desteklemek için, aşağıda tartışılacak olan ortaçağ bankacılığının tüm kurallarına uygun olarak Avrupa'da uluslararası bir finans şirketi kurdular. 13. yüzyılda Parisli tarihçi Matvey, komutanlıkların sayısını 9 bin olarak tahmin ediyor ve bu sayı açıkça fazla tahmin ediliyor, ancak 800-900 rakamından şüphe yok. Komutanlar eşitsiz bir şekilde dağıtıldı, Tarikat henüz "uluslararasılık" kazanmamıştı, ekonomik hücrelerin aslan payı modern Fransa topraklarına düştü. Başlangıçta bunlar birkaç kardeş tarafından işletilen veya kiraya verilen tipik tarım çiftlikleriydi. Daha sonra tapınakçılara, hacıların korunmasının gerekli olduğu komutanlıklar için yer seçme fırsatı verildi.
Doğu'da Haçlı devletlerinin kurulmasından sonra, binlerce ve binlerce insan uzun ve pahalı yolculuklara çıktı ve bu her zaman gönüllü olarak olmadı: Kilise aynı zamanda, örneğin tövbe eden bir sapkın üzerinde itaati empoze edebilirdi. Ancak bu yolculuklar güvenli değildi ve Tapınakçılar gibi bir organizasyonun çok uygun olduğu ortaya çıktı. O zamanki Hıristiyan dünyasında iki ana hac yolu vardı: Marsilya, Pisa, Cenova, Bari veya Brindisi limanları aracılığıyla Batı Avrupa'dan Kudüs'e ve Santiago de Compostella'ya - Havari Yakup'un sözde cenazesinin bulunduğu yere - aracılığıyla Languedoc, Vizcaya ve Asturias. Güzergahlar dönemin ana ticari iletişimiyle çakışıyordu, bu nedenle komutanlıklar birbirinden bir günlük yürüyüş mesafesinde bulunuyordu. Tapınakçılar, bu tür kalelerden oluşan bir ağ oluşturarak hacılara yalnızca kişisel koruma ve konfor konularında değil, aynı zamanda yolculuk sırasında mal güvenliği ve seyahat kredileri konusunda da yardımcı oldular. Çok geçmeden bu tür krediler ve toprakların “güven yönetimi” kapsamında Tapınakçılara devredilmesi, borçla para elde etmenin popüler yolları haline geldi. Tarikatın Avrupa'nın en zengin mülk sahiplerinden biri haline gelmesi şaşırtıcı değil.
11. yüzyıldan Drang Nach Osten
1095 yılında Fransa'nın Clermont şehrinde, Papa II. Urban, katedralin önündeki meydandan piskoposları, baronları ve şövalyeleri, Filistin'i işgal eden Müslümanlara karşı sefere çıkmaya ve Kutsal Kabir'i geri getirmeye çağırdı.
Bunun nedeni, Bizans imparatoru Alexei Komnenos'un yazdığı Hıristiyanlara yönelik baskının bariz gerçekleriydi ve Urban'ın çağrısı büyük bir etki yarattı. Avrupa tutkuyla karşılık verdi: onbinlerce kasaba halkı ve köylü aileleriyle birlikte evlerini terk etti, zanaatkarlar ve tüccarlar dükkânlarını sattı, keşişler manastırları terk edip Kudüs'e koştu. Onları daha ciddi bir güç takip etti: 1097'de en asil baronların önderliğindeki şövalye müfrezeleri Orta Doğu emirliklerinin topraklarını işgal etti ve bir yıl sonra Kutsal Şehri ele geçirdi. Kudüs Krallığı ve üç Hıristiyan beyliği ortaya çıktı: Edessa, Antakya ve Trablus. Toprakları derebeylik tımarlarına (tımarlıklara) bölünmüştü ve doğal olarak bazı savaşçılar "en iyi parçaları" alırken, diğerleri daha da kötüleşti ve bazıları hiçbir şey alamadı.
Şövalye toplulukları oluşturanlar "kaybeden" şövalyelerdi - kardeşlikler, bunlardan biri sonunda Tapınak Şövalyeleri Tarikatı'na dönüştü.
