KABUL DEĞİŞİMİN BAŞLANGIÇ NOKTASIDIR
Eğer hayatınızı ya da kendinizi değiştirmek istiyor ama bir noktada takılıp kalıyorsanız, belki de kabullenmeyi öğrenmeniz gerekiyor.
Pek çok insan, bunu bir zayıflık işareti ve kendi hedeflerinin reddedilmesi olarak görerek, kabul edilmekten kaçınmak için kendi yolunun dışına çıkar.
Aslında kişisel gücün kaynağı ve gerçek değişimin başlangıç noktasıdır.
Kabul nedir? Benimseme- bu iç durum şuna benzer: alçakgönüllülük. Belki. bu yüzden mi olumsuz algılanıyor, zayıf iradeli teslimiyetle eşanlamlı mı görülüyor?
Bir şeyin yokluğunu kabul etmek birçok insan için istediğini elde etmekten vazgeçmek anlamına gelir. Derin dindar insanların bu pozisyonu kabul etmesi daha kolaydır: her şey Tanrı'nın iradesidir.
Ve hayat, hedefleri veya özel tutkuları olmadan hayatın akışında dikkatsizce süzülen tembel hayvanlar için de basittir. Geri kalanlar ise amaçları uğruna kanlarının son damlasına kadar savaşırlar.
Aslında kabul, istenilenin reddedilmesi değil, geçici bir duraklamadır. Hayat bazen çok kibirli, gururlu ve kibirli olanlara tevazu ve kabullenmeyi öğretir. Bazen mücadelede göremediğimiz daha basit bir yolu görmemizi sağlar.
Kabullenme nesnelliği teşvik eder: Sakin bir durumda olup biteni analiz edebilir ve uygun bir çözüm seçebilirsiniz. Direnç ise tam tersine sizi net düşünme yeteneğinden mahrum bırakır - duygular zihnin yeteneklerini gölgede bırakır ve sezginin uyarılarını duymanıza izin vermez.
Durumu kabul ederek arzularınızdan vazgeçmiyor ve olumsuz senaryoya razı olmuyorsunuz.
Artık dünyayı olduğu gibi kabul ediyorsunuz, gerçekleri olduğu gibi ifade ediyorsunuz. Aynı anda içeride:
- duygusal denge:
- iç huzur
- mücadele ve direniş eksikliği
- Değer yargılarının ve eleştirinin eksikliği
- durumun çözülebilir olarak algılanması
- güvenlik hissi
Yapılacak ilk şey duruma otomatik tepkileri durdurmaktır.
Sürekli iktidarda olmak imkansızdır. Amansız mücadele yoruyor. Kendinizi herhangi bir eylemin istenen sonucu getirmediği bir durumda bulursanız, o zaman kabullenme konusunda bir ders almanın zamanı gelmiştir.
Durun ve olup biten her şeyi olduğu gibi kabul edin: insanlar, koşullar, sağlık, hava durumu, gelir düzeyi ve patronunuzun veya akrabalarınızın öfke nöbetleri.
Artık her şey aynen böyle. Bunlar gerçek durumlardır, sakince kabul edin. Mücadeleyi ve direnişi bırakın.
Tabii ki huzur sadece içeride hüküm sürmeyecek. Dahili çalışmayı yürütmek gerekir: birini affedin, konumunuzu kanıtlamayı bırakın, kontrolü gevşetin. Dersler farklı. İnsanları, kendinizi ve genel olarak yaşamı kabul etmek.
Kabul, kişinin olup biteni sevmesi ve onunla daha fazla yaşamayı kabul etmesi gerektiği anlamına gelmez. Bu, yargılamadan, kavga etmeden veya kaçmaya çalışmadan dünyayı deneyimlemekle ilgilidir..
İç huzurun arka planına karşı gerçeklerin basit bir açıklaması. Elbette durumu değiştireceksiniz ama önce iç huzuru ve güveni yaratın. Kabullenme durumunda tamamen şeffafsınızdır, içinizde tutunacak hiçbir şey yoktur. Ya olumsuz duygular yok ya da sakin bir şekilde içinizde süzülüyorlar.
Öncelikle kendinizi, tüm korkularınızı, şüphelerinizi, olumsuz düşüncelerinizi ve duygularınızı kabul etmelisiniz. İlk olarak, onların varlığının gerçeğini kabul edin. Basit bir gerçeğin ifadesi.
Öfke veya korku patlamalarından kaçınmanın bir anlamı yok: er ya da geç sizi ele geçirecekler. Daha iyisi bilinçli kabuldür. Gölge tarafınızla yüzleşmek için dönün. Kendinize dürüst bir şekilde baktığınızda ve sadece iyiyi değil kötüyü de keşfettiğinizde, diğer insanları kabul etmeniz daha kolay hale gelecektir.
Bazen tam tersine kişinin kendi benzersizliğini, tanınma ve onaylanma hakkını görmesi ve tanıması gerekir. Bu, özeleştiri yapma eğiliminde olanlar için geçerlidir. Kendinizin ve başkalarının hata yapmasına izin verin ve yüksek beklentilerden vazgeçin.
Ve unutmayın: herkesin kendi gerçeği vardır. Bu tutumu kabul edin, sizi yorucu tartışmalardan kurtaracaktır. Sizin gerçeğiniz diğer insanların gerçeğinden farklı olabilir. Mevcut gerçeği kabullenmeden yola devam etmek imkansızdır.
Kabul, daha sonraki yolculuğun başlangıç noktasıdır. Kabullenme kişisel gücünüzü geri kazandırır ve enerjinizin sızıntı kanallarını kapatır. Artık enerjinizi diğer insanları değiştirmeye, haklı ve gerçek olduğunuzu kanıtlamak için boş tartışmalara harcamıyorsunuz. Çok daha özgür ve güçlü oldun.
R.S. Psikolojik tavırları, meditasyonları, eğitimleri temel alırsak evet - KABUL...
Ancak kendi gelişimimizin durumuna, RUH'un gelişimine dönersek, o zaman yalnızca Alçakgönüllülük kavramı uygundur.
Ve Tevazu'nun yerine direnişi değil sabrı koymak büyük bir hatadır... Bunlar insan davranışının dışsal tepki biçimleridir.
Berdyaev tevazu üzerine:
“Tevazu, ruhun gerçekliğe açılmasıdır...
Kendinizi en büyük günahkar olarak görmek, kendinizi bir aziz olarak görmekle aynı kibirdir... Tevazu, insan iradesinin kendini yok etmesi değil, aydınlanması ve onun hakikatine özgürce teslim olmasıdır.”
Yaşam durumları ve koşulları açısından bakıldığında, kişinin ruhunun içsel durumunun dışsal yansımaları olarak tevazu, bütünsel bir yaşam algısı olarak sunulur.
Alçakgönüllülük, ruhsal gelişim ve çıkış sürecinde bir kişide ortaya çıkar. kendi egonun ötesinde, Bir kişinin ruhunu aktif olarak kontrol etmek ve yaşamı gerçekleştirmenin birleşik sürecini paylaşan bir kendini savunma yöntemi olarak olumsuz tepkiler yaratarak tezahürlerini sınırlamak.