Finansörler "Tanrı'dan"
Tarikatın, aldatma yoluyla kâr elde etmeyen saygın şövalyeleri birleştirmesi gerekiyordu: keşişler, tanım gereği, kişisel mülkiyetten mahrum bırakılıyordu. Ancak tapınakçıların tüzüğünün yazarı "insan faktörünü" hesaba kattı ve kardeşlerin parayla ilişkilerini düzenleyen maddeler fazlasıyla sert görünüyordu. Sıradan bir şövalyenin veya çavuşun özel izin olmaksızın herhangi bir hükümet fonunu kullanması yasaktı ve bir tapınağın ölümünden sonra gizli paralar veya mali sahtekarlığına dair başka bir kanıt bulunursa, cenaze duaları onun üzerine okunmaz ve kutsal mezarlara gömülmezdi. zemin. Şart, usta için bile hiçbir istisna yapmıyordu. Bu ilk "dünya bankasının" ticari faaliyetlerini engelleyen özel koşullar da vardı: Tarikat faizle borç veremezdi - kilise tefeciliği kınadı. Ama Tapınakçılar bir çıkış yolu buldu! Operasyondan elde edilen net karı sakladılar ve resmi olarak krediden faiz almadılar. Bu tür mali konularla ilgili ilk belgeler 1135 yılına dayanıyor ve Kutsal Topraklara hacca giden yaşlı bir çifte verilen krediden bahsediyor. Sözleşmede kararlaştırılan bir yüzde yok; eşlerin Fransa'ya dönmesi üzerine Tapınakçılar verdikleri miktarın aynısını geri alacaklardı. Ve hacılar seyahat ederken, Tarikat onların mallarının tüm faydalarını aldı.
Topraksızlar sorunu nasıl çözüldü? Belgeleri başlangıçta alıcının aldığından daha büyük bir kredi miktarını gösteriyordu. Bu durumda, örneğin mücevher şeklinde teminat gerekliydi. Bu tür gizli kredi oranlarının reklamı yapılmadı, ancak bazı tarihçiler (örneğin, Templars'daki Piers Paul Reed), o dönemin en güvenilir ve ünlü bankacıları olmasına rağmen, bunların başlangıçta ılımlı olduğuna inanıyor - yılda yaklaşık% 12. Lombardlar 24 istedi! İkincisi, bu tür bir dumping rekabeti ile karşı karşıya kaldığında nasıl iflas etmedi? Çok basit: Tefecilik suçlamalarından korkan tapınakçılar, yalnızca hayır işleri için kredi veriyorlardı. Bu onlar için fazlasıyla yeterliydi.
1187'de Kudüs'ün haçlılar tarafından kaybedilmesi, ustayı alternatif gelir kaynakları düşünmeye zorladı ve komutanlıklar tam teşekküllü bankacılık faaliyetlerine başladı: kredi veriyorlar, diğer insanların mali işlemlerini garanti ediyorlar ve para transferi dediğimiz şeyleri gerçekleştiriyorlar. Her müşteri için bir cari hesap açıldı: Diyelim ki Normandiya'da belirli bir miktar yatıran herkes, bunu Acre'de bir yerden kolayca alabilir ve zaten dönüştürülmüş olabilir: marklara, livres'e, maravedis'e. Seyahatlerinizde soyguncuların karşısında titremenize gerek yok; emin olmak için yanınızda yalnızca şifrelenmiş bir kredi mektubu bulundurmanız yeterli. Görünüşe göre, komutanlıkların saymanları bu tür mektupların gerçekliğini nasıl anlayacaklarını biliyorlardı, ancak henüz tam olarak nasıl olduğunu bilmiyoruz. Finansör şövalyeleri aynı zamanda nakit dışı ödemeler de yaparak defterlere uygun girişler yaptılar. Denetim hizmetlerinin sağlanması ve müşteriye fon alınmasının denetlenmesi için sözleşmeler bile imzalandı. Genel olarak çağdaşlar şöyle dedi: "Komutanlıklarda manevi kitaplardan daha fazla muhasebe kitabı var." Tapınakçıların bankacılığı icat ettiği söylenemez: Lombard bankacılarından ve İtalyan tüccarlardan çok fazla borç aldılar, ancak bir şey inkar edilemez: Neredeyse tüm Avrupa'yı kapsayan bir komutanlıklar ağı sayesinde Tapınakçılar ilk kez ulusötesi bir finans kurumu yarattılar. sistem.
Ana ticaret sorununu - fonların güvenli hareketi - çözmeyi başardılar. Tarikatın rakipleri vardı ve sadece Lombardlar değildi: diğer manastır tarikatları da müşterilere finansal hizmetler sağlıyordu, ancak yalnızca Tapınakçılar tek bir finans şirketi kurmayı başardılar. Bu arada, Tapınakçıların mali imparatorluğunun ana yaratıcılarından biri olan ve 1165'te Fransız kralı VII. Louis'in hazine danışmanı olan kardeş Eustache bir Lombard'dı.
En önemli ticaret yollarına yoğun bir şekilde yerleştirilen komuta zinciri, Tarikat'ın acil yazışmaların teslimi gibi finansal olmayan hizmetler sağlamasına izin verdi. Hatta Tapınakçılar bir rekor bile kırdılar; Acre'den gelen bir mektup, gönderildikten 13 hafta sonra Londra'ya ulaştı; Orta Çağ'da eşi benzeri görülmemiş bir hızla. Başka kaleler de vardı: La Rochelle, Cenova'da ve Paris'in merkezindeki ünlü Tapınak Tapınağı'ndaki ana kale. Fransız ustanın ikametgahıydı - altı hektardan fazla bir alana sahip en büyük komutanlık, fonların depolandığı devasa bir donjon kulesi, özel pencereli güçlü bir duvarla çevrili. Bu "kasa pencereleri" aracılığıyla çok sayıda "operatör", büyük Tarikatın mütevazı katipleri, paraları, faturaları, teminat mektuplarını her gün, her yıl alıp aktarıyordu.
1118'de Hugh de Payns ve Geoffroy de Saint-Omer liderliğindeki dokuz şövalye, Kudüs Kralı II. Baudouin'e Kutsal Yerlere giden hacıları koruyacak bir tür "koruma" teşkilatı olan özel bir muhafız oluşturma teklifiyle yaklaştı. Hükümdar, yeni organizasyona, aralarında Süleyman Tapınağı'nın bitişiğindeki kraliyet ikametgahının bir kısmı da dahil olmak üzere arazi parçaları tahsis etti. Tapınağın İncil'deki kralla hiçbir ilgisi yoktu - bir Arap binasıydı, ancak şövalyeler tam tersine ikna oldular ve kısa süre sonra onlara "tapınakçılar" (tapınaktaki tapınakçılar, "tapınak") adı verildi.
Bir on yıl daha geçti ve 1128'de Fransa'nın Troyes kentindeki bir kilise konseyinde altı Tapınakçı göründü ve orada olağanüstü bir onurla karşılandılar: Filistinli "milislerin" ünü Avrupa'ya yayıldı. Champagne ve Anjou kontları gibi etkili kişilerin himayesi de bir rol oynadı ve Tapınakçılara en kararlı desteği, kuruculardan birinin yeğeni, güçlü Sistersiyen tarikatının başı Clairvaux'lu Bernard sağladı. Aynı zamanda Sistersiyen modeline dayalı bir tüzük geliştiren. İlk başta, tüzük yalnızca Tarikatın yaşamının manastır yönlerini değil aynı zamanda orduyu da düzenleyen 72 madde içeriyordu. Kardeşler kökenlerine göre şövalyelere ve çavuşlara bölündü ("saf" rahipler daha sonra eklendi). Her ikisi de iffet, yoksulluk ve itaat yemini etti. Ana figürün, merkezi Kudüs'te bulunan Büyük Üstat olduğu ilan edildi ve o, özel bir toplantı - bir kongre - tarafından seçildi. Hiyerarşinin altında Büyük Seneschal, Büyük Mareşal ve Doğu'daki ve Avrupa'daki (düzenli eyaletlere bölünmüş) en büyük kalelerin komutanları vardı - bölgesel ustalar ve Büyük Ziyaretçi ("gözetmen"), "kalıcı" gibi bir şeydi. Büyük Üstadın Avrupa'daki temsilcisi. Kısa süre sonra Teşkilat kendine özgü bir işaret aldı - beyaz bir alan üzerinde kırmızı bir haç, saflığın ve inancın sembolü.
Lordlar vasalların esaretinde
Yaygın bir yanılgı, Tapınakçıların Avrupa çapında bir tür "gölge hükümet" yapısı oluşturduğu, bakanları ve kralları ellerinde tuttuğudur. Durum böyle değil: İngiltere, Almanya ve Fransa'nın hükümdarları çoğu zaman Tarikat'a saygısızca davrandılar. Tarih, bu hükümdarların nasıl basitçe sırdaşları arasından efendiler atadıklarının örneklerini korumuştur ve konvansiyon buna katlanmıştır. (Böylece Aslan Yürekli Richard, amirali Robert de Sable'ı bu göreve yerleştirdi ve Fransız sarayının koruyucuları Renaud de Vichier ve Guillaume de Beaujeu idi). Yüksek rütbeli kişiler, kardinallerle eşit konumda olmalarına ve yalnızca papaya itaat etmelerine rağmen Tarikatı soydular ve hatta efendilerini alenen aşağıladılar. Rezil ve defalarca aforoz edilen Alman İmparatoru II. Frederick'in, Tapınakçıların Haçlı Seferi'nde kendisini desteklememesinin ardından Tapınakçıları mülklerinden tamamen kovduğu, mülklerinin önemli bir bölümünü Cermen Şövalyelerine devrettiği ve bazı haberlere göre biliniyor. hatta cinayetini organize etmeye çalıştı.