İnsan onuru duygusunu, egonun saygınlığı ve insandaki ilahi prensibin saygınlığı olarak ayıran bir bakış açısından, ego-kişiliğin onurunun aşağılanması olarak tevazu, ilahi olanın onurunun aşağılanması anlamına gelmez. prensip olarak aşağılanamaz çünkü.
Gurur- bu, sahip olduklarınızla uzlaşma ve her şey için hayata ve Yaradan'a teşekkür etme isteksizliğidir.
Gurur bize şunu söylüyor: hayat sana ne kadar adaletsiz! Gurur, kıskançlık, kadere karşı homurdanma, kendine acıma gibi duyguları beraberinde getirir. Gururun zıt niteliği alçakgönüllülüktür. Tevazu, umutsuzluk durumlarında en güçlü ilaçtır. "
ÜZERİNDE. Berdyaev
Tevazu - kabul etmeyi nasıl öğrenirim
Tevazu, her şeyden önce Ruhta huzurla yaşamaktır! Kendinizle barışıksınız, etrafınızdaki dünyayla ve Tanrı'yla uyum içindesiniz. Tevazu, başımıza gelen durumların içsel kabulüdür. Hayatın hangi alanıyla ilgili olursa olsun her durum.
Örneğin Ayurveda - Vedik tıp, hasta bir kişinin hastalığını kabul etmediği sürece iyileşme şansının olmadığına inanır. Hemen hemen her hastalık tedavi edilebilir, ancak yalnızca kişi bunu içsel olarak kabul ettiğinde, kendini alçalttığında, hastalığın neden hayatına girdiğini anladığında ve hastalığın kendisi için belirlediği görevleri yerine getirdiğinde. Hayattaki tüm zor durumlar için de aynı şey geçerlidir; kabul edene kadar değiştirmeyeceksiniz.
Durumu kabul edip etmediğimi nasıl anlayabilirim? Kabul edersem içimde huzur var, hiçbir şey beni rahatsız etmiyor, hiçbir durum beni strese sokmuyor. Onu düşünüyorum ve sakince konuşuyorum. İçeride tam bir sakinlik ve rahatlama var. Eğer kabul etmezsem o zaman içeride gerginlik, iç diyalog, şikayetler, kırgınlıklar, kızgınlıklar vs. oluyor. Ağrı. Ne kadar çok acı, o kadar çok reddedilme. Aldığımız anda ağrı geçiyor.
Pek çok insan, kabullenme veya alçakgönüllülük kelimesinden zayıflık ve aşağılanmayı anlıyor. Benim istifa ettiğimi söylüyorlar, bu da demek oluyor ki ellerim bağlı oturup ne olursa olsun herkes ayağını üzerime silsin. Aslında gerçek tevazu insana itibar kazandırır. İçimdeki alçakgönüllülük ve kabullenme içsel niteliklerdir ve dışsal düzeyde bazı eylemlerde bulunurum.
Birkaç örneğe bakalım:
1. Kişisel ilişkilerde sıklıkla zorluklarla karşılaşırız. Kafamızda, sevdiklerimizle olan ilişkiye dair gerçekte sahip olduğumuzdan farklı bir resim vardır. Sevdiğimiz birinin kafamızdaki görüntüsü de, davranışı da gerçekte aldığımızdan farklıdır. Acı çekmemize ve acı çekmemize neden olan, arzu edilen ile gerçek arasındaki tutarsızlıktır. Çoğu zaman sorunlarımızın kökenini kendimizde değil başkalarında görürüz. Artık o değişecek ve ben de acı çekmeyi bırakacağım. Unutmayın, sıkıntıların nedeni başka bir insanda veya onun davranışlarında değil, nedeni kendimizde ve sevdiğimiz kişiye karşı tavrımızdadır.
Her şeyden önce gerçeği olduğu gibi kabul etmeliyiz. Gerçekliğimiz bilinçaltı programlarımız ve Tanrı tarafından yaratılmıştır. Aslında istediğimizi değil, hak ettiğimizi alıyoruz. Karma yasası bu şekilde işler; ne varsa, onu da yapar. Şu andaki gerçeklik bizim tarafımızdan, geçmişteki -bu ya da geçmiş yaşamdaki- bazı eylemlerimiz tarafından ekilmiştir. Protesto etmek ve acı çekmek aptalcadır ve yapıcı değildir! Gerçekliği içsel olarak olduğu gibi kabul etmek çok daha yapıcıdır. Sevdiğinizi, tüm eksiklikleri ve avantajlarıyla, bize karşı tüm tavrıyla olduğu gibi kabul edin. Hayatımızda olup biten her şeyin - olayların, insanların, bize karşı tutumlarının - sorumluluğunu kendimize alın! Hayatımda olup bitenlerden yalnızca ben sorumluyum.
Her şeyi kendimize “çektik”. Diğer kişiyi benim için pek de hoş olmayan bir şekilde bana karşı hareket etmeye zorlayan şey benim eylemlerim ve enerjimdir. Kendi karmamız bize yakınlarımız aracılığıyla gelir. Ve sonra kolları sıvayarak iç çalışmaya başlamalısınız. Burada başımıza gelen her şey derstir. Sevdiklerimiz en önemli öğretmenlerimizdir. Her zor durum bize onunla savaşmak için değil, bizi eğitmek için gönderilir. Bu durum sayesinde hayatı daha derinlemesine anlayabilir, kendimizde bir şeyleri daha iyiye doğru değiştirebilir, koşulsuz sevgiyi geliştirebilir, yeni bir gelişim seviyesine yükselebilir, Ruhumuz için gerekli bazı yaşam deneyimlerini kazanabilir ve karmik borcumuzu ödeyebiliriz.
Ancak durumu kabul ettikten sonra gerçekte ne öğretildiği hakkında düşünmeye başlayabilirsiniz. Bu durum neden bize iletildi? Bu durumu hangi davranış ve düşüncelerle hayata geçirdik?! Belki erkek ya da kadın olarak rolümüzle baş edemiyoruz, doğamıza yabancı nitelikler mi geliştiriyoruz? Bu, gidip rolümüzü nasıl gerektiği gibi yerine getireceğimiz konusunda bilgi edinmemiz gerektiği anlamına gelir. Bu dünyada bir erkek nasıl davranmalı, bir kadın da nasıl davranmalı ki Evrenin kanunlarına uygun olsun. Her zaman söylüyorum, erkek ya da kadın olabilmek için erkek ya da kadın bedeninde doğmak yeterli değildir. Erkek ya da Kadın olmalısın; bu hayatta büyük bir görevdir. Ve bu görevin yerine getirilmesiyle dünyadaki kaderimiz başlıyor.