Ancak bazı pozisyonlarını kaybetmiş olsalar bile Tapınak Şövalyeleri 12.-13. yüzyıllarda Avrupa finans piyasasının en büyük oyuncuları olmaya devam etti. Pek çok Avrupalı hükümdarın alacaklılarıydılar, ancak orta çağ siyasi ortamında bu durum onların yüksek rütbeli borçlulara şartları dikte etmelerine izin vermiyordu. Çözüm bu borçluların hazinecisi olmaktı. 1204'te erkek kardeş Eimard, Fransa Philip Augustus'un "maliye bakanı" olarak atandı; 1263'te erkek kardeş Amaury de La Roche, Louis IX'un sarayında aynı görevi üstlendi. Tapınakçılar doğrudan ve olağanüstü vergilerin toplanmasına yardım ediyor, toplanan paralarla kervanlara Paris'e kadar eşlik ediyor ve yeni haçlı seferleri için özel rüşvetlerin toplanmasından sorumluydu. Şövalyeler, kardeşlerin hiçbirinin kralların güvenini kötüye kullanmadığından emin oldular: Tapınakçılar zimmete para geçirmekle suçlanırsa, bu onların kıskanılacak servetlerine el konulması için mükemmel bir neden olurdu. Kötü niyetli ödeme yapmama durumuyla karşı karşıya kaldıklarında ağır silahlar kullandılar: Güney Fransa'nın piskoposlarının Tapınağa olan borçlarını bir ay içinde ödemelerini talep ettiği Papa Lucius III'ün boğası biliniyor.
Tarikatın tüm olağanüstü başarılarına rağmen, 12. yüzyılın sonuna gelindiğinde genel itibarı kötüleşmişti. Her şeyden önce, iki düzine güçlü kaleye ve 300 şövalye ve birkaç bin çavuştan oluşan bir orduya sahip olan Tapınakçıların Kudüs'ü savunamadığı Kutsal Topraklarda yaşanan olaylar nedeniyle. Tapınakçıların çıkarları çoğu zaman haçlı devletlerinin ve diğer tarikatların çıkarlarına ters düşüyordu. Sonuç olarak diplomatik anlaşmaları bozdular, iç savaşlara girdiler, İtalyan cumhuriyetlerinin savaşlarına katıldılar ve hatta Hospitaller kardeşlere kılıç kaldırdılar! Herkes, Kudüs'ün düşmesinden sonra, kazanan Selahaddin'in hacılar ve şehirde kalan sakinler için fidye için ayrıcalıklı koşullar teklif ettiğini, ancak bu insanları korumak için oluşturulan inanılmaz derecede zengin Düzenin bir kuruş bile vermediğini hatırladı. On altı bin Hıristiyan daha sonra köleliğe girdi!
Peki ya ihanet? Burada tapınakçılar, Kahire'de taht için yarışan, hatta Hıristiyanlığa geçmek isteyen etkili Arap şeyhi Nasreddin'e sığınak sağlıyor, ancak daha sonra onu memleketindeki düşmanlarına 60 bin dinara satıyorlar. Talihsiz adam hemen idam edildi. 1199'da Tapınakçılar Sidon Piskoposu'na yatırılan parayı iade etmeyi reddettiklerinde, o öfkeyle tüm Tarikatı lanetledi ve skandal çok fazla gürültüye neden oldu. Utanç verici eylemlere ilişkin söylentiler tüm Avrupa'ya yayıldı. Hatta Papa III. Masum 1207'de Büyük Üstad'a şöyle yazmıştı: "Kardeşlerinizin suçları bizi son derece üzüyor... onların [manastır] cübbeleri saf ikiyüzlülük."
Komutanın stratejik vasatlığı da aynı değirmene tahıl ekledi. Herkes, Usta Gerard de Ridefort'un, katılan tüm Tapınakçıların öldüğü Hattin'de Müslümanlarla yapılan belirleyici savaşta oynadığı üzücü rolü biliyordu: Ridefort, Kudüs'ün son Kralı Guy de Lusignan'ı intihar yürüyüşü yapmaya ikna etti. Daha sonra Selahaddin Eyyubi'nin ele geçirdiği tüm tapınakçılar idam edildiğinde, bu sözde danışman hayatta kaldı ve esaret altındayken Gazze kalesinin düşmana teslim edilmesini emretti.
on üçüncü cuma
...Fakat yine de kimse bu kadar acımasız bir sonuç beklemiyordu: 13 Ekim 1307 Cuma günü sabahın erken saatlerinde Fransa'nın tüm tapınakçıları tutuklandı. Kraliyet ajanları ayrıca Tapınağa baskın yaparak Büyük Üstad Jacques de Molay'ı, Büyük Ziyaretçi Hugo de Peyraud'u, saymanı ve Tarikatın diğer dört üst düzey yetkilisini tutukladılar. Eylem uzun süredir hazırlanıyordu: Önemli günden iki ay önce, tüm kraliyet icra memurları ve vekilleri ayrıntılı talimatlar içeren gizli mektuplar aldı ve noterler, mahkumların mülklerinin envanterini önceden yaptılar. Tapınakçılara yönelik resmi suçlamalar kulağa korkunç geliyordu: sapkınlık ve putperestlik, kitlesel oğlancılık ve türbelere saygısızlık. Çarmıha tükürdüklerini, ölü yoldaşların ve bebeklerin cesetlerini yediklerini, adı Baphomet olan şeytana ayinler sunduklarını duyurdular. Tam listede 117 suçlama yer alıyordu. Soruşturma prosedürüne göre tapınakçılara işkence yapıldı. Daha sonra içlerinden biri, zindanlarda ölen düzinelerce kardeş hakkında papalık komisyonu önünde ifade verdi ve hatta bir mangalda kızartıldıktan sonra ortaya çıkan topuk kemikleri bile kanıt olarak gösterildi. Bir başka "soruşturma altında", daha önce katlandığı işkencelerin aynısı kendisine tekrar uygulanırsa, İsa'yı kendisinin öldürdüğünü itiraf edeceğini itiraf etti.
İşkence altında tutuklananlar sunulan listedeki suçlamaların yalnızca bir kısmını kabul etti, ancak hemen hemen herkes haça saygısızlık ettiğini itiraf etti. Ancak papa kendi soruşturma komisyonunu oluşturduğunda tapınakçıların çoğu şunu söyledi: itirafları işkence altında yapıldı ve önceki ifadelerinden vazgeçtiler. Kral Güzel Philip'in emriyle, zorla itiraflarından vazgeçen 54 Tapınakçı, "ikinci kez sapkınlığa düştükleri" gerekçesiyle Paris yakınlarında yakılınca, Tarikat'ın savaşma isteği kalmadı. 1312 yılında Viyana Konsili'nin kararıyla feshedildi.
Fransız baskısı altında, Papa Clement V kayıtsız şartsız Tarikat'tan vazgeçti: “Biz... Tapınakçı Tarikatı'nı, onun tüzüğünü, kıyafetlerini ve adını yasaklıyoruz... onu tamamen yasaklıyoruz; Bundan sonra kendisine ismiyle hitap eden, onun cübbesini giyen veya Tapınakçı gibi davranan herkes aforoz edilecektir. Ayrıca Tarikat'ın tüm mülklerine ve topraklarına el koyacağız...” Tapınakçıların sahip olduğu tüm mallar öncelikle Hospitalier'lara ve diğer şövalye tarikatlarına gitti veya değerli eşyaları bağışlayanlara iade edildi. Tapınakçıların duruşmaları neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde gerçekleşti, ancak Fransa dışında çoğu ortadan kayboldu veya başka tarikatlara taşındı ve Portekiz'de yerel "şube" tamamen korunarak ona yeni bir isim verildi - Mesih Tarikatı.
Kronoloji
. 1118 - daha sonra Tapınakçıların Düzeni olacak olan şövalyelerin kardeşliğinden ilk söz
. 1120 - Kardeşlik, Süleyman Tapınağı olarak kabul edilen Mescid-i Aksa'nın bir bölümünü ikametgah olarak kabul ediyor
. 1128 - Troyes'teki kilise konseyi Tarikatın resmi tüzüğünü kabul etti, Tarikat Fransa'da çeşitli mülkleri aldı
. 1129 - kardeşlik Avrupa'daki ilk mallarını Portekiz Kraliçesi Teresa'dan aldı
. 1134 - Krallığını üç düzene miras bırakan Aragon Kralı Alfonso'nun ölümü: Tapınakçılar, Hastaneler ve Kutsal Kabir Düzeni.
. 1135 - Tarikatın mali faaliyetlerinin ilk kanıtı
. 1137 - Teşkilat İngiltere'deki ilk mallarını Kraliçe Matilda'dan aldı
. 1139 - tapınakçılara ayrıcalık tanıyan ilk papalık boğası
. 1165 - Tapınakçılar Fransız sarayının mali danışmanı oldu
. 1170 - Tapınakçılar Almanya'daki ilk mülklerini aldılar
. 1187 - Hıttin Muharebesi, Tarikatın ordusu tamamen yok edildi. Selahaddin Kudüs'ü ele geçirdi
. 1191 - Tapınakçılar Acre'de yeni merkezler kurdular
. 1204 - Tapınakçılar Fransız krallığının hazinedarları oldular
. 1204 - Konstantinopolis'in haçlılar tarafından ele geçirilmesi. Teşkilat Yunanistan'da çeşitli mülkler alıyor
. 1248-1254 - Fransız kralı Louis IX Saint'in Tunus'a haçlı seferi. Katılan Tapınakçıların neredeyse tamamı öldü
. 1291 - Akka'nın Düşüşü. Tapınakçılar Kutsal Topraklardaki son kalelerini de kaybettiler
. 1307 - Fransa'daki büyük “Tapınakçı pogromu” ve Tarikatın yargılanmasının başlangıcı
. 1312 - Papa Tarikatı feshetti
. 1314 - Tarikatın en yüksek ileri gelenlerinin yargılanması
Cimri ve dilenci şövalye
Ve şimdi, olayların dış taslağını gözümüzün önünde tutarak ve kaynakların neredeyse tamamen yokluğunu hesaba katarak, Tapınakçıların düşüşünün gerçek nedenlerini anlamaya çalışalım. En yaygın versiyon şunu söylüyor: Açgözlü Kral Philip IV, Tapınakçıların hazinelerini ve topraklarını ele geçirmek için katliamına ilham verdi. Neden? Biraz önce, yaklaşık olarak aynı şekilde, Fransız kralı, dönemin ana finansörleri olan Yahudiler ve Lombard'larla ilgileniyordu. Ancak daha yakından incelendiğinde, "zengin tapınakçılara karşı açgözlü Philip" planı hiçbir şey tarafından doğrulanmıyor. Bu nedenle kendimize şu soruyu soralım: Tarikat 1307'de bu kadar zengin miydi? Yukarıda tartışılan güçlü mali organizasyon, otomatik olarak olumlu bir cevap alıyor gibi görünüyor, ancak birbiriyle uyumsuz ilkeleri (ekonomik deha ve dini sözleşme) birleştirmeye çalışan bir sistemin gelişimi, onun çöküşüne yol açtı.