Ancak ilişkilerdeki sorunların tek nedeni bu değil, elbette en küresel olmasına ve cinsiyet ilişkilerindeki diğer tüm sorunların doğmasına rağmen. Tekrar ediyorum, her vaka elbette çok bireyseldir. Belki de bu durum bize özsaygımızı ve ilişkilere hayır dememiz gerektiğini öğretiyor. Ya da belki kendimiz için ayağa kalkmayı öğrenmemiz, başka birinin hakaret etmesine, aşağılamasına, Allah korusun bizi dövmesine izin vermememiz gerekiyor. Onlar. Durumu içsel olarak kabul ettikten sonra artık kendimi kızgınlık ve kızgınlık duygularıyla değil, kendime ve başkalarına olan sevgi duygularıyla, kabul duygularıyla savunuyorum. Onlar. İçimizde tam bir sakinlik vardır, ancak dışarıdan oldukça sert sözler söyleyebiliriz, bazı önlemler alabiliriz, kendimizin aşağılanmasına izin vermeyebiliriz ve karşımızdaki insanı kesinlikle onun yerine koyabiliriz. Onlar. Ego ve kızgınlık konumundan değil, duyguya karışmadan dış düzeyde hareket ederiz - Ruh konumundan hareket ederiz.
Alçakgönüllü olan kişi Mesih'in Kendisini örnek alır. Böyle bir insan hiçbir zaman öfkelenmez, kimseyi kınamaz, kibirlenmez. Asla gücü arzulamaz, insani zaferden kaçınır. Hiçbir sebeple yemin etmez.
Konuşurken küstah değildir ve her zaman başkalarının tavsiyelerini dinler. Güzel kıyafetlerden kaçınır, görünüşü basit ve mütevazıdır.
Her türlü aşağılanma ve aşağılanmaya uysallıkla katlanan insan, bundan büyük fayda görür. Bu nedenle üzülmeyin, tam tersine acı çektiğinize sevinin. Bu şekilde sizi kurtaracak değerli alçakgönüllülüğü kazanırsınız.
“Kendimi alçalttım ve O beni kurtardı” (Mezm. 114:5). Bu sözleri her zaman aklınızda tutmalısınız.
Yargılandığınızda üzülmeyin. Böyle bir olay karşısında üzüntü duymak, kibir sahibi olduğunuz anlamına gelir. Kurtarılmak isteyen herkes, insani aşağılamaya aşık olmalıdır, çünkü aşağılama alçakgönüllülüğü getirir. Ve alçakgönüllülük, kişiyi birçok ayartmadan kurtarır.
Asla kıskanmayın, kıskanmayın, şöhret peşinde koşmayın, yüksek mevkiler aramayın. Her zaman fark edilmeden yaşamaya çalışın. Dünyanın sizi tanımasına izin vermemek daha iyidir, çünkü dünya sizi ayartmaya sürükler. Boş sözleriyle, boş tahrikleriyle bizi aldatıyor, manevi zarara uğratıyor.
Amacınız tevazuya ulaşmak olmalıdır. En düşük olmak. Kurtuluşunuza layık hiçbir şey yapmadığınız düşünülürse. İyiliğine göre sizi kurtarması için Tanrı'ya dua etmelisiniz.
Tevazu, itaat ve oruç Allah korkusunu doğurur ve Allah korkusu gerçek hikmetin başlangıcıdır.
Kendi iyiliklerinizin acısını çekmemek için yaptığınız her şeyi alçakgönüllülükle yapın. Sadece çok çalışanların büyük ödüller alacağını düşünmeyin. İyi niyete ve bununla birlikte alçakgönüllülüğe sahip olan, fazla bir şey yapamayan ve hiçbir konuda beceri sahibi olmayan herkes kurtarılacaktır.
Alçakgönüllülük, kendini suçlama yoluyla, yani aslında iyi bir şey yapmadığına dair inançla elde edilir. Günahlarını önemsiz görenlere yazıklar olsun. Elbette daha ciddi bir günaha düşecektir.
Kendisine yöneltilen her türlü kınamaya alçakgönüllülükle katlanan kişi, mükemmelliğe yaklaşır. Melekler bile ona hayrandır, çünkü tevazudan daha zor ve daha büyük bir erdem yoktur.
Yoksulluk, üzüntü ve aşağılama bir keşiş için taçlardır. Bir keşiş, kabalığa, iftiraya ve aşağılamaya uysal bir şekilde katlandığında, kendisini kötü düşüncelerden kolayca kurtarır.
Kişinin Tanrı karşısındaki zayıflığının farkında olması da övgüye değerdir. Bu kendini bilmektir. Yeni İlahiyatçı Aziz Simeon şöyle diyor: "Işık beni aydınlattığında ve yoksulluğumu gördüğümde ve nerede olduğumu bildiğimde ağlıyorum ve ağıt yakıyorum." Kişi ruhsal yoksulluğunun farkına vardığında ve gerçekte hangi seviyede olduğunu anladığında, ruhunda Mesih'in ışığı parlayacak ve ağlamaya başlayacaktır (bunun hakkında konuşan yaşlı, duygulandı ve ağlamaya başladı).
Başka biri size bencil diyorsa, bunun sizi üzmesine veya üzmesine izin vermeyin. Sadece kendi kendinize düşünün: "Belki ben de böyleyim ve bunu ben de anlamıyorum." Öyle ya da böyle başkalarının görüşlerine bağlı kalmamalıyız. Herkes vicdanına baksın, tecrübeli ve bilgili arkadaşların sözleriyle yol göstersin ve öncelikle itirafçısından af dilesin. Ve tüm bunların temelinde manevi yolunu inşa eder.
Savaşamayacağınızı yazıyorsunuz. Bunun neden olduğunu biliyor musun? Çünkü yeterince alçakgönüllü değilsin. Bunu ancak kendi başınıza başarabileceğinize inanıyorsunuz. Ama kendinizi alçaltıp şöyle dediğinizde: "Mesih'in gücüyle, Tanrı'nın Annesinin yardımıyla ve yaşlıların duasıyla istediğimi başaracağım", emin olun başaracaksınız.
Elbette böyle bir dua gücüm yok, ama siz kendinizi alçaltarak: "Yaşlıların duasıyla her şeyi yapabilirim" dediğinizde, o zaman alçakgönüllülüğünüze göre, Tanrı'nın lütfu başlamaya başlayacaktır. harekete geçin ve her şey yoluna girecek.
Tanrı “alçakgönüllü ve pişman olanlara” bakar (Yeşaya 66:2). Ancak uysallığın, sakinliğin ve alçakgönüllülüğün gelmesi için çalışmak gerekir. Bu çalışma ödüllendirilir. Bana öyle geliyor ki alçakgönüllülüğü kazanmak için çok sayıda yay ve itaate ihtiyacınız yok, ama her şeyden önce düşüncelerinizin yeryüzüne inmesi gerekiyor. O zaman düşme korkun olmayacak çünkü zaten aşağıdasın. Aşağıdayken düşerseniz yaralanmazsınız.
Her ne kadar çok fazla okumasam ya da olağanüstü bir şey yapmasam da bana göre tevazu, insanın kurtuluşuna giden en kısa yoldur. Abba Isaiah şöyle diyor: “Dilinize bağışlanma dilemeyi öğretin, böylece alçakgönüllülük size gelecektir.” İlk başta bilinçsizce de olsa, "Beni affet" demeyi öğretin ve yavaş yavaş bu sözleri sadece söylemeye değil, aynı zamanda kalbinizde hissetmeye de alışacaksınız.