Kanlı sonuçlanma sırasında, Tarikatın üç ana gelir kaynağından ikisi zaten bir yüzyıl boyunca krizdeydi: Kutsal Yerlerin kaybıyla birlikte sayıları giderek azalan hacıların hizmetleri, boşa çıkıyor, bu da Tarikat'a yapılan bağışların da azaldığı anlamına geliyor. Bu gerçek, birkaç Fransız eyaletinin hayatta kalan kartulatörlerinin (tüzük kodları) analizi ile doğrulandı: 13. yüzyılın başından itibaren Tapınakçılara yapılan bağışlar önemli ölçüde azaldı ve ikinci yarıdan itibaren minimuma indirildi (olduğu gibi) yukarıda yazdığımız kötü itibarın bir sonucu).
O zamanlar Tarikat'ın muazzam hazineleri var mıydı? Soruşturma sürecine ilişkin materyallerde rehin verilen arazilerin, paraların ve mücevherlerin iadesine dair bir ifade yok. Açıkçası, o dönemde Tarikat'ın mali faaliyetleri krizdeydi; verecek hiçbir şeyleri yoktu; 13'üncü Cuma günü Tapınakçıların manastırlarına baskın yapan komutanlıkların faaliyetlerini izleyen kraliyet ajanları, aradıkları tüm hazinelerden yalnızca yukarıda belirtilen envanter listesinde belirtilen sıradan kilise gereçlerini buldular. Şimdi politika meseleleri hakkında. Zengin tapınakçıların etkili koruyucuları nereye gitti (örneğin, Fransa'dan uzak devletlerin aristokrasisi)? Bu kadar zengin insanların desteğinin onlara önemli faydalar sağlayacağına göre neden "büyük bankayı" savunmak için seslerini yükseltmediler? Tarikatın varsayımsal zenginliği doğrudan ölümünün nedeni olabilir mi?
Diyelim ki efsanevi “hazineler” var ve neyden bahsettiğimizi tanımlayalım: Tarikatın tüzüğünde doğal olarak “hazine” kavramı yoktu. Tarikatın hazinesi, eyaletlerin hazinesi ve bireysel merkezi komutanlıklar vardı. Tapınakçıların dağıldığı yıl, yine 1312'de, Kıbrıslı Tapınakçıların yargılanma belgelerinde kayıtlı olan ana hazineleri Kıbrıs'taydı ve bunun sonraki akıbeti bilinmiyor. "İngiliz kanadının" hazinesi, 13. yüzyılın ikinci yarısında büyük ölçüde Doğu'ya nakledildi ve büyük olasılıkla Tarikatın doğal ihtiyaçları için orada harcandı. Portekiz Tapınakçılarının fonları yeni oluşturulan İsa Tarikatı'na gitti. İspanya'ya gelince, büyük bakım maliyetleri gerektiren garnizonlar ve kaleler olduğu göz önüne alındığında, dolaylı kanıtlara göre, fonlar İspanyol Tapınakçılarına ömür boyu emekli maaşı ödemek için kullanıldı. Bu, en büyük hazinenin, Paris Tapınağı'ndaki Fransız tapınakçılarının kaderi konusunda endişelenmemiz gerektiği anlamına geliyor.