Azizler, bağışlanmayı, diğer bir deyişle alçakgönüllülüğü dilediğinizde iyi niyetiniz ne kadar büyük olursa olsun, aranızda istenen ateşkesin sağlanması için Tanrı'nın karşınızdakini aydınlatacağını öğretir. Yakınıp, "Suçluyum ama farkında değilim" dediğinizde, çok geçmeden "Evet, gerçekten suçluyum" diyebileceksiniz. Ve kendinizi gerçekten suçlu olduğunuza inandırdığınızda karşınızdaki kişinin de size karşı tutumu değişecektir.
Sürekli olarak Tanrı'dan size kendini suçlama ve alçakgönüllülük armağanını vermesini isteyin.
Dua ederken Tanrı'dan size yalnızca kendi günahlarınızı görme ve başkalarının günahlarını fark etmeme yeteneği vermesini isteyin. Suriyeli Aziz Ephraim, "Günahlarımı görmemi ve kardeşimi kınamama izin ver" diyor.
Alçakgönüllü bir kişi kendisini herkes arasında en düşük seviyede görür. Ve bu nedenle herkesi sever, herkesi affeder ve en önemlisi kimseyi kınamaz.
Modern Yunancadan Çeviri: “Pemptusia” adlı çevrimiçi yayının editörleri
Gururun üstesinden nasıl gelebilir ve alçakgönüllülüğü nasıl geliştirebilirsiniz?
Öncelikle yaşamın önemli bir yasasını anlamalısınız: hiçbir tesadüf yoktur. Başımıza gelen her şey, ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, şu ana kadar olan hayatımızın bir sonucudur ve bizim iyiliğimizi amaçlamaktadır.
“Yapılan her şey daha iyiye yöneliktir” bu kanunun taraflarından biridir. Buradan da “Bizi öldürmeyen her şey bizi güçlendirir”.
İncil'de İsa'nın insanlara hitaben söylediği hayret verici sözler vardır: “Beş küçük kuş iki eşara satılmıyor mu? ve onlardan hiçbiri Tanrı tarafından unutulmadı. Ve kafanızdaki saçların hepsi numaralandırılmıştır. O yüzden korkma; sen birçok küçük kuştan daha değerlisin.”
Kutsal Kitapta Tanrı insanlara bizimle ilgilendiğini şöyle anlatır: “Kadın, rahminin oğluna acımasın diye, emziren çocuğunu unutur mu? Ama o unutsa bile ben seni unutmayacağım” (İş. 49:15). Atasözü de aynı şeyi söylüyor: "Hiçbir baba, çocuklarına, Tanrı'nın kendi halkına olduğu gibi değildir."
Bu nedenle O'nun yaptığı her şey bizim iyiliğimizi amaçlamaktadır. Ve eğer üzerimizdeki tüm dış etkiler iyiye yönelikse, o zaman nasıl üzülmemiz gereken bir şey olabilir?
HAYIR! Bizim başımıza böyle bir şey gelemez.
Peki o zaman neden her türlü sıkıntı ve talihsizlik başımıza geliyor?
Bize en büyük ve en güzel olduğumuzu söyleyen gurura inanırsak, sıkıntıların sebeplerini asla anlayamayız. Ama gururlu bakış sahtedir, sahtedir. Ayık ve dürüst bir bakış, tevazu dolu bir bakıştır.
Tevazu bize, herkes gibi bizim de birçok eksikliğimiz olduğunu söyler. Bu eksikliklerimiz ne kadar az olursa, o kadar mükemmel oluruz.
Bütün bu sıkıntıları bize izin veren Rabbimiz de tam olarak bunu yapmamızı istiyor. “Göndermek” değil, “izin vermek”tir. Çünkü mutsuzluğun asıl sebebi geçmiş hayatımız ve eksikliklerimizdir.
Eksiklerimiz bu sıkıntılarla nasıl bağlantılı ve bu sıkıntılar gelişmemize nasıl yardımcı oluyor? Birkaç tipik örneğe bakalım.
İlk olay örgüsü. Adam gençliğinde zalimdi. Sık sık sevdiklerine zihinsel ve hatta bazen fiziksel acı yaşattı. Bir gün sokakta vahşice dövüldü ve omurgası kırıldı. Yaklaşık bir yılını hastanede geçirdi ve çok acı çekti. Kadere ve insanlara karşı sert davranabilirdi ama her şeyi doğru anladı, yeniden düşündü ve acı çektikten sonra insanlara karşı daha şefkatli ve şefkatli hale geldi.
İkinci olay örgüsü. Kız sık sık erkekleri değiştirdi. Sonunda başkasının ailesinden çaldığı bir adamla evlendi. Birkaç yıl sonra onu daha genç bir kadın için terk etti. Hayatında çok zor bir dönemden geçti. Kocasına ve kaderine kızabilirdi ama daha önce yaptığı hataların sonucu olarak bunu kabullenmeyi başardı. Onlardan tövbe etti ve gerçek erkeğini bekleyerek iffetli bir şekilde yaşamaya başladı.
Üçüncü arsa. Adam para konusunda son derece açgözlüydü. Paraya sadece onurdan değil, hatta aşktan da üstün geliyordu. Tüm gücünü, tüm aklını zengin olmaya yöneltti. Ama bir nedenden dolayı bu konuda daha az açgözlü olanlara göre daha kötüydü. Tüm girişimleri er ya da geç başarısızlıkla sonuçlandı ve başarıya zar zor yaklaştı. Bütün hayatını bu çılgın yarışa adayabilirdi ama bir başka kazadan sonra zengin olamayacağı gerçeğiyle yüzleşmeyi başardı. Ve çok daha mutlu oldum. Ve sonra para geldi. Sami.
Üçüncü olay örgüsünde amaç para değil, şöhret, güç ya da kişinin kendi kişisel amaçları için yeteneğini gerçekleştirme fırsatı olabilir. Tek bir sonuç var.
Dördüncü arsa. Adam engelli doğdu. Sadece tekerlekli sandalyeyle dolaşabiliyordu. Sağlıklı, güzel kızların engellilere aşık olup onlarla evlendiklerine ve ardından onları hayatları boyunca kelimenin tam anlamıyla ve mecazi olarak kollarında taşıdıklarına dair harika hikayeler duydu. Yıllar geçti, böyle bir kızı aradı ama bulamadı. Hayaller eriyip gitti. Umutsuzluğa düşebilir, içkiden ölebilir veya intihar edebilir. Ancak kaderine razı olmayı başardı. Kız sevgisi yerine Allah sevgisini buldu. Ve ruhu güzelleşti. Hayat dıştan yetersiz kaldı ama içten neşeli oldu. Daha sonra dış çirkinliğin, çok gururlu olan ve bu nedenle sevemeyen ruhunu süslemenin bir yolu olduğunu fark etti. Bu çirkinlik onu gururdan arındırdı ve sevindirdi. Eğer sağlıklı doğmuş olsaydı gururun ilerlemesi sonucunda 15 yaşında intihar edecekti.
Umarım her hikayede, kritik bir anda, kişinin bir seçeneği olduğunu fark etmişsinizdir: daha da öfkelenmek ya da teslim olmak. Bu çok önemli! Biz özgür insanlarız ve her zaman iyiyle kötü arasında seçim yaparız. Aklımızı ve çabalarımızı kendimiz uygulamazsak, hiçbir talihsizlik bizi daha iyi hale getiremez.
Herhangi bir sıkıntıya ayartma, sınav denir, çünkü bu şekilde kendimizi - irademizi neye yönlendirdiğimize - iyiye, alçakgönüllülüğe veya kötülüğe, gurura doğru sınarız. Gurura dönersek daha da aşağıya düşeriz ve bir sonraki sınav daha da zor olur. Eğer iyiyse alçakgönüllülük kazanırız ve hayatımızı kolaylaştırırız.
Ancak her şeyi anlasak ve uzlaşmak istesek bile, bunu yapmak için tek başımıza yeterli güce sahip olmayabiliriz. Daha doğrusu muhtemelen yeterli olmayacaktır. Çünkü gurur, düşmanın gücüyle, kötü ruhların gücüyle desteklenir. Ve onu yenmek için tam tersi olan İlahi güce ihtiyacımız var. Her zaman yardımımıza gelmeye hazırdır. “Tanrı kibirlilere direnir, ama alçakgönüllülere lütuf verir.”
Tembellik ve düşüncesizlikle hareket edilen hiçbir iyi iş başarılı olamaz. Bahsettiğimiz kendi üzerinde çalışma düşünceli bir şekilde yapılmalıdır. Peki gururun üstesinden nasıl gelebilir ve alçakgönüllülüğü nasıl geliştirebilirsiniz?
Öncelikle kendimize dair ayık bir bakış açısı elde etmeye çalışmalıyız. Nasıl bir insan olduğumun en objektif kanıtı belli bir duruma gösterdiğim tepkidir. Çok basit. Diyelim ki paramı çaldılar. Miktar bundan sonra açlıktan ölmeye başlayacağım kadar değil ama yine de çok ama çok tatsız. Bu, gururun ve belki de para tutkusunun olduğu anlamına gelir.
Ve diğer insanların içindeki iyiliği fark etmeye çalışın. Bu aktivitenin amacı kendinizi bir tür seçkin kişi olarak görmeyi bırakmaktır. Yeryüzüne inin, insanlara yakınlaşın. Yükselişte olduğunuzda, "Ben en kötüsüyüm" ifadesini zihinsel olarak tekrarlamak yardımcı olacaktır.
Kilise Babalarından birinin öyle muhteşem sözleri vardır ki: "Mucizeler yaratana değil, günahlarını denizin kumu gibi görenlere ne mutlu." Şimdi bunu anlamayacaksın, belki inanmayacaksın bile ama şöyle bir kalıp var: İnsan ne kadar iyi olursa kendinde o kadar çok günah görür. Çünkü ruhunda giderek daha fazla ışık var ve alacakaranlıkta fark etmediği o kadar küçük kötülükleri zaten fark ediyor. Ve birçok kötü alışkanlığımız var. İstisnasız herkes. Ve eğer kendimize iyi görünüyorsak, bu yalnızca bizim karanlığımızdan, ruhsal körlüğümüzden söz eder. Ve manevi körlük sadece kendimizi görmediğimiz anlamına gelmez (haydi ışığı açalım diyorlar - ve saflık ve güzellik var), aynı zamanda tutkulardan özellikle güçlü bir şekilde etkilendiğimiz gerçeği - bizi kör ettiler.
İkinci olarak dini eğitim almanız gerekiyor. Amaç kendinizi her şeyin başı ve sonu olarak görmekten vazgeçmektir. Hayatınızdaki kalıpları ayırt etmeye başlayın ve hem Tanrı'nın hem de karanlık ruhların buna katılımını görün. Yeteneklerimizi kendimize atfederken nasıl gurur duymayız? Bu arada bu, O'nun alıp götürebilecek kadar güçlü olduğu bir armağandır. Mümin, kendisine verilen yeteneklerle gurur duymanın, başkasının mücevherlerini göstermekle aynı şey olduğunu bilir.
Ne kadar vahşi görünse de, özellikle karanlık insanlar işledikleri kötülüğün boyutuyla gurur duyabilirler. Ancak bunun kendi istekleri olmadığını, kendilerine gülen, onlardan nefret eden, onları yok eden Şeytan'ın elindeki bir kukla olduklarını anladıklarında, övünecek bir şey olmadığı ortaya çıkar. Tam tersine utanç ve yıkımdır.
Üçüncüsü, her zaman gururun bizden yapmamızı istediği şeyin tersini yapın. Kural olarak bizden Tanrı'ya karşı homurdanmamızı, umutsuzluğu ve diğer insanlara karşı kötü duygular duymamızı istiyor. Bunun tersi, Tanrı'ya şükran, sevinç, kızmak istediğimiz kişilere karşı iyilik olacaktır.
Alçakgönüllülüğün özü kısa bir duayla ifade edilir: “Tanrıya şükür!” veya “Her şey için Tanrıya şükür!” Bu nedenle yıkmak, kırmak, ağlamak, kavga etmek vb. istediğimizde gururumuza rağmen şöyle deriz: "Her şey için Allah'a hamdolsun!" Böylece gururumuza rağmen irademizi uygulayacağız ve Tanrı'nın gücünü yardıma çağıracağız.
Küçük başlayabilirsiniz. Elimizden bir şey düştüğünde, bir şeye çarptığımızda, bir şeyi unuttuğumuzu veya kaybettiğimizi anladığımızda hepimiz küçük hatalar yaparız. Genellikle bu gibi durumlarda gururlu bir kişi yemin eder. Böyle anlarda küfür etmek yerine, "Allah'a şükür!" demeyi kendimize alıştıralım.
Hiç de zor değil. Ve bir mucize gerçekleşecek - birkaç ay sonra bu tür küçük şeylerin artık sizi hiç üzmediğini, huzurlu bir ruh hali sürdürdüğünüzü göreceksiniz. Bu alçakgönüllülüğün başlangıcıdır.
Bu mucizenin mekanizması nedir? Mekanizma basittir. Şeytan sizin dua etmenizi ve Allah'a şükretmenizi istemez. Sonuçta bu sizin yararınızadır ve şeytanın amacı yok etmektir. İlham ettiği kötü düşüncelere daima duayla karşılık verdiğinizi gördüğü anda sizi hemen geride bırakacaktır. Anlıyor.
Minnettar dua silahıyla her türlü talihsizliğin, her üzüntünün üstesinden gelebilirsiniz.
Bazı küresel planlarımıza, arzularımıza, hayallerimize gelince, tüm bunlara gerçekçi, ölçülü bir yaklaşımla yaklaşmamız bizim için çok daha iyi olacaktır.
Diyelim ki bir komutan savaş planı yapıyor. Bölgenin doğru bir haritasına, kendi kuvvetleri ve onların düzenine ilişkin kesin bir bilgiye ve düşman kuvvetlerine ilişkin oldukça doğru bir bilgiye sahiptir. Komutan, askeri taktik bilgisinin yanı sıra tüm bu bilgilerle zafer getirecek bir savaş planı hazırlayabilir.