Şövalyeler ve şeytan
Tarihsel gelenek ve onu takip eden kitle kültürü, Tapınakçıları ya şeytanlaştırmaya ya da romantikleştirmeye yöneliyor. Tapınakçıların Kutsal Kase'yi Avrupa'ya getirip bir yere sakladıkları yönündeki kafa karıştırıcı spekülasyonlara ek olarak (kötü şöhretli Dan Brown'un ana fikirlerini kitabın yazarlarından öğrendiği "Da Vinci Şifresi" romanında iddia ettiği gibi) Kutsal Kan ve Kutsal Kase” Michael Baigent ve Richard Lee), Tapınakçılara yönelik sapkınlık suçlamalarıyla ilgili birçok versiyon dolaşmaktadır. Bunun nedenlerinden biri, kökeni hala belirsiz olan bir "idol" olan Baphomet'e tapınmaktı: Sonuçta tutuklanan bazı tapınakçılar, gizemli bir kafaya taptıklarını doğruladılar. Daha sonra duruşmada maddi delil olarak bu kafa şeklindeki bir kutsal emanet ortaya çıktı, ancak zorla yapılan tanımlamalar birbirinden ve bu kafadan o kadar farklıydı ki, onu tanımlamanın imkansız olduğu ortaya çıktı. Garip isme gelince, altında çeşitli karakterler beliriyordu, örneğin Masonlar onu keçi veya horoz başlı, sakallı veya sakalsız, kanatlı veya kanatsız bir bilgelik iblisi olarak tanımlıyorlar. Baphomet'in kökeninin bilimsel versiyonu şu şekildedir: işkence altında itiraf edilen test edilmiş Tapınakçılar - inançlarına ihanet eden hainler, sözde Muhammed'e tapıyorlar, yani İslam'a geçiyorlar. Bu din hakkında çok az bilgisi olan ortaçağ yazıcıları için bu isim oldukça "şeytani" geliyordu ve onu duydukları anda yazdılar. Filologlar, Muhammed'in dilsel maceralarını "ismin Eski Fransız piçliği" olarak adlandırıyor ve bunu, Muhammed'in Baphomet olarak adlandırıldığı 13. yüzyılın ortalarından günümüze kalan bir şiirle doğruluyor.
Hazineler nerede?
"Tapınak hazinelerinin gizemi" tarafından hipnotize edilen yazarlar iki gruba ayrılıyor: Bazıları, Tarikatın hazinesini ele geçiren Philip IV'ün önemli ölçüde zenginleştiğini, diğerleri ise temsilcilerinin Tapınakta bir kuruş bulamadığını yazıyor. . Aslında tarihçilerin elinde o talihsiz Cuma günü Tapınak'ta ne olduğunu anlatan tek bir belge yok. Sonraki yıllarda Fransa'nın mali durumunda herhangi bir iyileşme gözlenmedi. Bu, Tapınak'tan bir şeye el konulduğu takdirde ya çok önemsiz miktarların ya da Tarikatın tüm zenginliğinin gizlendiği anlamına gelir ki bu pek olası değildir - o zamanlar devletin büyük miktarda fona ihtiyacı vardı. Teorik olarak Tarikat, hazinelere, paha biçilmez emanetlere ve önemli belgelere sahip olabilir ve muhtemelen bunları saklama fırsatına da sahip olabilir. Sorun şu ki, makaleden makaleye, romandan romana dolaşan, La Rochelle'den yola çıkan 15 kadırgayla ilgili ya da baskından önceki gece Tapınak'tan ayrılan gizemli saman arabalarıyla ilgili hikayeler tamamen kurgu değil. , ama aynı zamanda bir noktada da aynı fikirde değilim. Tapınakçıların parasını saklayacak kimse yoktu: Tarikatın üst kademesinin tamamı o sırada tutukluydu ve kraliyet savcılarıyla aktif olarak işbirliği yapıyordu.
Ancak burada gizem severleri memnun edeceğiz - Tarikatın en etkili ileri gelenlerinden biri olan Fransa Efendisi Gerard de Villiers'in adı, bilinmeyen nedenlerden dolayı duruşmanın materyallerinde yer almıyor. Ona ne oldu? Aniden mi öldü? Öldürüldü mü? Yoksa zenginliği ve kutsal emanetleriyle birlikte kaçmayı mı başardı? Ama nerede ve nasıl? Bu gizeme, değişen ciddiyet derecelerinde çok sayıda makale ve yayın ayrılmıştır. Bazen İskoçya'ya kaçmak hakkında yazıyorlar ve hatta değerli Rosslyn şapelinin adını bile veriyorlar, ancak İskoçya'da yalnızca birkaç komutanlık ve bir düzine Tapınakçı vardı ve şapelin Tarikat ile hiçbir ilgisi yok. Kanadalı Alan Butler "İsviçre vektörü" hakkında yazıyor: 500 yıl sonra bankacıların gelecekteki durumunun mali temelini oluşturanın Tarikat'ın hazineleri olduğu düşünülüyor, ancak duruşmadan bir yüzyıl sonra bile İsviçreliler vahşi olarak kabul ediliyordu. Avrupa ve Tarikat'ın orada mülkü yoktu.