Şimdi kendimize bakalım. Kendimizi iyi tanıyor muyuz - iyi ve kötü niteliklerimizi, maksimum yeteneklerimizi, tüm yeteneklerimizi? Arzularımızın gerçek ihtiyaçlarımıza nasıl karşılık geldiğini anlıyor muyuz? Hayatın kanunları hakkında ne kadar bilgimiz var? Bize karşı çıkan, bize eziyet etmek isteyen, bizi intihara sürükleyen güçlere ne kadar aşinayız? Tüm bu konular hakkında tam olarak bilgi sahibi olursanız, o zaman gerçekleşecek bir plan yapma şansınız yüksektir.
Ancak sorun şu ki, durumun böyle olması pek mümkün değil. Sonuçta gururumuz kör oldu ve bu savaşta gerçekten neyin önemli olduğuyla pek ilgilenmiyoruz. Bu nedenle hayallerimizin gerçekleşme şansı çok azdır. "Tanrı buzağımızın kurdu yemesini nasip etsin."
Bunlar, gerçekte dağlarda savaşmak zorunda kalacak olmasına rağmen, önünde bir ova haritası bulunan komutanın planlarıdır; Kendi gücüne ilişkin düşüncesi abartılmış, düşmana ilişkin düşüncesi ise fazlasıyla küçümsenmiştir. Ve güçlü ordusu yarım saat uzaklıkta bulunan ve sadece sinyal bekleyen bir müttefikten yardım isteyebileceğini bilmiyor.
Kesinlikle çökecek aptalca, gerçekçi olmayan planlar yaparak enerjimizi boşa harcamayalım! Son ana kadar bize zafer gibi görünen şey, mutlaka yenilgiye dönüşecektir. Her şeyi bilen, en doğru haritalara sahip, ordusu yenilmez ve yenilmez olan Ally'nin hakkımızdaki planlarını daha iyi anlamaya çalışalım.
Havari Yakup şöyle dedi: “Şimdi şöyle diyenleri dinleyin: “Bugün veya yarın falan şehre gideceğiz ve orada bir yıl yaşayacağız, ticaret yapıp kar elde edeceğiz”; yarın ne olacağını bilmeyen sizler: hayatınız ne için? kısa bir süreliğine beliren ve sonra kaybolan buhar. "Rab dilerse ve yaşarsak şunu şunu yaparız" demek yerine, kibrinizle kendini beğenmiş olursunuz; bu tür kibirler kötüdür."
Atasözleri Kitabı: "İnsanın yüreğinde pek çok tasarı vardır, ama yalnızca Rabbin belirledikleri gerçekleşir."
Rus atasözleri de aynı şeyi söylüyor: "Dünyadaki her şey bizim aklımızla değil, Tanrı'nın yargısıyla yaratılmıştır", "Tanrı'nın vermediği şeyi sinirlerinizle kazanamazsınız", "Alamazsınız" zorla Allah’tan”, “İnsan bir yoldur, Allah başkadır”, “Sen kötüsün, Allah iyidir”, “İstediğin gibi yaşama, Allah’ın emrettiği gibi yaşa”, “ Tanrı olmadan eşiğe ulaşamazsınız.”
Hayatta mutlaka başarıya ulaşacaksınız, hedeflere ulaşacaksınız, mutluluğa sahip olacaksınız. Ancak tüm bunlar ancak hedeflerinizi ve eylemlerinizi Tanrı'nın iradesiyle koordine etmeye başladığınızda gerçekleşecektir. Beğenseniz de beğenmeseniz de (ki beğenmelisiniz), bu böyle. Kahraman Golyat'ı mağlup eden ve daha sonra basit bir çobandan güçlü, yenilmez İsrail'in en büyük kralı olan Davut, şunları söylerken ne söylediğini biliyordu: "Yolunuzu Rab'be adayın ve O'na güvenin; O, mükemmelleştirecek ve size kavuşturacaktır." Doğruluğunuz ve adaletiniz öğle vakti gibidir. Rabbine teslim ol ve O'na güven. Kendi yolunda başarılı olanı, kötü adamı kıskanma. Kızmayı bırakın ve öfkeyi bırakın; Kötülük yapacak kadar kıskanç olmayın, çünkü kötülük yapanlar yok olacak, ama Rabbe güvenenler yeryüzünü miras alacaklar.” Kral Davut deneyimine dayanarak konuştu. Ve onunkinden daha büyük bir başarı yoktur.
Ancak zirveye çıkmadan önce elimizdekilerle uzlaşmamız gerekiyor.
Evet, depresyon nedeniyle gücünüz olmayabilir. Ama ihtiyacınız olan güçler orada. Tanrı onlara sahiptir. Ve bunları size vermekten mutluluk duyacaktır. O istiyor.
Yeter ki O'na iftira atmayı, şikayet etmeyi ve homurdanmayı bırakın. Tüm homurdanmalarınız için O'ndan af dileyin, O'na güvenin ve Baba'nın koruması altına girin ki O, yaralarınızı iyileştirsin.
İsa'nın koynunda bu var; güzel.
Özünü anlamazsanız bu nitelik öğrenilemez. Tevazu genellikle toplumdaki koyun sürüsüyle, sessiz davranışla, basitçe sabırla ve tatminsiz veya küskün özünüzü gizlemekle karıştırılır - ancak bu sadece bir görünüştür. Allah'tan gelen gerçek tevazu, kişinin iç dünyasından gelmelidir ve en zor görevlerden biri de böyle bir tevazuyu öğrenmektir.
Sevgili dostlar, en önemli şey, tevazunun temelinin kendimize karşı dürüstlük olduğunu anlamamızdır. Alçakgönüllü davranmadan önce hayattaki önemimizi anlamak önemlidir: Gerçekten kendimiz bir şeyler başardık mı? Gerçekten değerimiz nedir? Ve tekrarlıyoruz arkadaşlar: Bu tür konulara mümkün olduğunca DÜRÜST bir şekilde yaklaşmaya çalışmak önemlidir. Şimdi kendimizi gerçekten hak ettiğimiz “yere” koymamıza yardımcı olacak beş net örnek vereceğiz.
1. Örnek: Bazen toplum içindeyken ne kadar zarif ve düzenli olduğumuzu hayal edebiliriz. Ama ayna yansımasında yüzümüzde uygunsuz noktalar olduğunu ve kıyafetlerimizin bizi başkaları için alay konusu haline getirdiğini görmek ne kadar hayal kırıklığı yaratabilir?
Sonuç: Dışarıdan kendimizi gerçekte olduğumuz gibi göremeyebiliriz (ve bazen görmek istemeyebiliriz). Birine söylenenleri, İncil'den çok bilinen bir ifadeyi hatırlamakta yarar var: “Zenginim, zengin oldum ve hiçbir şeye ihtiyacım yok” diyorsunuz; ama sefil, acınası, fakir, kör ve çıplak olduğunu bilmiyorum” (Va. 3:17).
2. Buna göre: Bazı insanlara neden iyi davrandığımızı ne sıklıkla düşünürüz? Eylemlerimizi gerçekten motive eden şey nedir? Belki de sadece bize zevk verdiği için? Ailenizde iyi ilişkiler var - peki eşiniz size yeterince nazik davranmasaydı nasıl davranırdınız?.. Bu tür soruları kendimize kristal bir dürüstlükle cevaplarsak, belki de öyle olduğumuzu anlarız. daha önce düşündüğümüz kadar sevgi dolu ve nazik değil.