Tapınakçıların Tapınak hazinesini tahliye edebilecekleri yerin Fransız kralının ulaşamayacağı bir yerde olması ve Tarikatın güçlü bir paramiliter yapısına sahip olması gerekiyordu. Aklıma Portekiz ve İspanya geliyor: Sonuçta Portekiz İsa Tarikatı, Tapınakçıların yerel kolunun varisi oldu. Columbus'un gemilerinin beyaz yelkenleri Tapınakçıların kızıl haçını taşıyordu ve Tapınakçıların Portekiz'deki karargahı Tomar Kalesi, büyüklüğü ve ihtişamıyla hala hayranlık uyandırıyor. Ancak bu sonuçlar, Portekiz Tapınakçılarının Büyük Üstad'a değil Portekiz kralına itaat etmeleri gerçeğiyle sekteye uğramaktadır. Yine de kim bilir - belki de Pireneler'deki bir kale, şövalye bankacılarının zenginliğini hâlâ zindanlarında saklıyor?
Düzeni ne bozdu?
Peki, eğer onun kaderine acımasız bir şaka yapan, Tarikat'ın varsayımsal hazineleri değilse ne olacak? Bankacılığın ruhu parayı kasalarda saklamak değil, finansal işlemlerdir. Ancak monarşiyi güçlendiren IV. Philip zamanında yavaş yavaş çıkmaza girdiler. Nakit akışlarının belirli bir zamandaki hareketini adım adım izleme fırsatımız olmasa da, bir şey açık: Tapınakçıların parası "işe yaradı", özellikle de Fransız kralı için. Örneğin, Tarikat katliamının arifesinde Kıbrıs'tan gelen son usta Jacques de Molay şunları keşfetti: Fransız Tapınağının saymanı, ustanın iznini istemeden IV. Philip'e büyük bir kredi verdi. Bu tür bir itaatsizlik de Molay için bir suçtu; sayman utanç içinde sınır dışı edildi; ne kralın ne de papanın şefaati ona yardımcı oldu. Eğer de Molay krediyi geri ödemekte ısrar etmiş olsaydı, kraliyet hazinesi tapınakçılara borcunu ödeme fırsatına sahip olacak mıydı? Sorunlu alacaklıyı ortadan kaldırmak için kralın Tarikatı dağıtması daha kolay olmaz mıydı? Muhalefetle uzlaşmayan Philip, zamanın yasalarına göre hareket etti: Böyle bağımsız bir şirketin varlığından memnun değildi, hatta oğullarından birinin usta olmasını istiyordu, ancak cüretkar bir ret aldı. Yani kralın yenilgiyi istemesinin sadece mali değil aynı zamanda siyasi nedenleri de vardı.
Tapınakçılarla ilgili durumun karmaşıklığı, onların kilisenin bakanları olmaları gerçeğiyle daha da kötüleşti. Tanrı'dan korkan Philip, Kutsal Kabir'i kaçıran, para toplamalarıyla iğrenç bir şekilde ünlü olan ve sapkınlıkla suçlanan keşişlerden nefret etmeye başladı. Tapınakçıların eski patronu hakkında iki kelime - ilişkisi Philip'ten daha iyi olmayan Papa Clement V. De Molay, papanın Haçlı hareketi için yararlı olan Tapınakçıları Hastanecilerle birleştirme fikrini reddetti ve genel olarak çok ileri gitmiş gibi görünüyor. Tarihçi şöyle yazıyor: Paris Tapınağının saymanını affetme talebiyle bir papalık mektubu alan de Molay, onu okumadan ateşe attı. Tarikat, yerel kiliseyi veya aristokrasiyi hesaba katmadığı Doğu'dakiyle aynı oyuncu olarak Avrupa'da da hareket etmeyi amaçlıyordu. Tapınakçılar güçlerini abarttılar. Kötü itibarları ve popüler olmamaları, kibirleri ve laik ve ruhani otoritelere itaat etme konusundaki isteksizlikleri, artık gerçek askeri güç tarafından desteklenmeyen mali nüfuzları ve abartılı dedikodularla birleşen zenginlik, Tarikat'ı şerefsiz bir sona sürükledi.
1314'te Tarikatın en yüksek ileri gelenlerinden dördü ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Efsaneye göre, kararı duyduktan sonra Büyük Üstat ve Normandiya Rahibi yüksek sesle şunları söyledi: Teşkilat kutsal ve masumdur ve onlar yalnızca ona ihanet etmekten ve iftira atmaktan suçludurlar. Aynı gün ceza değiştirildi ve onlar kazığa bağlanarak yakıldılar. Gelenek, alevler içinde kalan yaşlı adam de Molay'ın şöyle bağırdığını söylüyor: "Kral ve papanın bedenlerimiz üzerinde gücü var ama ruhlarımız üzerinde değil!" Yok edicilerine lanet okuyan de Molay, onları bir yıl içinde Tanrı'nın yargısına çağıracağına söz verdi. Ve bu efsane hakkında ne düşünürsek düşünelim, Papa V. Clement ve Kral IV. Philip aslında belirlenen zamanda öldüler ve Philip belirsiz koşullar altında öldü. Fransa bir buçuk asırlık felaketlerle karşı karşıya kaldı: kraliyet hanedanının yok olması, veba, Yüz Yıl Savaşları.
Eduard Zaborovsky