Sonuç: Aslında olumlu duygu ve eylemlerimiz çoğu zaman uygun koşullara ve kendimize karşı olumlu bir tutuma verilen bir tepki olabilir (Mat. 5:46,47).
3. Herhangi bir yeteneği olan birimiz hayatta bir şeyler başarmış olsa bile, bu yine de gurur duyulacak bir neden olmaktan uzaktır. Örneğin: Birisi Afrika'daki ya da Papua Yeni Gine ormanlarındaki cüce kabilenin en yetenekli türü olarak doğmuş olabilir; ama tüm çabalarına rağmen asla Büyük Britanya'nın Başbakanı olmadı [kader değil] - neden? Bunun için “doğru zamanda ve doğru yerde” olmak da önemlidir. Hikmetli Süleyman şunları yazdı: “Döndüm ve güneş altında gördüm ki, başarılı koşmak hızlı olana, zafer cesura, ekmek bilgeye, zenginlik bilgeye, lütuf da becerikliye değil, zamana ve herkese şans.” (Eccl. 9:11).
Sonuç: Hayatımızdaki pek çok olumlu durum bize değil, “zamana ve şansa” bağlı olabilir.
4. Hayat bazen adil değildir. Köksüz bir köpek ya da sade görünümlü bir kedi olarak doğabilirsiniz; ve bir çöplükte yaşamak, sahiplerinin sevgisinin ne olduğunu deneyimlememek. Ancak beyin gibi bir iç organın görünümü ve özellikleri iyiyse, o zaman birinin komik evcil hayvanı olma ihtimaliniz yüksektir.
Bu nedenle herhangi bir kusurla doğmuş birini suçlamanın adil olmadığına inanıyoruz ve bu doğru! Aynı şekilde doğuştan gelen erdemlerimiz için de sanki bunları bir yerden kazanmışız gibi kendimizi övmek yanlış olur.
Sonuç: Zihinsel yetenekler ve görünüm gibi doğuştan gelen avantajlar açıkça bizim değerimiz değil; bunu siz seçmediniz;
5. Şimdi iki milyon nüfuslu bir şehir hayal edin, gerçekten de içinde gerçekten inanan en az elli Hıristiyan yok mu?.. Bunu neden söylüyorum diyeceksiniz. Sevgili dostlar, sizi bilmiyorum ama ilk başta Mısır'ı terk eden neredeyse iki milyon yetişkin Yahudiden yalnızca ikisinin Vaat Edilmiş Topraklara girmiş olması beni şaşırttı; ve o zaman bile, tam olarak kutsal Efraim ve Yahuda kabilelerinden. Hayır, sadece hayal edin... neredeyse iki milyondan - sadece iki... Peki neden MS 33'teki Pentekost'ta, havarilerin zamanında, Tanrı'ya dönen binlerce Hıristiyan vardı? ... Bu şunu gösterdi ki, Yüce Allah her birimize O'na yönelebilmemiz için manevi görme ve işitme vermedikçe, bunu asla kendi başımıza yapamayacağımızı gösterdi. Okuyun: Romalılar 3:9-12. Yas.29:2-4. Ezek.36:25-27. (Luka 18:18-27; 19:2-10.)
Sonuç: Eğer gerçek bir Hıristiyan iseniz, bu doğrudur, sizin başarınız değil. Mesih şunu ileri sürdü: “Bu nedenle size, Babam tarafından kendisine verilmedikçe hiç kimsenin Bana gelemeyeceğini söyledim” (bkz. Yuhanna 6:44,45,65). Ve bu, eksikliklerimiz nedeniyle yüreğimizin saflığını kaybetmekten korktuğumuz için Yüce Olan'a şükretmemiz için bir nedendir (Romalılar 3:10-12.). En büyük Öğretmen Mesih'in şunu söylemesi şaşırtıcı değildir: "Siz de, size emredilenlerin hepsini yerine getirdiğinizde, şunu söyleyin: Biz değersiz hizmetkarlarız, çünkü yapmamız gerekeni yaptık" (Luka 17:10). Bazıları şöyle sorabilir: “Neden bu kadar kendini küçümseme?”.. Arkadaşlar, sıradan gibi görünebilecek iki hikayeye dikkat edelim ama bu iki olay bir araya gelince inanılmaz bir gerçeği ortaya çıkarıyor bize.
Bunun üzerine: “Liderlerden biri O'na sordu: İyi Öğretmenim! Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım? İsa ona şöyle dedi: Neden bana iyi diyorsun? yalnızca Tanrı'dan başka hiç kimse iyi değildir; Emirleri biliyorsun: Zina etme, öldürme, çalma, yalan yere tanıklık etme, annene babana hürmet et. Dedi ki: Bütün bunları gençliğimden beri sakladım. İsa bunu duyunca ona şöyle dedi: "Sende hâlâ bir şey eksik: Sahip olduğun her şeyi sat ve fakirlere ver, böylece göklerde hazinen olur ve gel, beni takip et." Bunu duyunca üzüldü çünkü çok zengindi. İsa üzüldüğünü görünce şöyle dedi: Zengin olanların Tanrı'nın Krallığına girmesi ne kadar zordur! Çünkü devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı'nın krallığına girmesinden daha kolaydır. Bunu duyanlar dediler ki: Kim kurtulabilir? Ama O şöyle dedi: “İnsanlar için imkansız olan, Tanrı için mümkündür” (Luka 18:18-27).
Zengin bir genç lider (muhtemelen sinagogun lideri) Tanrı'nın Oğlu'na döndü: "İyi Öğretmen!" - İsa şöyle dedi: “Bana neden iyi diyorsun? Yalnızca Tanrı'dan başka hiç kimse iyi değildir.". Bu ne anlama geliyor? – Öğrencilerin sorusuna: “Kim kurtarılabilir? İsa onlara bakarak şöyle dedi: "Bu, insanlar için imkansızdır, fakat Tanrı için değil, çünkü Tanrı için her şey mümkündür."(Markos 10:26,27). Bu olayın hemen ardından Eriha şehrine gelirler (Luka 18:31,35; 19:1.). “Ve işte, Zakkay adında, vergi tahsildarlarının başı ve zengin bir adam... ayağa kalktı ve Rab'be şöyle dedi: Tanrım! Malımın yarısını fakirlere vereceğim, eğer herhangi bir kimseyi gücendirmişsem ona dört katını ödeyeceğim.”(Luka 19:2,8.). Öyleyse Rab, "Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı'nın Krallığına girmesinden daha kolaydır" derken yanılıyor muydu? - Hayır, hiç de değil. Ama sözler: “Yalnız Tanrı’dan başka hiç kimse iyi değildir” ruhsal iyileşmenin kesinlikle bizim erdemimiz olmadığını gösteriyor. Peygamber Hezekiel bu konuda şöyle yazmıştır: “Ve sana yeni bir yürek vereceğim, içinize yeni bir ruh koyacağım; Ve etinden taş yüreğini çıkarıp sana etten bir yürek vereceğim. Ruhumu içinize koyacağım ve emirlerime göre yürümenizi, kanunlarımı tutmanızı ve uygulamanızı sağlayacağım.”(Hezek.36:26,27). Bu, Kutsal Kitapta bahsedilen ruhsal “görme ve duyma” armağanıdır: Yas.29:2-4. Yuhanna 6:44,45,65.
Evet, görevimiz ruhsal olarak çalışmak ve Efendimizin ruhsal "yeteneklerini" arttırmaktır - ve eğer bunu tüm kalbimizle yapmazsak, o zaman günah işlemiş oluruz. Ama Tanrı'nın sözü şunu söylüyor “İşiten kulak ve gören göz; ikisini de Rab yarattı”(Özdeyişler 20:12); ve bu nedenle Havari Pavlus'un ifadesi burada da geçerlidir: “Dünyaya hiçbir şey getirmedik…”(1 Tim. 6:7).
Öyleyse alçakgönüllülük: Bu niteliği öğrenmek için önemli olan ilk şey dürüstlüktür ve bunun yardımıyla Yüce Allah'ın önünde “erdemlerimizi” doğru bir şekilde değerlendirebiliriz (Mat. 5:8.). Ve böylece sorunsuz bir şekilde şu soruya geçtik: Neden alçakgönüllülük için çabalamalıyız?
Bu öğretici örnekle başlayalım: “İki adam dua etmek için tapınağa girdi; biri Ferisi, diğeri ise vergi tahsildarıydı. Ferisi ayağa kalktı ve kendi kendine şöyle dua etti: Tanrım! Başkaları gibi, soyguncu, suçlu, zina yapan ve şu meyhaneci gibi olmadığım için sana şükrediyorum: Haftada iki gün oruç tutuyorum, kazandığımın onda birini veriyorum. Uzakta duran meyhaneci gözlerini göğe kaldırmaya bile cesaret edemedi; ama göğsüne vurarak şöyle dedi: Tanrım! bana merhamet et, günahkar!
Size şunu söyleyeyim, bu, diğerinden daha haklı olarak evine gitti; çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, ama kendini alçaltan yüceltilecek.”(Luka 18:10-14).
Aslında Kanuna göre Ferisi daha az suçluydu. Ancak Ferisi'nin "körlüğü", tamamen farklı bir ortamda doğup yaşadığı gerçeğini hesaba katmamasıydı. Gurur duymamak için 5 nedenden 3. noktayı hatırlarsınız: Kendimizin seçemeyeceğimiz “zaman ve şans” koşulları olduğunu söylüyor. Muhtemelen vergi tahsildarı, Matta 9:36'da hakkında yazılan "çobanı olmayan koyun" idi. Ezek.34:2-5,17-20,23,24. Matta 9:11-13. - ama Ferisi muhtemelen daha şanslı olabilirdi. Örneğin dindar bir ailede yetişmek ve manevi eğitim, daha az günah işlemeyi mümkün kılar. Bununla birlikte, eylemler (bu Ferisi gibi) yalnızca dışsal bir tezahürdür - onun gizli "eylemleri" vardır... Örneğin: birisi zina yapmaz - belki de yapamadığı için? Ya yapabilseydin?.. “Fakat size şunu söyleyeyim, bir kadına şehvetle bakan herkes, zaten yüreğinde o kadınla zina etmiş olur.”(Matta 5:28). Öyle ya da böyle, Kutsal Yazılar şöyle der: “Herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı.” Bu nedenle Romalılarda şunları okuruz: “Öyleyse, [başkasını] yargılayan herkes affedilemezsiniz, çünkü bir başkasını yargıladığınız yargının aynısıyla kendinizi kınamış olursunuz, çünkü [başkasını] yargılarken aynısını yapmış olursunuz. Yoksa Tanrı'nın iyiliğinin sizi tövbeye yönelttiğini fark etmeden, Tanrı'nın iyiliğinin, alçakgönüllülüğünün ve tahammülünün zenginliğini ihmal mi ediyorsunuz?(Romalılar 2:1,4).
Evet arkadaşlar: gerçek tevazu hayatınız boyunca öğrenilebilir; sizlere sunmaya çalıştıklarımız da bu çok yönlü kalitenin önemsiz bir parçası. Ancak şimdi, en azından Yüce Tanrı'nın önünde gerçekte ne durumda olduğumuzu anlarsak, bu, Cennetteki Babamızın merhameti için alçakgönüllülükle dua etmemize yardımcı olacaktır. Belki bu da bize Tanrı'yla bir ilişki kurmanın yolunu açacaktır. Kendisi şöyle dedi: “Rab şöyle diyor: Cennet benim tahtımdır ve dünya benim ayaklarımın basamağıdır; Benim için nerede ev yapacaksın ve dinlenme yerim nerede? Çünkü bütün bunlar benim elimle yapıldı ve bunların hepsi yapıldı, diyor Rab. Ama benim göreceğim kişi şu: alçakgönüllü ve ruhu pişmanlık duyan ve sözlerimden titreyen kişi” (Yeşaya 66:1,2).
Bugün Hıristiyanlık, Mesih'in ikinci gelişinin beklentisiyle yaşıyor; ve alçakgönüllülük gibi bir nitelik, Yüce Olan'la birlikte olmanın kurtuluşunu ve sonsuz anlamını bulmaya yardımcı olacaktır. Rab Mesih'ten "alçakgönüllü ve alçakgönüllü" bir şeyler öğrenerek, "Tanrı'nın benzerliğinde ve benzerliğinde" Cennetteki Baba'nın oğulları olabiliriz (Mat. 5:44-48.). “Rab'bin büyük günü yaklaştı, yaklaştı ve büyük hızla yaklaşıyor; Rab'bin gününün sesi zaten duyuldu; O zaman en cesur olanlar bile acı bir şekilde haykıracak! … Ey yeryüzündeki alçakgönüllüler, O'nun kanunlarına uyanlar, Rab'bi arayın; gerçeği arayın, alçakgönüllülüğü arayın; belki Rabbin gazap gününde gizleneceksin.”(Zef.1:14; 2:3.).
Ve bir şey daha: Bu niteliğin temellerini anlamak hâlâ yalnızca bir teoridir. Acı çekerek, kişi alçakgönüllülüğün ne anlama geldiğine dair pratik bir anlayış kazanma fırsatına sahip olur (Ağıtlar Yer. 3:27-40.). Örneğin Kutsal Yazılar şöyle der: “O (Mesih), bedeninin olduğu günlerde, Kendisini ölümden kurtarmaya gücü yeten O'na güçlü bir çığlık ve gözyaşlarıyla dualar ve yakarışlar sundu; ve [O'nun] saygısı için duyuldu; O bir Oğul olmasına rağmen, itaati acı çekerek öğrendi.”(İbr.5:7,8). Bu nedenle “İncil'in Sırları” web sitemiz sizi şu başlıklı makaleyi de okumaya davet ediyor: “Tanrı Acı Çekmeye Neden İzin Veriyor?” Bu makalede, Elçi Petrus'un şunları yazarken ne demek istediğini öğrenebilirsiniz: "Çünkü Tanrı'nın evinde yargının başlama zamanı geldi..."(1 Petrus 4:17).
Cennetteki Baba'yı ve Rab Mesih'i seven herkese bereket olsun. Amin.
S. Iakovlev. (S.Bohan)